Verili koşullarda işçi sınıfının, “kapitalistler-sermaye iktidarı-sendika bürokrasisi” koalisyonuna karşı bir mücadele örgütlemesi gerekiyor. Zira yakın dönemde gerçekleşen Greif, Metal Fırtına gibi kritik direnişlerde görüldüğü üzere, işçi sınıfı bu uğursuz koalisyonu fiilen karşısında buluyor. Bu koalisyon yaygın örgütsel ağlar oluşturmuş; yalan makinesi gibi çalışan bir “medya ordusu”na hükmediyor; ihtiyaç duyduğunda devletin şiddet aygıtlarını sahaya sürüyor; kimi zaman “sivil” çeteleri bile kullanıyor.
Sermaye dünyasının iki temel gücü, yani kapitalistlerle onları temsil eden siyasal iktidar, tabir caizse işçi sınıfının ‘ezeli düşmanları’dır. Sendikalara egemen zihniyetin temsilcileri ise, işçi sınıfının on yıllara yayılan mücadelelerle inşa ettiği bu örgütleri ele geçiren sermayenin ‘Truva atları’dır. Artık sermayeye karşı her ciddi mücadele bu Truva atlarını da kapsayacak genişlikte olmak zorundadır.
İşçi sınıfı, sendikaları kurup burjuvaziye kabul ettirebilmek için uzun bir mücadele sürecinden geçti. Baskılara, yasaklara, akıl almaz zorbalıklara karşı direnerek başardı bunu. Şimdi ise, sınıf mücadelesinin bu temel kurumlarını Truva atlarından arındırıp yeniden işçi sınıfının temel mücadele mevzilerine dönüştürme göreviyle karşı karşıya bulunuyor. İşçi sınıfının sendikal mevzileri kazanmak için ödediği ağır bedeller dikkate alındığında, bu kurumları truva atlarının pençesinden kurtarmanın önemi daha iyi anlaşılır.
Birliği zorunlu kılan yaşam
Kapitalizm, kıran kırana rekabetin geçerli olduğu bir sistemdir. Her kapitalist diğerlerine yem olmamak için gözünü dört açmak zorundadır. Kapitalistler işçi sınıfını iliklerine kadar sömürmekle yetinmez, sınıfdaşlarını yutmak için de fırsat kollarlar. Her biri adeta ‘iştahlı bir yamyamdır.’ Bu sistemde, gücü yetenin diğerini yuttuğu ‘orman kanunu’ geçerlidir. Bu kanun tek tek kapitalistlerin niyetinden bağımsız bir şekilde işler. Böyle bir sistemde ancak rakiplerine üstün gelenler varlığını koruyabilirler.
Birbiriyle rekabet eden kapitalistler, ücretli kölelik sisteminin çarkına hapsettikleri işçileri de aynı tuzağın içine çekerler. Henüz sınıf bilinci gelişmemiş, mücadele deneyiminden yoksun, örgütlenmeye fırsat bulamayan işçileri birbirine düşürmek patronların işini kolaylaştırır. İşçiler birbiriyle rekabet ederken, üretim sürecine dahil edilen yeni makinelerin rekabetiyle de yüzleşti. Bu ise sorunları daha da çetrefilli hale getirdi. Buna rağmen işçi sınıfının örgütlenme ve sömürüye karşı mücadele etme çabaları eksik olmadı.
