Dünya şahittir ki!.. – Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 07 Haziran 2012
  • 00:19

7-8 yaşında top oynadığı arkadaşının, 'Aşık Veysel'in akrabasıyım' demesi üzerine siyah göbekli Kara Toprak plağını hatırlayıp heyecanlanarak arkadaşını eve getiren Fazıl Say için bugünlerde 'halkın bir kesiminin dini duygularını alenen aşağılamak' gerekçesiyle iddianame yazmaktan geri duramamıştık.

Dünyanın en itibarlı konser salonlarında Say'ın dokunuşuyla siyah beyaz tuşlardan 'Kara Toprak' yükselip ölümsüzleşirken Fazıl Say, halkının duygularını incitmekten 1.5 yıl hapis cezasıyla yargılanabilirdi..
Hatta gerekirse Say'ın alıntıladığı Ömer Hayyam'ın bu dizelerini de 10 asır sonra halkımızın maneviyatını  tahkir ettiği gerekçesiyle pekala yargılayabilir rubailerini de yasaklayabilirdik de...     
Anlaşılan yine siyasi tarihimizin otoriter devlet vehminin sanatçı, edebiyatçı, düşünürle kurduğu marazi ilişkisi nüksetmiş ve onları sürüldüğü yabancı topraklardaki kabirlerinde 'yad eden' bir ülke olduğumuzu unutmuştuk.
Hrant Dink'i yazdığı bir metindeki metaforik anlatımını okuyamayan ve 'Türklüğü aşağıladığı' iddiasıyla TCK 301'le yargılayan, 'milli' hedef haline getiren ve katleden zinde yasalarımız,  bu kez  TCK 216 ile yani 'dini değerler' üzerinden işliyordu...
'Türk-Sünni homojen toplum tasavvuru' gereğince ifade özgürlüğünün katiyen kurumsallaşamadığı Türkiye, sanatçı ve edebiyatçısının dilini sürgüleyen, yurtsuzluğa mahkum eden, vatandaşlığına bile tahammül edemeyen resmi tavrını aynen muhafaza ediyordu.
İktidarın nedamet popülizmi kısa sürmüş, gözler hızla kurumuş, Başbakan'ın 'Türkiye böyle büyük bedeller ödememeliydi' sözleri mazi olmuştu.
Çünkü ne geçen hafta ölümünün 49. yılında Moskova'da mezarı başında anılan dev çınar ağacı Nazım Hikmet'in iade-i itibarını verebilmiş, ne de Paris de Pere Lachais mezarlığındaki kabrinde 'Hoşça Kal Ülkem' yazan Ahmet Kaya'ya 'hoşça kal' diyebilmiştik.
Çok sevdikleri ülkelerine hasret hayatlarını kaybeden 'Komünist' Nazım Hikmet ve 'PKK'lı, vatanı bölmeye çalışan!' Ahmet Kaya'nın mezarları 'demokratikleşmiş Türkiye' imajı adına sözde pişmanlık beyanatıyla poz verilecek arka plandan başka bir şey olamamıştı.
Ve şimdi Başbakan'ın deyişiyle Türkiye ödeyeceği benzer bir başka büyük bedeli sanatçı Fazıl Say'ın omuzlarına yüklüyordu... Ve Berlin, NewYork, Viyana, Paris gibi klasik müziğin başkentlerinde verdiği bine yakın konser bitiminde virtüözitesi ve eserleriyle Fazıl Say'ın aslında dünyanın ayakta dakikalarca alkışladığı bir Türkiye temsili olduğunu umursamıyordu.           
Pek tabii ki bu 'Türkiye' finans kuleleri, abartılı duble yol ve yapay kanallarla boğulmuş plastik küresel kent imgesinin üzerinden uçan halının üzerinde beliren egzotik ve pahalı yapım Türkiye logosuna hiç benzemiyordu...
Fazıl Say adı yüzyılın piyano virtüözleriyle birlikte anılırken Say'ın dokunduğu tuşların titreşimlerinin kanatlarıyla 'başka bir Türkiye'yi'  dünyanın dört bir yanına tek başına taşımasının günümüzde değeri yoktu...
Ama doğduğu toprakların ezgilerinden devşirilmiş ve tarihinden ilhamla bestelediği onlarca eseri müzik tarihindeki yerini çoktan almıştı..
Hiç şüphesiz Fazıl Say'ın evrensel müzikle aramıza dokuduğu köprünün ki bu köprü tabii ki 3.köprünün ekonomik dinamizmine sahip değildi..
Ama bu köprüden geçen 'Anadolu, Aşık Veysel, İstanbul, Nazım, Yunus Emre, Metin Altıok, Nasreddin Hoca, Pir Sultan Abdal, Yeni bir Gülnihal, Hezarfen Çelebi' ve diğer sayamadığımız yerel temalar... Konçerto, sonat, senfoni, rapsodi, oratoryo, chaunson, baladın ruhu ve adı olup milyonlarca insana Türkiye'yi hissettiriyordu..    
Yani Fazıl Say'ın halkının duygularına ve sahih kültürüne derince aşinalığına dünya şahitti...

Akşam / 07.06.12