G-8 ve NATO zirveleri… / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 26 Mayıs 2012
  • 10:54

Saldırganlık ve savaşlarla krizi aşma arayışı

Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri iki uğursuz zirveyi peşpeşe gerçekleştirdiler. İlki ABD, Kanada, İtalya, Fransa, İngiltere, Almanya, Japonya ile Rusya temsilcilerinin katılımıyla ABD’nin Camp David kentinde gerçekleştirilen G-8 zirvesi. Devlet veya hükümet başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen G-8 zirvesinde Euro krizi ile Yunanistan’ın durumu öne çıktı. 

İkincisi, ABD’nin Chicago kentinde yapılan savaş aygıtı NATO zirvesi. Bu zirveye savaş aygıtına üye 28 ülkenin temsilcileri, emperyalist işgal altındaki Afganistan konusundaki oturuma ise yanısıra 60 ülke ve kuruluşun temsilcileri katıldı.

Her iki zirvenin şefi ABD Başkanı Barack Obama idi. Emperyalist saldırganlık ve savaşın başını çeken Obama, doğal olarak iki uğursuz zirvenin de “yıldızı” oldu.

G-8 zirvesinde haydut takımının tedirginliği belirgindi. Yunanistan’daki ekonomik ve siyasi durum ile krizin İspanya, Portekiz, İtalya gibi AB’nin büyüklerine sıçrama riskinin yüksek olması, G-8 zirvesinde buluşan düzenin efendilerini epeyce kaygılandırmış görünüyor. Yunanistan işçi ve emekçilerinin krizin faturasını ödemeyi reddetmesi, seçimlerde “radikal sol” blok olarak anılan SYRİZA’nın büyük bir güç kazanması, dahası bu bloğun 17 Haziran’daki seçimlerden birinci parti olarak çıkma ihtimalinin yüksek olması, Camp David’de buluşanların adeta kabusu oldu.

Yunanistan’da emekçilerin krizin faturasını ödemeyi reddetmeleri, dahası bu eğilimin İspanya, Portekiz ve İtalyan işçi ve emekçilerinde de kendin hissettirmesi, özellikle AB şeflerini panik içinde bırakıyor. Bu koşullarda gerçekleşen G-8 zirvesinden kayda değer bir karar çıkmadı. Zira derinleşen kriz varolan görüş ayrılıklarını daha da derinleştirdi. Farklı eğilimler, “uyumlu” bir sonuç bildirgesinin yayınlanmasına engel oldu.

Küstah şeflerin eğilimi elbette kapitalizmin krizinin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek. Ancak Yunanistan ve diğer ülkelerdeki genel grevler ve militan kitle gösterileri, bu işin o kadar kolay olmadığını gösterince, zirvede fikir birliğine ulaşmak mümkün olmadı.

G-8 zirvesinin bu tablosu, emperyalist-kapitalist sistemin açmazlarının günden güne derinleştiğini gösteriyor. İşçi ve emekçilerin militan kitle gösterileri ve direnişlerinin devam etmesi durumunda, G-8’den yansıyan parçalı tablonun giderek içinden çıkılamaz bir hal alma ihtimali yüksek olacaktır.

Savaş aygıtı NATO’nun zirvesindeki hava ise G-8’den farklıydı. Savaş ve kan kokusunun yayıldığı zirvenin havası, emperyalist saldırganlık ve savaşın hizmetindeki görevlileri canlandırmış göründü. Zirvede, akıllı savunma kavramı, balistik füze savunma sisteminin ara yeteneğinin ilanı, Afganistan işgali, ortaklıklar ve savaş aygıtının caydırıcılık ve savunma yapısının gözden geçirilmesi konularının ele alındığı bildirildi.

Afganistan bataklığından çıkış arayışı içinde olan NATO şefleri, 2014’te işgalci orduların bu ülkeden çekileceğini, ancak 15-20 bin askerden oluşan ABD savaş makinesine bağlı bir gücün kalacağını açıkladılar.

Göreve yeni başlayan Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’in muharip birlikleri bu yıl Afganistan’dan çekme kararı, diğer emperyalist şefleri rahatsız etmiş görünüyor. Fransa’nın muharip askerleri erken çekme kararı “oyun bozanlık” olarak değerlendiriliyor.

ABD başta olmak üzere emperyalist güçler ile Türk sermaye devleti gibi sadık suç ortaklarının Afganistan’da insanlığa karşı işledikleri ağır suçlar ortada iken, zirvede, “Kabil’de demokratik bir yönetimin bırakılacağı”nın söylenmesi, 35 yıldır emperyalistlerin kışkırttığı savaşların yıkıcı sonuçlarına katlanan bu ülke halklarıyla küstahça alay etmekten başka bir anlam taşımıyor.

Talibanlar’ı iktidara taşıyan ABD emperyalizmi, onları devirmek için 2001’de savaş uçaklarıyla gerçekleştirilen ağır bombardımanların ardından Afganistan’ı işgal etmişti. 11. yılında olan vahşi işgalin sonucunda katledilen, sakatlanan Afganistanlılar’ın sayısını kimse bilmiyor. Zira Afganlılar savaş aygıtı NATO şefleri için bir rakam bile değiller. Tahmin yürüten bazı kurumlar 100 ile 200 bin arasında Afganistanlı’nın katledildiğini söylüyor.

