Ekonominin suçluları... - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 26 Mayıs 2012
  • 04:32

Sığ ve cılız 'sivilleşme söylemini' 21. yüzyıl NATO'sunun gözde üyeliğine terfi ederek tamamlayan Türkiye 'demokratikleşme sürecini' hızlandırıyor! Dümdüz edilmiş siyasi alanın yanında dünyanın ikinci, OECD'nin ve AB'nin en büyük 'siyasi suçlularının' cezaevi de yükseliyor.

Terörle Mücadele Yasası'nın sol ve Kürt siyasi muhalif örgütlenmelerden ürettiği 13 bine yakın 'terörist' aslında demokratik hak ve özgürlüklerini kullananların adresini yüzde 110 dolulukla cezaevleri olarak veriyordu.

Siyasi düşünce ve ifade özgürlüğünün sıradan tezahürlerinin (afiş, stant, pankart, yumurta, kitap, slogan, ıslık, alkış, halay, anma, puşi) bile terörle bağlantılandırması sonucu baskı altına alınan Türkiye'nin siyasal alanı adeta 'teröre yataklık' etmekten tasfiye edilmişti.

Diğer yandan hükümetin kamusal hayata nüfuz eden milliyetçi-muhafazakar söylem ve otoriter pratiklerinin zihni arka planında ise ekonomik alanın derin 'özelleştirme' ve 'metalaştırma' süreçleriyle sermaye birikimiyle bağlantılanması kimsenin umurunda değildi.

Kamu emekçilerinin grevinde memurlara, sendikacılara biber gazı sıkan çevik kuvvet, sendikalı oldu diye işten çıkartılan Adana'daki taşeron TEDAŞ işçilerine müdahale eden zabıta ve Karadeniz sahil yoluna üç kuruş fiyat verilen çayını döken çay üreticilerini etkisiz hale getiren jandarma kuvvetleri artık ülkenin ekonomik bekasını can siperane koruyan tahkim edilmiş güvenlikçi devleti temsil ediyorlardı.
Ve bu 'ekonomik büyüme düşmanı' gruplar, hükümet yetkilileri tarafından 'devletin hak gördüğü 'bahşişe' razı gelmeyenler' olarak kamuoyuna şikayet ediliyordu.

Kamu emekçilerinin grev haklarını ellerinden alan yasadaki antidemokratiklik değil de hakları olmayan grevi yapmakla eleştirilip gözdağı veriliyordu. Halbuki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ve İLO komitelerinin açık kararlarına karşın kamu çalışanlarına 'grev yasağı' getirerek uluslararası hukuk hiçe sayılmıştı...
Devletin kamu hizmetlerinde 500 bin taşeron yani 11 ay çalıştırılıp işten attığı kiralık işçiler ve 4-C'li, 4-B'li güvencesiz çalışma modellerini ya da yine taşeron firmalardan kiralanmış temizlik işçi kadrolarında çalışan teknik uzmanları, ders saati 7 TL olan sözleşmeli öğretmenleri hatırlamayan Maliye Bakanı Merrill-Lynch'teki 770 bin dolarlık maaşına da yılda yüzde 6 zam yapıldığını söylüyordu...
Yüz yüze/mülakat sınav sistemiyle siyasi kadrolaşmanın yanı sıra kamu hizmetlerinin 'taşeronlaşmasından', güvencesiz ve kuralsız çalışmanın yerleşmesinden de bahsetmiyorlardı...

Ama uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarında 'art niyetli' bulan kendi milli kredi derecelendirme sistemini kuracak olan Türkiye bir yandan da 'ekonominin suçlularını' icat etmeye başlamıştı bile...

Deri-İş Sendikası'na üye oldukları için atılan TOGO ayakkabı fabrikası işçileri 'iki ayakkabı' fiyatına çalışırken kaybettikleri işleri için direniş yapınca, bir haftada üç kez gözaltına alınmışlardı. Maltepe Belediyesi'nin taşeron işçileri ise 120 günde 10 kez gözaltına alınmışlardı.

'Çimlere bastınız', 'kaldırıma çıktınız', 'pankart astınız', 'trafikte dikkat bozmak' gibi gerekçelerle polis tarafından müdahale edilip karakola götürülen işçiler, elbette suç işliyorlardı... Devasa özelleştirilmiş alanda ya köle gibi çalışırlardı ya da güvenlik güçlerince gözlerden uzak bir yere götürülürlerdi...

Ya da Tortum'da HES yapılmasına karşı mücadele veren yöre halkı ve hakkında 8 dava açılan 17 yaşındaki Leyla'dan 80 polisin 'mağdur' sıfatıyla şikayetçi olup dava açtıklarını öğreniyorduk...

Bu arada Tortumlu çarşaflı teyze HES yapılmasını protesto ederken gelen iş makinelerini koruyup kendisini engelleyen polislere ve Başbakan'a şöyle bağırmıştı 'Sizlerle Sırat Köprüsü'nde görüşeceğiz. Orada polis, jandarma yok'...
Tabii ki bu sözleriyle 'özelleştirilmiş kamusal alanın' uhrevi tarifini verirken dindar ve muhafazakar metafiziğin arkasında duran sermaye güvenliğinin şiddetini de içtenlikle işaret ediyordu...

Akşam / 26.05.12