Direniş sermaye devletinin açmazını derinleştiriyor... / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 03 Kasım 2012
  • 12:09

“Körler onları görmese de yıldızlar vardır!”


Kürt hareketinin yükselttiği direniş, cezaevlerinde başlayan açlık grevleri ile birlikte üst boyuta ulaştı. Başarılı gerilla eylemleriyle Kürt sorununu gündeme getiren ve TSK’yı Kürdistan’da zor durumda bırakarak ciddi prestij elde eden Kürt hareketi, başlattığı açlık grevi direnişiyle elde ettiği üstünlüğü bir adım öteye götürdü.

Gerilla eylemlerini açlık grevlerinin oluşturduğu duyarlılıkla birlikte kitlesel bir eyleme dönüştüren hareket, özellikle 30 Ekim “Topyekün Direniş Günü” çıkışıyla düzene bir kez daha net bir yanıt verdi.

Bu süreçte sermaye devleti sözcüleri ve basın eliyle açlık grevlerine yönelik aşağılık bir kampanyaya da start verilerek her tür yalan ve demagoji gündeme getirildi.

Açlık grevleri 50 günü geride bıraktı!

Kürt hareketi, özellikle Oslo görüşmelerinin hükümet tarafından yok sayılması ve aynı süreçte KCK operasyonlarının tırmanmasının ardından devletin saldırılarını soykırım olarak tanımlamış, buna karşı direnişe geçeceğini duyurmuştu. Kürt hareketi cephesinden devletin inkar ve imha saldırılarına karşı ilk çıkış Kürdistan’da yükseltilen gerilla faaliyetleri oldu. Vur-kaç taktiğini bırakarak alan hakimiyetine yönelen HPG, özellikle yol kontrolleri ve başarılı silahlı eylemler ile ciddi bir prestij kazandı.

Eli kolu bağlanan ve birbiri ardına kayıplar veren Türk devleti yalan ve çarpıtmaya başvurmak dışında bir şey yapamazken, PKK’nin silahlı eylemleri Kürt sorununu bir kez daha ciddi biçimde Türkiye’nin gündemine oturttu. Aynı süreç içerisinde hükümet cephesinden Oslo tartışmalarının yeniden yapılabileceği yönlü kimi sözler sarfedilmesi de devletin düştüğü aczin bir başka ifadesiydi. Ancak sermaye devleti çok geçmeden bu söylemi terkederek operasyonları –askeri ve sivil- hızlandırdı. Buna rağmen KCK adı altında önüne geleni cezaevine toplamak dışında bir kazanım elde edemedi.

Gelinen yerde ise Kürt hareketi, gerilla eylemleriyle başarılı bir ivme kattığı mücadeleyi, açlık grevleri aracılığı ile çok daha etkili ve kitlesel bir alana taşıdı. 50. günü geride bırakan açlık grevleri, bir yandan devleti saldırganlaştırırken diğer yandan taleplerin meşruluğu kitlesel desteğin de önünü açtı.

Gelinen yerde 66 cezaevinden 700’e yakın tutsağın açlık grevinde olduğu belirtiliyor. Tutsaklar ile dayanışma eylemlerine ise her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Destek açlık grevleri, dayanışma çadırları, basın açıklamaları ve yürüyüşler ile gerek Kürt halkı, gerekse Türkiye’nin ilerici ve devrimci güçleri açlık grevi eylemini sahiplenerek tutsakların taleplerinin kabul edilmesini istiyor.

Özellikle 30 Ekim’de BDP’nin çağrısıyla gerçekleştirilen “Topyekün Direniş Günü” eylemleri, açlık grevlerinin nasıl bir kararlılıkla sahiplenildiğini de gösteriyor. Eylem çerçevesinde Kürdistan’da hayatın durduğu ve bir çok ilde tek bir dükkanın dahi açılmadığı burjuva basında dahi manşetlerde yer aldı. Yine polis terörüne rağmen gerek Kürdistan’da gerekse batıda onbinlerce kişilik eylemler yapıldı, polis saldırıları kitlenin militan duruşu ile yanıtlandı.

Bununla birlikte orta katmanların, aydın ve sanatçıların da sürece ilgisi gün be gün artarak demokratik kamuoyu desteği gelişiyor. Bir yanda çatışmalar ve eylemler sürerken diğer yanda gerek mecliste, gerekse farklı platformlarda açlık grevlerine dikkat çekilerek düzenin açmazı derinleştiriliyor.

Devlet terörü dizginlerden boşaldı!

