Dünya Emekçi Kadınlar Günü 8 Mart, bu sene de dünyanın her köşesinde coşkuyla kutlandı. Ağır pandemi koşullarına rağmen kitlesel eylem ve etkinlikler yapıldı. Bu eylem ve etkinlikler birçok ülkede polis ve devlet terörüne maruz kaldı. Polisin saldırganlığı ve terörü on binlerce işçi-emekçi kadının sokağa dökülmesine, militan eylemler gerçekleştirmesine engel olamadı.
Türkiye’de de 8 Mart çeşitli kadın platformları, feminist çevreler, devrimci-ilerici kadın örgütleri tarafından çok yaygın bir şekilde sokak ve meydanlarda, militan-coşkulu eylem ve etkinliklerle kutlandı. Gerici-faşist AKP-MHP iktidarının toplumsal muhalefetin her biçimini devlet terörü eşliğinde ezmeye çalıştığı, toplumu adeta nefes alamaz bir cendereye soktuğu bir dönemde, 8 Mart’ın başta İstanbul olmak üzere onlarca merkezde yaygın ve militan bir şekilde kutlanması, Boğaziçi öğrencilerinin direnişinin ardından toplumsal muhalefete yeni bir nefes oldu.
Yine her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart, öncesi ve sonrasıyla çeşitli tartışma ve değerlendirmelere konu oldu. Çeşitli kanatlarıyla düzen solu, reformistler, feminist çevreler vb.leri bu anlamlı günün tarihsel, sınıfsal ve devrimci anlamını, onun özünü boşaltıp, ideolojik çarpıtmalara konu ediyorlar. Burjuva düzen içinde kabul edilebilir sınırlara çekmek istiyorlar. Bunu, adın sorunu ve kadının kurtuluşu hedefine ilişkin feminist çarpıklıkları şimdilik bir yana bırakarak, dikkat çekici kimi örnekler üzerinden özetlemek mümkün.
Kendilerini gerici-faşist karanlığın karşısında gören bazı TV kanalları 8 Mart’ın sınıf özünü karartmak için değerlendirme ve tartışmalar yaptılar. Tele 1, Halk TV, Krt TV ve Artı TV bunlar arasındaydı. 8 Mart akşamı yapılan eylemlerin haberini sunum tarzından tartışma programlarına kattıkları konukların tartışmalarına kadar bir dizi açıdan 8 Mart’ın sınıfsal özünü karartan çabalar ve demagojik çarpıtmalar öne çıktı.
Bunun en çarpıcı örneğini Tele 1’in günlük programı olan “18 Dakika”da Emre Kongar ve Merdan Yanardağ sergilediler. 8 Mart akşamı yapılan programın konusu doğal olarak 8 Mart ve yapılan etkinlikler oldu. Programın açılışını Prof. Dr. Emre Kongar yaptı. Kendi siyasal yaşamı üzerinden 8 Mart’ı hep “emekçi kadınlar günü” olarak andığını ve bu şekilde hareket ettiğini söyledi. Ama bu yıl 8 Mart tarihine daha yakında baktığını, tarihten gelen emekçi kadınlar gününün 1976 yılında Birleşmiş Miletler bünyesinde alınan bir kararla genel “dünya kadınlar günü” olarak kutlandığını, kendisinin de bu yıl emekçi kavramını kullanmadan 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak değerlendirdiğini belirtip, sözü program ortağına bıraktı.
Merdan Yanardağ ise “sosyalist” kimliğinden dolayı tartışmayı bu eksende sürdürmeyi biraz yakışıksız bulmuş olmalı ki (ya da gerçekten inandığı fikirdir) kendi 8 Mart değerlendirmesini yaparken “Hocam siz öyle değerlendirin ama ben emekçi kadınlar günü kavramını kullanmayı tercih ediyorum” dedi. Ama 8 Mart’ın tarihine ilişkin genel geçer bazı vurgulardan sonra, bu konuda da cumhuriyetin ve M. Kemal’in yaptıklarına abartılı güzellemeler sıraladı. Bütün temel sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da gerçek çözüme ilişkin suskunluğunu korudu.