Ülkeyi ortaçağ karanlığına sürükleyen “uygar işgalciler”, 11 yıl boyunca büyük bir yıkım ve insan kıyımı gerçekleştirmeyi başardılar, ancak başkent Kabil dışında hiçbir kenti tam denetim altına alamadılar. Şimdi ise ülkeyi yakıp yıktıktan sonra, Taliban güçleriyle yeniden işbirliği yaparak, 2014’te savaş aygıtını bu ülkeden çekeceklerini ilan ediyorlar.

Salt Afganistan tablosuna bakmak bile, emperyalist-kapitalist sistemin ne kadar barbar, yıkıcı, kıyıcı ve insan soyunun önünde acilen aşılması gereken bir engel olduğunu anlamaya yeter. 

Savaş aygıtı şeflerinin ele aldığı ikinci önemli konu ise Füze Savunma Kalkanı oldu. Malatya Kürecik’teki füze kalkanının kontrolünün NATO’ya devredildiğinin ilan edildiği zirveye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da katıldı.

Füze Kalkanı’nın denetiminin NATO’ya devri, dinci-gerici şeflerin aksi yöndeki tüm iddialarına rağmen, sistemin İran’a karşı siyonist İsrail’i savunmak için kurulduğunu kanıtlamış oldu. CHP milletvekillerinin tüm çabalarına rağmen tesise girmeyi neden başaramadıkları böylece anlaşılmış bulunuyor.

Dinci-Amerikancı iktidarın talebiyle kurulan Füze Kalkanı, İran başta olmak üzere komşu halklara karşı yeni savaş cephelerinin açılması hazırlığının bir parçasıdır. Nitekim, NATO Genel Sekreteri ırkçı-gerici Anders Fogh Rasmussen, NATO zirvesinin ilk oturumunun ardından düzenlediği basın toplantısında, balistik füze savunma sisteminin ara yeteneğinin hayata geçirilmesi ilanını, “gerçek bir transatlantik takım çalışması” diye niteleyerek, Ankara’daki suç ortaklarından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Savaş aygıtının şefi şunları söylüyor: “Bunu ara yetenek olarak adlandırıyoruz. Tüm NATO Avrupa nüfuslarını, topraklarını ve güçlerini tam koruma altına almaya dönük uzun vadeli hedefimize uzanan ilk adım... Sistemimiz farklı müttefiklerdeki füze savunma unsurlarını -uydular, gemiler, radarlar ve enterseptörler- NATO komuta ve kontrolü altında birbirine bağlayacak. Bizim, Avro-Atlantik bölgesinin dışından gelen tehditlere karşı kendimizi korumamızı sağlayacak.”

NATO ülkeleri tehdit altında oldukları için füze savunma sistemlerinin kurulduğu söylemi, iğrenç bir yalandır. Zira dünyanın en büyük ordularını besleyen, nükleer ve kimyasal silahlar dahil son teknoloji ürünü silahlarla donanmış savaş aygıtlarını el altında bulunduran NATO üyesi devletlerin varlığı bile dünya halkları için büyük bir tehdittir. Afganistan, Irak, Libya örnekleri, savaş aygıtı NATO’nun misyonunu tüm vahşetiyle ortaya koymakta, kimin halklar için tehdit oluşturduğunu tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta gözler önüne sermektedir.

Büyük bir ağ şeklinde tasarlanan füze kalkanı sisteminin kurulması, emperyalist zorbalarla suç ortaklarının NATO’yu da kullanarak halklara karşı yeni cepheler açmaya hazırlandıklarının göstergesidir. Nitekim, son günlerde farklı kaynaklardan yapılan açıklamalar, hem siyonist rejimin hem Pentagon’daki hamilerinin olası bir İran saldırısı için hazırlık yaptıklarını haber veriyor.

Ankara’daki dinci-Amerikancılar’ın girişimlerine rağmen, NATO zirvesinden Suriye’ye dönük askeri saldırı kararı çıkmadı. Ancak bu durum, Suriye’nin yıkıcı bir iç savaşa sürüklenmesi için her türden kirli yöntemin kullanıldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Kökten dincilerin terör eylemlerini Lübnan’a taşımaları, İran’a karşı saldırıya geçmek için zemin hazırlandığını da gösteriyor.

Mezhep çatışmalarıyla halkları birbirini kırdırma ve anti-siyonist direniş dinamiklerini ezme taktiği izleyen emperyalist-siyonist güçler ile Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi suç ortakları, savaş aygıtı NATO’nun bölge halklarını hedef alan saldırılarını daha da yaygınlaştırılması için çaba sarfediyorlar.

Kısacası ABD, bölgesel suç ortakları ve savaş aygıtı NATO’nun öncelikli hedefleri Suriye, Lübnan Hizbullah’ı, İran ve Filistin direnişidir. Amaç, bölgede emperyalist-siyonist güçlere boyun eğmeyen hiçbir güce yaşam hakkı tanımamaktır.

NATO’nun insanlığa karşı işlediği ve işlemeye devam ettiği ağır suçlar, Füze Kalkanı’nın sökülmesi başta olmak üzere, Türkiye topraklarında kurulu İncirlik ile diğer ABD ve NATO üslerinin kapatılması için mücadeleyi yükseltmeyi zorunlu kılıyor. Bu mücadele ilerici-devrimci güçlerin temel gündemleri arasında yer almalıdır. Unutulmamalıdır ki, NATO sadece dış savaşlar icra etmiyor, aynı zamanda bir iç savaş aygıtı olarak da çalışıyor. Dolayısıyla dinci-Amerikancı iktidarın içe ve dışa dönük saldırganlığına karşı yükseltilen mücadele, NATO saldırganlığını da hedef alan bir perspektifle örülmelidir.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 25 Mayıs 2012, Sayı 21)