Grev yasağına ve işten atmalara karşı mücadelenin tıkandığı nokta... - Küçükçekmece BDSP

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 14 Temmuz 2012
  • 09:30

THY direnişi ya da bekleyişi


15-16 Haziran Direnişi işçi sınıfı tarihinde önemli bir yerde durmaktadır. Meclisten çıkan ve işçi sınıfının örgütlülüğüne bir saldırı anlamına gelen sendikalar yasasının sokakta parçalandığı bir mücadeledir. 15-16 Haziran’ı yaratan ön süreçte ise Saraçhane Mitingi ile işçilerin en kitlesel sokağa çıkışı ve yasalarda bir hak olarak tanınmasa bile Paşabahçe işçilerinin fiili-meşru bir şekilde greve çıkması ve grev hakkını yasalara sokulması yer alır. Bu iki eylemi birçok grev, direniş ve özyönetim deneyimi takip eder.

Bugün hava işkoluna getirilen grev yasağı ve hemen ardından devreye sokulan işten atma saldırısı vesilesiyle bir kez daha vurgulamak gerekir ki, 40 küsur yıl önce sınıf bölükleri cephesinden ortaya konan irade bugüne de ışık tutmaktadır. Öyle ki, yasaları çıkartan da haklarımızı gasp eden de aynı sermaye devletidir ve bizlerin sınıf düşmanları olarak onların hukuklarıyla, onlarla pazarlıklarla bir yere varıldığı görülmemiştir. İşçi sınıfının kendi özgücüne güvenmekten başka çıkar yolu yoktur. Grev hakkı geçmişte oluduğu gibi yine mücadeleyle korunacaktır. Bunu gerçekleştirmek, bu noktada yönlendirici olmak sınıf devrimcilerine düştüğü kadar, kıvılcımı çakacak olan, çakması gereken bugünkü bilinç ve örgütlülük düzeyinden bağımsız bir şekilde havayolu işçileridir.

Hava işkolunda grev yasağı

Grev yasağının bu süreçte ve havacılık işkolunda gelmesi çok yönlü nedenlere ve anlamlara sahiptir.

Öncelikle 2007 yılında yine havacılık işkolunda TİS döneminde asılan grev kararı ile sermaye ve THY yönetimi zora girmiştir. Grev kararının uygulanmasından bağımsız olarak, kararının alınması bile sermayeyi korkutmuş ve dize getirmiştir. Tüm sınıf bölüklerine de moral-motivasyon sağlamıştır. Ardından gelen Telekom grevinin itici güçlerinden birisi olmuştur desek haksızlık etmeyiz. 5 yıl önce yaşanan bu süreç yine TİS sürecinde olan hava işkolunda sermayenin önden hazırlık yapmasını da sağlamıştır. Bugün halen uyuşmazlık aşamasında olan TİS sürecinde sermaye, işçi sınıfın en temel mücadele aracı olan grev hakkını elinden alarak “benim dediğim olacak” demektedir.

Birçok kazanılmış hakkımızın elimizden alındığı bir süreçte grev hakkının da sektör sektör elimizden alınmaya çalışılacağı açıktır. Sermayenin buna kendisi için temel önemdeki bir yerden başlaması çok anlaşılırdır. Bu bir ilk adımdır. Grev hakkımıza tüm alanlarda göz koymaktadırlar. Elimizden almaya çalışacaklardır. İlk adımda başarıya ulaşırlarsa hem sermaye devleti güç kazanacaktır hem de işçi sınıfının moral-motivasyon da dahil olmak üzere mücadele ve kazanma iradesi zayıflayacaktır.

Sermaye devletinin grev yasağını nispeten örgütlülüğün daha dağınık olduğu ve başarıya ulaşabileceğini düşündüğü bir yerden başlamak istediği de açıktır. Bu noktayı bir alt başlıkta daha ayrıntılı tartışacağız. Ancak bu noktada şunu söylemek gerekiyor: Başta THY işçileri olmak üzere tüm sınıf bölükleri ve emekten yana güçler, sendikalar ve siyasetlerin bu saldırıyı tüm sınıfa yönelik bir saldırı olarak algılaması gerekmektedir.