Bu kıran kırana rekabet ortamında sömürü ilişkilerinin kaynağını henüz çözemeyen işçiler ilkin makineleri kırmaya, fabrikaları kundaklamaya, kimi kapitalistleri veya yakınlarını hedef almaya başladılar. “Sınıfın ilk tepkileri makine kırıcılığı... İşçilerin bir sınıf olarak burjuvaziye karşı ilk örgütlü direnişi, üretime makinelerin sokulmasına karşı girişilen şiddet hareketleriydi. Bu, Sanayi Devrimi'nin en erken aşamalarında cereyan etti… İlk mucitler hücuma uğradı; makineleri tahrip edildi. Birçok makine kırma olayı daha bunu izledi.” (Marx, Engels, Lenin, Sendikalar Üzerine sf. 13, Çev. Engin Karaoğlu Bilim Yayınları 1975)
Bu ve benzer yöntemler somut bir kazanım sağlamadığı gibi, devlet tarafından da ağır şekilde cezalandırıldı. Ağır çalışma koşulları ile vahşi sömürü işçi sınıfını hem birlik olmaya hem mücadeleye zorluyordu. Bu da işçileri birlikler oluşturmaya, dayanışma fonları kurmaya, makinelerle değil sahipleri olan kapitalistlerle mücadeleye yöneltti. Sistem işçileri kendi aralarında rekabete zorlarken, işçiler ise güçlerini birleştirip örgütlü mücadeleyi geliştirmenin yollarını aradılar, ihtiyaçları olanı yaşamın içinde var ettiler.
İşçi Birliği’nden sendikaya
İşçilerin bireysel çabalarla kapitaliste karşı savaşmaları, belli taleplerini kabul ettirmeleri ya da patronlar tarafından dayatılan onur kırıcı yaptırımları engellemeleri mümkün değil. İşçi ya örgütlü bir mücadelenin yolunu bulacak ya da kendisine dayatılan kaba köleliğe boyun eğecekti.
Birlik olmayı başaramayan işçilerin acımasız kapitalistler tarafından posaları çıkarılana kadar sömürülmeleri kaçınılmazdır. Her kapitalistin işçiyi en düşük ücrete ve uzun süreli çalıştırmak için ‘kurulmuş bir makine’ olduğu dikkate alındığında, işçiler için örgütlenmek ve mücadele etmek dışında bir seçenek yoktu, halen de yok.
İşçi sınıfının henüz örgütlenme deneyimi ve bilincinin gelişmediği koşularda işgünü 18 saate kadar uzatılabiliyor, bunun karşılığında ödenen ücretler ise ancak yarı aç yarı tok yaşamaya yetiyordu. Bu duruma bakılarak “kişileşmiş sermeye” olan kapitalistin zihniyetinin yamyamlığı kolaylıkla anlaşılabilir.
Belirtelim ki, yamyamlıkta, 21. yüzyıl kapitalistlerinin 18. yüzyıl kapitalistlerinden bir farkları yoktur. Pahalı markaların üretildiği fabrikalarda 12-13 yaşlarındaki çocukların vahşi koşullarda çalıştırılıyor olması, bu zihniyet ortaklığını kanıtlar. Sanayi Devrimi'nin geliştiği dönemde olduğu gibi bugün de kapitalistleri bir tek şey durdurabilir; işçi sınıfının örgütlü/militan mücadelesi...
O ağır çalışma ve yaşam koşulları ortamında işçi sınıfı yolunu bulup birliklerini oluşturup mücadelesine devam etti. İşçi birlikleri gizli kuruluyordu, çünkü o dönemde işçi sınıfının örgütlenmesi yasaktı. Kapitalizmin beşiği olan İngiltere’de işçilerin sendika veya başka bir örgüt kurmaları yasağı ancak 1825’te kaldırıldı. “Böylelikle o güne kadar yalnızca burjuvazi ve aristokrasiye tanınan özgürce dernek kurma hakkını işçiler de elde etmiş oldu” (a.g.e sf. 14) Bu koşullarda güçlenen örgütlenme arayışı “işçi birlikleri” oluşturulmasıyla başlamış, bazı aşamalardan geçerek sendikal örgütlenme düzeyine ulaşmıştır. Örgütlenme yasağının kalkmasıyla sendikalaşma da hızla yayılmıştır.
