İşçi ve emekçilerin son günlerde en çok dikkatini çeken kişilerden biri Türk-İş Başkanı Ergün Atalay oldu. Vaktiyle “devlet, mafya, siyaset” üçgeni olarak tarihe geçen, derin ve kirli ilişkileri açığa çıkaran “Susurluk Kazası” gibi, bu mikrofon kazası da “düzen, devlet ve sendika ağaları” arasındaki derin ve kirli ilişkiler ağını yeniden gündeme getirdi. Her ne kadar işçi sınıfının örgütsüzlüğü bu son skandala yönelik eylemli tepkilerin ortaya çıkmasına engel olsa da yaşanan skandal sendika ağalarının ihanetçi çizgisini bir kez daha belirginleştirdi, tarihe kaydetti. Kendisine yönelen tepkiyi şovenizme sarılarak savuşturmaya çalışan Atalay, konuya ilişkin açıklamalarında bir başka yalana daha başvurarak, “grev yapacak paralarının olmadığını” söyledi.
1 milyon 100 bin üyesi bulunan bir konfederasyon ve ona bağlı sendika ağlarının “grev yapacak paralarının olmadığını” iddia edebilmeleri, aidatlarını yedikleri işçilerin geri bilincine duyulan güvenden olsa gerek. Sermaye sınıfının ve onun devletinin çıkarlarını savunan, AKP gibilerine yandaşlık yapanların icraatı, sendikaları bir rant alanına dönüştürmekten başka bir şey değildir. Bu rantı yemeye devam edebilmek için de var güçleriyle çalışmaktadırlar.
Göz boyamak için yapılan “kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” açıklamaları, basına demeç verme vb. gibi “faaliyetler” onların en etkili mücadele yöntemleridir. İşçi sınıfının kazanılmış haklarını korumak ve yeni haklar elde etmek için bir mücadele yöntemi olan grev hakkı ise en az patronlar kadar bu bürokrat takımının da korkusudur.
Utanmadan “grev yapacak paralarının olmadığını” söylüyor Atalay ağa. Hak mücadelesinde işçilerin en önemli silahlarından biri olan grev de yapılamayacaksa üyelerden alınan aidatlar nereye gitmiştir diye sormaya bile gerek yok. Bu aidatlar sendikaların başına çöreklenen bürokrat takımının yüksek maaşlarına, lüks ve gösteriş tutkularına, her türlü harcamayı sendikaya fatura etmelerine gitmektedir. Altlarında son model arabaların yanı sıra otele, kumarhaneye dönüştürülen sendika binaları ayrı bir yolsuzluk alanıdır.
200 bin kamu işçisinin sözleşmesinin satılmasıyla, aynı zamanda işçi ve emekçilerin kıdem tazminatını gasp etmeye hazırlanan AKP hükümetine gereken mesaj da verilmiştir. “Bir iki konuşur, efeleniriz ama greve falan da gitmeyiz” denilerek, sermaye sınıfı cesaretlendirilmiştir.
Yönetiminde oldukları, başkanlık yaptıkları sendikanın adı ister Türk-İş olsun ister Hak-İş. Ya da kamu emekçilerinin TİS görüşmelerinin son günü yalancıktan eylemler yapan yandaş Memur Sen olsun. Tümünün ipi sermaye düzenine bağlıdır. Saltanat sürmelerini sağlayan, aidatlarını sömürdükleri işçiler olsa da bürokratları sendika kapılarına bağlayan sermaye sınıfıdır. Sendika bürokratları da sahiplerinin bekasını korurlar, onların çıkarlarını korumak için bekçilik yaparlar.
Her ne kadar bu son yaşanan skandala, daha doğrusu rezalete karşı işçi sınıfı eylemli bir tepki gösterememiş olsa da bu asalakları sırtından atacağı gün de gelecektir. Grev hakkını grev yaparak kazanan işçi sınıfını “grev yapacak paramız yok” diye kandırmaya çalışanların oyunları tutmayacaktır. Yalanları koltuklarını korumaya yetmeyecektir. Sattığı işçilerden korunmak için Bayram Meral’i ağaca tırmandıran öfke Atalay’ın da peşini bırakmayacaktır.