Devrim ve sosyalizm ya da onun tarihsel onuru söz konusu olduğu her durumda Türkiye’nin bütün “yetenekli” burjuva sosyalistlerinin ufku geriye açılıyor. Hazır argüman olarak “Cumhuriyet ve onun kazanımlarına sıkı sıkıya sarılmanın” dışında başka bir yolun olmadığına ilişkin herkesi ikna etmek doğrultusunda çaba sarf ediyorlar. Ellerindeki olanakları bu yönde etkili bir şekilde kullanıyorlar.
Bundan daha farklı bir örnek ise, SİP-TKP’li “Komünist Kadınların” konuya ilişkin yayınladıkları bildiridir. “Sosyalizm cumhuriyete çok yakışır”dan “Sosyalizm Türkiye’ye ne kadar yakışacak” “aşamasına” sıçrayan “Komünist Kadınlar”, 8 Mart’ları sosyalizm dışında kabul etmediklerini yansıtan çarpıcı şiarlar yükseltiyor. Bunun eleştiri konusuyla alakası şudur. İdeolojik, politik ve sınıfsal kimlik ve konumlarıyla devrimci bir zeminde durmayanların; devrimci bir sınıf hareketi yaratma hedef ve iddiasından uzak olanların; devrimci mücadelenin gerektirdiği militan ve savaşçı kimlikten yoksun olanların, temel toplumsal-siyasal sorunlara “sosyalist” bir çözüm sunma iddiaları temelsizdir. Düzenin icazet sınırları içindeki “sosyalizmin temsilcileri”nin sosyalizm söylemleri, onların reformist kimliğini örtmeye yetmemektedir.
Konuya ilişkin üçüncü bir örnek, Artı TV’nin 8 Mart sunumudur. Artı TV, 8 Mart eylem ve etkinliklerine akşam ana haberlerinde geniş bir şekilde yer verdi. Ardından da İstanbul 8 Mart etkinliğinin örgütleyicisi olan bir kadın platformunun temsilcisinin konuya ilişkin gözlem ve değerlendirmeleri aktarıldı. Temsilci, “Biz kadınlar gerek 8 Martlarda gerekse öteki tüm alanlarda ayrım yapmadan bütün kadınların birliğini savunuyoruz, biz ideoloji ve sınıf farkı gözetmeden mücadele ediyoruz” şeklinde konuştu.
Yukarıda söylenenler kulağa hoş gelebilir. Orta sınıf kadınlar içinde heyecan da yaratabilir. Fakat kesin olan bir başka gerçek orta yerde duruyor. O da “bütün kadınların birliğini” sağlamanın pek mümkün olamayacağıdır. Zira kadının ezilmişliği bütün kadın cinsini ilgilendirse de burjuva ve proleter kadın kitlelerini aynı safta birleştirmek sadece dayanaksız bir temenni olabilir. Sınıf farkını gözetip gözetmemek ise kimsenin kendi keyfi tercihi sorunu değildir. Çünkü yaşadığımız kapitalist toplum sınıflardan oluşuyor ve bu sınıflar arasındaki farklılıklar tüm dehşetiyle ortada duruyor.
Tüm temel toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların kaynağı olan kapitalist sömürü düzeni ortadan kaldırılmadığı müddetçe kadınların kurtuluşu olanaklı değil. Bundan dolayıdır ki bugün emperyalist barbarlığın karşısında seçenek olan yegane sistem sosyalizmdir. Buraya varmanın tek yolu da Marksist-Leninist dünya görüşünü temel almış devrimci bir program ve ona yaslanan devrimci bir sınıf partisinin öncülüğünden geçmektedir. Bu bir ütopya değil. Zira bu 104 yıl önce gerçekleşti ve Ekim Devrimi’nde somut karşılığını buldu. Bu büyük tarihsel eylemin gerçekleşmesinde erkek ve kadın işçiler omuz omuza rol oynadılar.
Türkiye’nin devrimci geleceği de ancak yeni Ekimler yolunda yürünerek kurulabilir. Bunu başaracak tek güç, tüm üretim alanlarında kadın-erkek proleterlerin omuz omuza vermeleri, kendi devrimci sınıf partileri öncülüğünde ayağa kalkmalarıdır. Bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak gerekiyor ki, 8 Mart’ın tarihi devrimcidir ve bunu yaratanlar da yoksul, ezilen, üreten işçi ve emekçi kadınlardır.
A. Gül