Direnişin geldiği aşama: Bekleyiş

Grev yasağının gündeme gelmesi ile Hava-İş yönetimi bu saldırı karşısında eli kolu bağlı kalmayacağını deklare etmiş, yaklaşık iki bin işçinin katıldığı bir basın açıklamasında bu iradeyi ortaya koymuştu. Ancak verilen sözler uçup gitmiştir. 305 işçinin işten atılması ile sonuçlanan iş bırakma eylemi dahi sendika yönetimi tarafından sahiplenilmemiş, işçiler yalnız bırakılmıştır. Bu da işçiler tarafından sendikaya dönük bir noktaya kadar haklı bir tepkiye neden olmuştur.

İşten atmaların hemen ardından direniş başlatılmış ancak 10 binin üzerinde üyesi olan bir sendikal örgütlülük işten atmalar karşısında iş durdurmak ve grev hakkını fiili meşru mücadeleyle savunmak yerine pasif direnişi ve bekleyişi seçmiştir. Bu da ilk günlerin coşkusunun ve kararlılığının yitirilmesi anlamına gelmiştir.

Yer yer ikili konuşmalarda suç işçilere atılmış, işçilerin mücadeleden kaçtığından, sınıf bilincine sahip olmadığından, sadece mesajlarla bildirilmesine rağmen eğitimlere katılmadıklarından dem vurulmuştur. Ancak yıllardır binlerce işçinin örgütlü olduğu bir sektördeki sendikanın üyelerine yönelik asgari bir bilinçlenme faaliyetine girememiş olması ve örgütlülük düzeyini geliştirememiş olması sınıf sendikacığından ne kadar da uzak olduğunun göstergelerinden birkaçıdır.

Grev yasağına karşı yürütülecek bütün bir mücadele, “işten atılan işçiler geri alınsının” talebinin dile getirilmesinin ötesine geçememiştir. Sendika yönetimi grev yasağına karşı CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş olmasına sığınmış, işçilere bunun sonucunun bekleneceğini ve hukuksal sürecin işletileceğini söylemekle yetinmiştir.

Tüm bunlar işçilerin umutsuzluğunu körüklemiş, bilinç ve örgütlülük düzeyinin zayıf olduğu yerde ise henüz sendikayı aşan bir pratik ortaya konamamıştır.

Sendikal bürokrasi tarihsel rolünü oynamaya devam ediyor

Böylesi bir saldırı karşısında birtakım ziyaretleri ve destek eylemlerini aşan bir pratik sergilenebilmelidir. Bu saldırı tüm sınıfa yönelik bir saldırı olduğu noktada çok daha ötesi yapılabilmelidir.“Elimizden geleni yapacağız, işçilerin arkasındayız, hele bir siz eyleme geçin biz de geliriz” mantığı, sürekli olarak bir yerlerden medet umma mantığıdır. Bunun sonu bugün de olduğu gibi sermayeden ve hükümetten medet ummaya kadar varmaktadır. Gelinen yerde bu çizginin aşılması tabana yaslanarak bir sınıf hareketinin oluşturulmasından geçmektedir. Bunun için bugün erken olsa da bu saldırı karşısında sendikal ihanete ve bürokrasiye gereken cevap sınıfın özgücüyle verilebilmelidir.

TEKEL’de tabanın zorlamasıyla, göstermelik de olsa grev çağrısı yapmak zorunda kalan konfederasyonlar bugün bu saldırı karşısında bunu bile yapamamaktadır, göstermelik bir kınamayla yetinmektedirler. Bu, aczin ifadesidir.

Sınıfın öfkesini ve kinini boşaltmaktan ve düzen içi kanallara aktarmaktan öteye gitmeyen mücadele çizgisi, işçi sınıfının önünde aşılmayı beklemektedir.

29 Mayıs Birliği ve “mağdurum” demagojisi

Tüm bu gelişmelerin diğer bir tarafında ise işten atıldığı için “mağdur” olduğunu düşünen ve Hava-İş içerisindeki birtakım muhalif kesimlerin desteğini alarak oluşturulan 29 Mayıs Birliği bulunuyor. Birlik, kendi özgücüne güvenmemenin ve sınıf bilincine sahip olmamanın bir tezahürü olarak her şeyi sendikadan, bugün için de sendikal bürokrasiden beklemek yanlışına düşmüş bir oluşum olarak karşımızda durmaktadır. Sendika içinde muhalefet olmanın birtakım dar hesaplarını da yansıtan bakış ne direnişi ne de işçi sınıfını bir yere götürebilir.