Burjuvaziye karşı mücadelede sendikaları yaratan işçi sınıfı güçlü, etkili, eğitici, geliştirici bir örgüte kavuşmuş oldu. Sendikal mücadelede önemli zaferler kazanan işçi sınıfı, bazı önemli çatışmalarda ise yenilgiye de uğradı. Bu doğaldı. Zira çatışmaya giren her sınıf kazanabileceği gibi kaybedebilir de. Yine de asıl büyük kayıplar, sömürü ve ücretli kölelik düzenine karşı mücadelenin zayıf olduğu dönemlerde gerçekleşir.
Sendikal mücadele kendi sınırları içerisinde kapitalist üretim, dolaşım, bölüşüm ilişkilerini değiştirmek için yeterli olmamıştır. Yine de sendikalar, sermayenin Truva atları tarafından ele geçirilene kadar hem kapitalistlere karşı mücadelede hem işçi sınıfının gelişiminde benzersiz roller oynamıştır.
Mücadelede insanlaşma
Marx, sermayenin bir engelle karşılaşmadığı dönemlerde işçiyi düşürdüğü durumu şöyle tasvir eder; “Hiç boş vakti olmayan, uyku, yemek vb. fiziksel ihtiyaçları gidermeye ayırdığı süreler dışındaki tüm zamanı kapitalistler hesabına yaptığı iş tarafından yutulan insan, bir yük hayvanından daha aşağıdır. Bu kişi, başkası için servet üreten bir makinedir, bedenen ezilmiş, insanlıktan çıkarılmıştır...” (a.g.e, sf. 70)
İşçi sınıfının sendikaları yaratması, bu vahim durumdan çıkış için verilen mücadelenin önemli atılımlarından biri olmuş, örgütlü mücadele sürecinde işçiler üretimden gelen güçlerinin farkına varmış, bu gücü etkili bir şekilde kullanarak kapitalistleri tavizler vermeye zorlamış, pek çok yeni kazanımlar elde etmiştir.
Sendikaların kurulması ve örgütlü mücadele, kapitalistlerin “yük hayvanı” dayatmasına karşı bir isyandır aynı zamanda. Nitekim işçi sınıfı mücadele ederek, egemen sınıfların bu dayatmasını kırmış, kapitalistlerin kafasına vura vura onlara işçilerin de insan olduğunu kabul ettirmiştir.
Sendikal örgütlülüğün/mücadelenin sınıfa kazandırdıkları
Sınıf kavgası işçi sınıfının ürettiği artı-değerin bölüşümü etrafında döner. İşçiler ürettikleri değerden aldıkları payı arttırmak için mücadele ederken, kapitalistler ise, işçi sınıfının payını mümkün olduğunca azaltmaya çalışır. Çıkarların bu zıtlığına kapitalistlerin pervasızlığı eklenince, iki sınıf arasındaki çelişkinin uzlaşmazlığı belirginleşir. Bundan dolayı işçiler sendikalaşmak için mücadele ederken, (200 yıl önce olduğu gibi bugün de) kapitalistler her sendikalaşma çabasına düşmanca saldırırlar.
Hiçbir engel işçi sınıfının sendikalaşma çabasını önleyememiştir. Çünkü sömürü ve ücretli kölelik düzeni işçi sınıfını buna zorluyor. Nitekim işçiler için kazanımlar sendikalaşma sürecinde başlar. Sınıf çıkarlarında birleşmek, özgüven kazanmak, işçiler arası güvenin inşası, kapitaliste karşı bireyler olarak değil bir sınıf olarak dikilmek vb. Sınıflar mücadelesinin tarihine bakıldığında ise, çok önemli ve bir kısmı evrensel haklara dönüşen kazanımlar da elde edilmiştir.
İş saatlerinin sınırlanması, hafta sonu tatili, asgari bir ücretin belirlenmesi, ücret artışı ve sosyal haklar için kapitalistlerle pazarlık masasına oturma, çatışmanın bireyleri aşıp iki sınıf arasında olduğu bilincinin geliştirilmesi gibi önemli alanlar da kazanımların sağlanmasında sendikaların özel bir rolü olmuştur.
