G-20 ülkesinde sendikal temizlik vakti!.. - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 28 Haziran 2012
  • 04:53

Sendikal hak ihlallerinde Avrupa birincisi olmayı katiyen umursamayan G-20 Türkiye'si 'sektör karlılığı' adına bir gecede Meclis'te grev yasağı çıkartarak çalışma haklarına karşıt otoriter-kapitalist tavrını perçinlemişti.

Ve şimdi 'bazı iş kollarına' getirilen grev yasağının önümüzdeki günlerde bütün çalışma hayatına geçirilecek yasal zırh olacağını tahmin etmek hiç de zor değildi.
Her türlü insani hak ve özgürlüğün karşısına dikilen hegemonik devlet-millet birliği, ekonomik kalkınmanın sıhhati ve sermaye çıkar bloku demokratik alanın etrafını hak yasağı getiren yasalarla derinden kuşatıyordu.

Mesela 'küresel marka' THY'miz, çalışanlarından bağımsız piyasalarda 'insan emeği tanımayan' ekonomik bir değerdi. Bu markanın stratejik değerini riske atacak 'arkaik grev hakkını' kullananlar ibret-i emek piyasaları için işten atılırdı.

THY işçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri devam ederken, tepeden inme getirilen grev yasağı ve işten çıkartılan 305 kişi tabii ki 12 Eylül referandumu öncesi meydanlarda Başbakan'ın 'kardeşlerimin bir değil, iki sendikaya üye olma hakkı anayasal güvence altına alınıyor, memur toplu iş sözleşmesi yapacak' ifadelerinin iki yıl sonra fiiliyattaki karşılığıydı.

12 Eylül referandumunun 'demokratikleşme' retoriğine bolca serpiştirilmiş sendikal hak kullanımı, bugün siyasi ve sosyal kolektif örgütlenmeyi işaret ettiğinden hem piyasa ekonomisine hem de otoriter siyasi pratiklere karşı büyük bir tehditti.
Dolayısıyla etkin güçlü toplumsal muhalefet yapan yüz binlerce üyesi olan KESK, Eğitim-SEN ve SES yöneticileri KCK operasyon dalgasına tabi kılınarak sindirilmeye çalışılırken diğer yandan yasal grev hakkını kullanan THY çalışanları 'kanunlu ve kanunsuz grev yapmanın bedelini bu ülke ödeyemez' kabulüyle işlerini kaybediyorlardı.

Grev yasağından 15 gün sonra siyasi enerjisi yüksek KESK'in Kürt kökenli yöneticilerine yönelik gözaltı furyası, sendikal örgütlenmeyi kriminalize ederek etkin sendikal yapıları gayri yasallaştırma operasyonuydu...

Nitekim KESK yöneticilerine sorulan sorular 21 Aralık'taki sağlık emekçilerinin grevine neden katıldıkları ve toplu sözleşme yapılmadığı için zamsız bordrolarını yaktıkları eylemlerle ilgiliydi..  

Yani siyasi alanda da ekonomik alanda da özgüvenli, bağımsız ve iktidara muhalefet yapan sendikal hareketler ve kolektivist emekçi iradesinin derin temizliğinin vakti gelmişti.. 

Ayrıca sendikalı oldu diye işten atılan TOGO işçileri ya da BEDAŞ işçileri de defalarca gözaltına alınıp, yıldırılıp etkisizleştirilerek kamuoyuna devlet sendikacılığı benimsetilmeli ve bu totaliter standart yaygınlaştırılmalıydı.
Kalan sendikaların toplu sözleşme yetkileri Toplu İş İlişkileri Yasası'yla tasfiye edilerek siyasi ve sosyal gücü iğdiş edilmeliydi.
Ancak böyle ulusal iş gücümüz de düzenli işçi ordusu misali siyasi erke tam saygılı hem kontrol edilen oy deposu hem de küresel yatırımcıyı memnun bırakan ucuz kitlesel hizmetini sunabilirdi....

KESK ve Eğitim-SEN'in görüşülmeden yasalaşan 4+4+4 kademeli eğitim reformuna karşı örgütledikleri protestolar, 23 Mayıs'taki Kamu Emekçi mitingleri ve SES'in sağlıkta taşeron sistemden özelleştirme karşıtı tüm bu faaliyetlerdeki toplumsal dinamizmin gecikmeden yolu kesilmeliydi.

Böylece de sendika yöneticilerinin 'terörist' diye suçlandığı, sendikal özgürlükleri Meclis'ten çıkan yasalarla yasaklanmış Türkiye, Sudan, Etiyopya ve Suudi Arabistan'a denk demokrasisiyle insan hakları ihlal şampiyonu bir G-20 ülkesi olurdu..

Akşam / 28.06.12