Eylemler karşısında aciz kalan sermaye devleti bir kez daha teröre ve demagojiye sığınıyor. Açlık grevlerine destek için gerçekleştirilen eylemler coğrafyanın dört bir yanına yayılırken polis terörü de türlü biçimlerde eylemcilerin karşısına çıkıyor. Direniş çadırlarına saldıran, kitlelere gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale eden kolluk güçleri, Mardin’de BDP yöneticisini gaz bombası ile kafasından vurarak ağır biçimde yaralanmasına sebep oldu. Bunun yanısıra çok sayıda kişinin yaralı olduğu da biliniyor.

Ancak sermaye devleti saldırganlığını polis terörüyle de sınırlı tutmuyor. 19 Aralık sürecinin kötü bir tekrarını sahneye koyan devlet, sivil faşistlerin de ipini çözerek bir çok yerde eylemlere saldırttı. Özellikle Bursa’da polis ve faşistlerin adeta kolkola girerek Kürtler’in yaşadığı mahalleleri basmaları ve pervasızca saldırmaları, devletin acizliğinin yanısıra vermek istediği gözdağını da gösteriyor. Sermaye devleti başı sıkıştığında faşistleri kullanabildiğini her zaman gösteriyor. Özellikle son süreçte faşist MHP ile de arasından su sızmayan AKP, Kürt halkına karşı en aşağılık linç girişimlerini tertiplemekten çekinmiyor.

Dünden bugüne devlet dili değişmedi!

AKP şeflerinin söylemleri ise devletin resmi dilinin devamından ibaret. Dün, 96’da, 2000’de Açlık Grevi ve Ölüm Orucu eylemleri için hangi yalan ve karalamalara başvurulduysa bugün de aynıları raftan indirilerek aynı sözcükler ile kullanılmaya çalışılıyor.

Tayyip Erdoğan’ın açlık grevlerine dair son açıklamaları, bu konuda da devletin söyleminin kolay kolay değişmeyeceğinin kanıtı. 29 Ekim resepsiyonunda konuşan Erdoğan “Aç kalan yok, herkes her şeyi yiyor” sözleriyle eylemi karalamaya çalıştı. Sözlerini “Müdahale gerektiğinde yapılır” biçiminde sürdüren Erdoğan, müdahale adı altında yapılacak yeni katliamların da sinyalini verdi. Kimse aç değilse neyin müdahalesinden bahsedildiği ise Erdoğan’ın tutarsızlığının göstergesi.

Erdoğan, yaptığı bir başka açıklamada ise düzenin bir diğer argümanına sarılarak milletvekilleri “kuzu-kebap” yerken örgüt militanlarının ölüme yollandığını iddia etti. Erdoğan açıklamalarında dinci-gerici bir gazete müsveddesinin eski bir yemek sofrası fotoğrafı eşliğinde hazırladığı manipülatif habere de göndermede bulundu. BDP milletvekillerinin yemek yerken göründüğü fotoğrafın açlık grevleri başlamadan çok önce çekildiği ise gün içerisinde ortaya çıkmıştı.

Yine Almanya ziyaretinde Kürt gazetecinin açlık grevlerine dair sorusuna Erdoğan “Türkiye’de ölüm orucunda olan sadece 1 kişi vardır (...) Şu anda açlık grevi falan yoktur. Bunlar tamamen şovdur” yalanıyla yanıt verdi. Eylemi görmezden gelmek için en aşağılık ve yüzsüz yalanlara dahi sığınmaktan kaçınmayan Erdoğan’ın yalanını ortaya çıkaran ise kendi Adalet Bakanı oldu. Erdoğan ile aynı saatlerde açıklama yapan bakan, “Şu anda 66 ayrı cezaevinde 683 kişi olarak gözüküyor bizde” sözleriyle Erdoğan’ın yalanını yüzüne vurdu.

Düzen cephesinden yapılan açıklamalar bununla da sınırlı kalmadı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik “Örgüt, açlık grevinden vazgeçenleri şimdi de intihara zorluyor” diyerek bir kez daha PKK yöneticilerini suçladı.

Erdoğan’ın ve diğer devletlilerin bu sözleri, zindan direnişleri tarihini bilenler için hiç de şaşırtıcı değil, aksine düzen algısının doğrudan tezahürü olarak hayli anlaşılır. ‘96 Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu direnişi sürecinde, dönemin adalet bakanı Şevket Kazan, benzer bir açıklama yaparak “stok yapmışlar, gizli gizli yiyorlar” demişti. Ancak bu açıklamanın ardından direniş 12 tutsağın şehit düşmesi ile sonuçlanmıştı.