Çünkü THY yönetimi ile Hava-İş’in arasında kalarak “mağdur” olmuş işçiler demagojisi düzenin işine yarayacaktır. Her ne kadar eksikleri olsa da bekleyişe dönse de işten atmalara karşı başlatılan direnişe destek olmayan, dışında yer almayı tercih eden işçiler ve onları yönlendiren sendika içi muhalifler, pratik hiçbir adım atmadıkları sürece ne kendilerine ne de sınıfa olumlu bir adım attıramayacaklardır.

Havayolu işçilerinin birliğini sağlamak ve bu birliği sınıf düşmanları olan sermayeye, hükümete ve THY yönetimine yöneltmek yerine yalnızca sendikanın mevcut yönetimiyle uğraşan bu oluşum, direnişe ve bir bütün olarak mücadeleye sırtını dönerek sermaye cephesinin yüzünü oldukça güldürmüştür.

Bugün yapılması gereken tüm eksik ve sorunlarına rağmen direnişe destek olmak, filli-meşru mücadeleye omuz vererek sendikal bürokrasiye hak ettiği cevabı vermektir. “Bizler mağduruz, destek bekliyoruz” diyerek teşhirle sınırlı kalmak ve sendikal bürokrasinin yaptığı gibi hukuksal sürece bel bağlamak, sendika üzerinden küçük hesapları olanların ekmeğine yağ sürmektir.

Havayolu işçisi direnişine de sendikasına da sahip çıkmalı!

Yıllardır Hava-İş’in THY’de “örgütlü” olmasının elbette bir anlamı vardır. Ancak bu bir güvence değildir. Bu son süreç bunu çok daha açık bir şekilde göstermiştir. İşten atılan veya atılmayan THY işçileri şimdiye kadar olduğu gibi geri planda kalıp mücadeledeki inisiyatifi sendikal bürokrasiye ve kendi dışındaki güçlere bırakmaktan vazgeçmelidir. İşçiler kendi gücüne güvenmelidir. Ortak hareket ettiğinde gücünün nelere kadir olduğunu görmelidir. 2007’de ortak bir şekilde grev kararı almaları bile THY yönetimine geri adım attırmıştır. Şimdi yapılması gereken bu kararlılığın gösterilmesidir.

Atılan 305 işçiden sonra mücadelenin beklemeci bir şekle bürünmesi, sendika üyesi diğer işçilerin atılma korkusuyla yüz yüze kalmasına ve atıldıklarında sahipsiz kalacaklarını düşünmelerine neden olmuştur. Bunun temelinde, sendikal bürokrasinin “siz bize güvenin biz sizin yerinize mücadele ederiz” bakışını işçilerde hâkim kılması da yatmaktadır. Bunun sonucu olarak işçi sınıfı kendi öz gücüne güvenemez durumdadır ve bu durumun aşılması temel önemdedir. Sendikalar bizlerin öz örgütlülükleridir. İşçilerin baştan aşağıya yönetimde söz hakkı olmalı, sendika tepeden değil tabandan yönetilmelidir. Bu da kararların tabandan alınabildiği taban örgütlülükleri ile yaratılır.

Şu anda yoksun olan budur. THY işçileri kendisi ve mücadelesi hakkında en ufak bir karar alma hakkından ve mekanizmasından yoksundur. Bu, onun eline verilmeyecektir. Kendisi yaratacak ve koruyacaktır. Bu örgütlülüğe yaslanarak sendikaların başına çöreklenmiş sendikal bürokrasiden de kurtulmasını bilecektir. Bunu başta kendisi sonra da tüm sınıfı adına yapmalıdır. Bunun için de kendi direniş komitesini oluşturmakla işe başlamalıdır.

Direnişin geldiği aşamadaki beklemeci tavır terkedilmelidir. Herkes bilmektedir ki, THY yönetimiyle ya da hükümetle görüşerek işe dönülemeyecek, grev yasağı kalkmayacaktır. Bunu düşünmek kendini avutmak, bunun propagandasını yapmak ise sınıfa ihanettir. Eylemleri İstanbul’un hatta dünyanın dört bir yanına yayacak bir mücadele hattı oluşturulmalıdır. Bütün bunlar için halen çalışmakta olanlar işçiler içinde örgütlenmek ve onları harekete geçirmek kritik önemdedir.

Tüm bu saldırıları, ihanetleri ve beklemeci tavrı boşa düşürecek olan havayolu işçisinin kendisidir. Havayolu işçisi direnişine de sendikasına da sahip çıkarak mücadeleden tüm sınıfı için kazanımla çıkmasını bilmelidir.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 13 Temmuz 2012, Sayı 28)