Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın, kamu işçilerinin TİS anlaşmasını yüzde 8+4’e imza atarak bitirmesi ve törende açık kalan mikrofondan “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” diye övünmesi, sendikal bürokrasinin çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Ergün Atalay, bu sözleri ile iktidara mesajını verirken, kitleler önünde de misyonunu ifşa etmiş oldu.
Türk-İş adına Ergün Atalay’ın iktidara hizmetlerinin altını çizmesi boşuna değildir. Zira sermaye devletine büyük bir kolaylık sağlamıştır. KHK ile gündeme getirilen ve artık hukuken bağlayıcı olan Çerçeve Anlaşma Protokolü imzalanarak işkolu sendikalarının toplu pazarlık yetkisi ve grev hakkı ellerinden alınmış, kamu işçilerinin toplu pazarlığında konfederasyona üye sendikaların bir etkisi kalmamıştır. Sendikal bürokrasi daha da sağlamlaştırılmıştır. Öte yandan enflasyon altında bir zamma imza atılarak diğer TİS süreçleri için olumsuz emsal oluşturulmuştur. Kendi ifadesiyle “toplu sözleşme ciddi bir ekonomik kriz içinde imzalanmıştır” ve “en az hasarla atlatılmıştır.” Sermaye devletine bundan daha iyi hizmet olabilir mi?
Ergün Atalay örneğinin sendikal bürokrasinin geldiği boyutu anlatması açısından sembolik önemi ortadadır. Ancak sendikal bürokrasi konfederasyon/sendika başkanlarından ve yöneticilerinden ibaret değildir. Kurumsallaşmış yapısıyla, işçi sınıfının mücadele örgütleri olan sendikaların her kademesine sinmiş, tavandan tabana ele geçirmiş bir anlayıştır. Öyle ki 200 bin işçiyi etkileyen böylesi bir açık satış karşısında Türk-İş bünyesinden dişe dokunur bir tepki gelmemiştir. Yaratmış oldukları bu edilgenlikten emin olan Ergün Atalay da o çok iyi bilinen arsızlıkla, eleştiri sunanları “işçi olmamakla” ve “terörü destekleyen gruplar olmakla” suçlayabilmiştir. Tüm bu örnekler sendikal bürokrasinin sermaye düzeni açısından önemini göstermektedir.
Sendikal bürokrasi sermaye düzeni ve devletinin çıkarları açısından, işçi sınıfını “içeriden” denetimde tutmaktadır. Mevcut tablonun gösterdiği üzere bu işlerinde oldukça başarılıdır. Oysa sendikalar işçi sınıfının daha iyi çalışma ve yaşama koşullarına sahip olmak için verdiği tarihsel mücadelenin sonucunda kazanılmış, sömürüyü sınırlandırma mücadelesinin en etkin araçlarıdır.
Burjuvazi bundan dolayı sendikalara başından beri karşıdır ve ancak zorlu mücadeleler sayesinde bu mevziler günümüze ulaşmıştır. Ancak sermaye sınıfı sendikal mücadeleyi bitiremediğinde, onu etkisizleştirme, dahası kendi saldırı politikalarına payanda yapma konusunda, dünyadan ve Türkiye’den örneklerden açıkça görüldüğü üzere, oldukça yol kat etmiştir.
Türkiye örneğine baktığımızda Türk-İş, gelişen işçi hareketini daha en baştan denetim altında tutmak için devlet yönlendirilmesiyle kurulmuştur. İşçi aidatlarını kullanarak safahat sürerek ödüllendirilen bürokratların, konumlarını korumak adına işçi sınıfını satmasının şaşırılacak bir yanı yoktur. Bu icazetçi-bürokratik sendikal anlayış, Türk-İş ve Hak-İş örneklerinde olduğu gibi açıktan dışa vururken, “diyalog ve iş barışı” söylemleriyle çağdaş sendikacılık formunda DİSK’te de hakimdir. Toplamında farklı tonlarıyla sendikal bürokrasi sınıf mücadelesinin önündeki en önemli engellerdendir.
Şu da unutulmamalıdır ki işçilerin icazetçi-bürokratik sendikalarda bile örgütlenmesi burjuvazinin işine gelmemektedir. Sermayenin ve devletin sendikal mücadelenin önüne geçmek için devreye soktuğu politikalar bilinmektedir. Bunun yanında sendikal bürokrasinin icraatları işçilerde büyük güvensizliğe neden olmaktadır. Sonuçta Türkiye işçi sınıfı, toplamda sendikal anlamda bile bir örgütlülükten uzaktır. Sendikalarda örgütlü olanlarsa bürokrasinin denetimindedir. Mevcut tabloda işçi sınıfı ekonomik anlamda bile mücadelesini veremez hale getirilmekte, sermaye ise saldırılarını rahatlıkla uygulamaktadır.
Bu tablonun değişmesi için devrimci sınıf mücadelesinin yükseltilmesi gerekmektedir. Ancak taban örgütlüğünün gücüyle, söz-yetki-karar hakkını uygulayan ve fiili-meşru mücadele bilincini kuşanan işçilerin mücadelesi sayesinde bu bürokratik yapılar parçalanabilir.
Bu yolda 15-16 Haziran Direnişi, 89 Bahar eylemleri gibi geçmişin birikiminden, günümüzde ise Greif Direnişi gibi, Metal Fırtına gibi işçi iradesinin sendikal bürokrasiyi de hedef alan mücadele deneyimlerinden öğrenmek, böylesi deneyimleri aşan eylem ve direnişleri çoğaltmak gerekmektedir. Sermayenin saldırılarına ve ona payandalık yapan sendikal bürokrasiye karşı mücadele ancak böyle verilebilir.