2000 Ölüm Oruçları’nda ise, tutsakların gizli gizli yediği sürekli olarak gündeme getirilmişti. Özellikle 19 Aralık katliamının ardından gazeteler “sahte oruç” benzeri manşetler atmış, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın benzer açıklamaları basında yer almıştı. Özellikle tutsakların aldığı B vitaminleri demagoji malzemesi yapılmış ve buna dayanılarak eylemler “sahte” ilan edilmişti. Ancak bu “sahte” eylem sonucu 122 tutsağın ölümsüzleşmesi, düzenin kara propagandasına net bir yanıt oldu.

Burjuva basının seferberliği sürüyor!

Burjuva basının tavrı da devletlileri aratmıyor. 2000’de devrimcileri katleden 19 Aralık operasyonunu “Sahte oruç kanlı iftar” başlığıyla duyurabilecek denli alçalan medyanın günümüzde PKK’li tutsaklarca başlatılan açlık grevlerine yönelik yaklaşımları da bu açıdan şaşırtıcı değil.

19 Aralık katliamı ardından Sadettin Tantan’ın sarfettiği “Ölüm orucu yapıyoruz diye kandırdılar. Hastaneye kaldırılanları çoğu sağlam çıktı” sözlerini manşetten duyuran gazeteler tutsakların kalaşnikovlarla ateş açtığı ya da birbirlerini yaktığı gibi haberlere sıklıkla yer vermişti.

Bildik tavrını takınan basın bugün de birbiri ardına yaptığı haberlerle açlık grevlerini karalamaya çalışıyor. Bunu yaparken de Kürt ve PKK düşmanlığını körükleyerek toplumsal duyarlılığın da altını oymayı amaçlıyor. Günlerdir medyada yer alan haberlere bakıldığında bu haberlerin tek merkezden yönetildiği de rahatlıkla görülebiliyor. Özellikle dinci basın, bu konuda başat bir rol oynuyor.

Sabah gazetesinin 29 Ekim tarihli sayısı bile tek başına yeterli veriyi bize sunuyor, işte gazeteden bazı başlıklar: “PKK’nın çifte standardı açlık grevcilerini çözdü!”, “Yaşlanan PKK 10 yaşındaki çocukları zorla dağa götürüyor”, “Oğlu ölüm orucunda olan babaya destek”, “Karayılan’a KCK’lılardan Kürtçe isyanı” Bu başlıkların yanısıra kaç kişinin “etkisiz hale getirildiği” ya da kaç tane “başarılı” operasyon yapıldığı yönlü haberleri buraya almıyoruz bile...

Ak-it gazetesinin BDP milletvekillerinin yemek yediği fotoğrafı yayınlayarak bunun üzerinden demagoji yapması, Tayyip Erdoğan’ın da mal bulmuş mağribi gibi bu habere sarılarak her fırsatta kullanması medya ile devletlilerin işbirliğini gösteren bir başka örnek...

“Körler onları görmese de yıldızlar vardır!”

Gerek medyanın başlıkları, gerek düzen cephesinden yapılan açıklamalar, geçmiş zindan direnişleri süreçlerini fazlasıyla hatırlatıyor. Direnişin örgüt baskısı ile yürütüldüğü, tutsakların birbirini yaktığı gibi çok sayıda gerici argüman tüm zindan direnişlerinde sıklıkla kullanılmıştı ancak hiçbiri ölümlerin ortaya koyduğu kararlılığı boğmaya yetmedi. Tüm yalan ve çarpıtmalara rağmen tarih, direnişe hak ettiği değeri verdi.

Kuşkusuz ki bu açıklamaların manipülasyon yönünün yanısıra düzen anlayışının göstergesi olması gibi de bir anlamı bulunuyor. Tüm bu açıklamalardaki ortak dil, düzen güçlerinin böylesi bir eylemi anlayamadığını ortaya koyuyor. Kendi çıkarları dışında hiçbir şey düşünmeyenler, insanların idealleri için bedenlerini ölüme yatırmalarına inanamayarak ya gizli gizli yediklerine ya da örgüt baskısı ile bunu yaptıklarına inanmak istiyor.

Ancak tüm bu yok sayma ve karalama çabalarına rağmen Kürt siyasi tutsaklarının direnişi tüm kararlılığı ile sürüyor. Devletin saldırı tehditlerine karşı hem tutsaklar, hem de Kürt hareketi direniş göstermekte kararlı olduklarını, her türlü saldırıya karşı duracaklarını ifade ediyorlar. Kürt hareketinin öznesi olduğu direniş sürecini görmek istemeyenlere Nazım’ın şu dizelerini hatırlatmak gerekiyor: “Körler onları görmese de yıldızlar vardır!”

31 Ekim 2012

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 2 Kasım 2012, Sayı 10-43)