Antony Hegarty'nin selamı - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 14 Temmuz 2012
  • 06:39

Harbiye semalarına doğru 'Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi' sözleri, Antony Hegarty'nin dalgalı sesinden usulca yayılırken martılar da sanki Hegarty'e, 'Öldürüldük Ey Halkım Unutma Bizi' diye eşlik ediyorlardı.

Elbette 'hep daha büyük bir özgürlük' için şarkı söyleyen sanatçının bu saygın selamının muhatapları hapishane, mezra, karanlık sokak ve tehlikeli mahal adreslerinde fikirleri canlarıyla birlikte katledilmiş insanlarımız olduğu kadar...
Devletin siyasi muhalifliği terörist iddiasıyla eşleştirerek tutukladığı 100'e yakın muhalif gazeteci, ifade özgürlüğünü kullanan akademisyenler, siyasi duruşu olan 771 öğrenci, KESK'li sendikacılar ve çoğu Kürt kökenli halk oyuyla seçilmiş 7000'e yakın siyasetçi, vekil ve belediye başkanıydı.

Bu arada meclisten apar topar geçen yasa ile 34 yıl önce 7 TİP'li genci telle boğup, ölmeyenleri kurşuna boğan katilleri 20 yıl sonra zoraki yakalayan devlet, bu hafta serbest bırakıyor ve geciken adalet düğüm üzerine düğümle boğuluyordu.
İşte böyle kör bir zamanda Antony Hegarty, ilk kez Selda Bağcan'dan insan ruhunu delik deşen eden dokunaklı yorumuyla ağlayarak dinlediği bu ezgiyi söylüyor...
Ve siyah kanatlı bir kuş özgürlüğüyle bizlerin zihin hapishanemizden içeri süzülüyordu.

Erkek egemen düzenin toplumsal, ahlaki, siyasi normlarıyla duvarlanmış verili dünyasını müziği ve varlığıyla manifest bir metin gibi olumsuzlayan Antony Hegarty, Türkiye'de sahneye çıkarken bir tutam gün ışığını da beraberinde getirmişti.

Belki de müziğin cesaret verici gücüne inanan Hegarty'in besteci rafinmanını gösteren büyülü baladlarını söyleyip ardından son gelişinden beri İstanbul ve Türkiye'nin politik ahvalinin gidişatını sormayı ihmal etmemişti!
Ancak Hegarty'e cevabımız, kitlesel dil tutukluğu ve kekemeliğimizi aşamayınca, sözcüklerin seçilmediği düşük volümlü bir uğultuya dönüşmüştü.
Halbuki iç sesimiz bize son beş yılda hak ve özgürlük tınlayan kim ve ne varsa otoriter yasalarca derdest edildiğini ama iç sansürümüz bunun yeri ve zamanı olmadığını söylüyordu.

Ayrıca sahiden konuşmaya kalkışsak kifayetkar özgür politik bir dile sahip miydik?
Yoksa Antony Hegarty'in şarkılarından bize geçirdiği aydınlık, bizim için bir anlık estetik bir haz mıydı?

Ya da onun Batı Sussex'in yoksul işçi mahallelerinden Manhattan'ın underground varoşlarına uzanan 'dışlanmışlık' ve 'marjinallikle' ödünlediği çileli hayatından yoğurduğu şarkılarının dinginliğindeki 'özgürlük çığlığını', içimizde duyuyor muyduk?
Teknoloji-elektronik karışımı popüler müziğin mekanik, eğlenceli, beyhude ve tüketilebilir ürünleri, dünyada aynı anda milyonlarca insanı aynı fantezinin sürüsü yaparken 'cennet bu gezegendedir' diyen Antony Hegarty'in akustik müziğiyle egemen ezberleri birer birer nasıl yıktığını izliyor muyduk?

Tarihin iktidar tekeli, otoriter bütün eril düzenlerini toptan dışlayan Antony Hegarty'in ozan bilgeliği hayatı kıstıran sahte ikili karşıtlıkların üzerinden sıçrayarak onların suni gücünü hükümsüz kılıyordu.

Ve Antony, siyahtaki beyazı, beyazdaki siyahı, kadındaki erkeği, erkekteki kadını, insandaki doğayı, doğadaki insanı, yaşamdaki ölümü ve ölümdeki yaşamın iç içeliğini bize 'bütünleyerek' geri verirken, kendisinin 'dişi bir özgürlük kuşundan' başka hiç bir şey olmadığını söylüyordu.

Akşam / 14.07.12