“Siyaset yoğunlaşmış ekonomidir” dolayısıyla her ekonomik mücadele politik mücadeledir. Bu bağlamda sınıfın davasını savunan sendikalar öncülüğünde gelişen mücadelede işçilerin sınıf bilinci de pekişmiş ve bu sayede sınıfsal çıkarlara uygun siyasal tutumlar geliştirebilmişlerdir. Özellikle devrimci sınıf partileriyle dayanışma içinde olan sendikaların ayaklanma ve devrim deneyimlerinde de önemli rolleri olmuştur. Devrim dönemlerinde sendikaları da aşan Sovyetler vb. örgüt biçimleri mücadelenin içinde inşa edilse de bu, sendikaların önemini ortadan kaldırmamıştır.
Bu dönemlerde “ücret sendikacılığı” aşılmış, sendikalar işçi sınıfının hem güncel ekonomik-demokratik talepleri uğruna mücadelenin araçları olmuş hem sınıfın siyasal talepleri uğruna mücadelede aktif rol oynamıştır. Gerçek bir sınıf örgütünün başka türlü olması da düşünülemez zaten. Bir sınıfı temsil eden bir örgüt o sınıfın ekonomik, sosyal, siyasal sorunları, talepleri, özlemleriyle de ilgilenmek ve doğal olarak bu yönde mücadele etmekle yükümlüdür.
Sendikal yönetimler bilinçli işçilerin denetiminin dışına çıktığında ise, sendikaların oynadığı rol zayıflamış; kapitalistlerle uzlaşan ve giderek Truva atlarının söz sahibi olduğu yönetimler sendikalara egemen olmuştur. İşçi sınıfının bu örgütler üzerindeki inisiyatifinin zayıflaması ya da ortadan kalkması her zaman hak kayıplarına zemin hazırlamıştır. Verili koşullarda ise bu sorun had safaya ulaşmış, artık pek çok yerde sendikal yönetimler bizzat Truva atlarının eline geçmiştir.
Bu kast ne kadar “güçlü” görünse de, özünde çürümüş/fosilleşmiş bir kasttır. İşçi sınıfının örgütlü gücünün sert bir vuruşuyla bu kastı sarsmak mümkündür. Metal Fırtına’nın Türk Metal gibi bir çetenin saltanatını sarsması, bunun mümkün olduğunu ispatlamıştır. Sermayenin organik bir parçası olan bu kastla hesaplaşıp sendikalardan söküp atmadan işçi sınıfı hareketinin sağlıklı bir gelişim sürecine girmesi çok zor olacaktır.
Birlik, taban örgütlülüğü, devrimci sınıf sendikacılığı
Truva atlarını sendikalardan söküp atmak ve bu örgütleri işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinin temel araçlarından biri haline getirmek, çözülmesi gereken temel bir sorun olarak sınıf devrimcileriyle ilerici-öncü işçilerin önünde durmaktadır. Bunu başarmanın yolu işletmelerde işçi birliklerini kurmak; söz, yetki kararın işçilerde olacağı işçi demokrasisini esas alan bir anlayışı yerleştirmek, sınıfa karşı sınıf bilincini geliştirmekten geçiyor.
Deneyimler gösteriyor ki, her koşulda esas olan sağlam taban örgütleri kurmak, sınıf kitlesini bu örgütlerin hem karar alıcısı hem uygulayıcısı konumuna getirmek, sermayeye karşı etkili bir mücadele için şarttır. Bu alanda mesafe kat ederken sendikalara basınç uygulamak ve bu örgütlere çöreklenen Truva atlarını söküp atmak için sistemli bir mücadele örgütlemek de zorunludur. Bu fosilleşmiş kastın hem sınıfı kontrol altında tutma hem bir nemalanma alanı olarak gördüğü sendikaları kolayından terk etmeyeceği aşikar. Bunun için sınıf devrimcileriyle ilerici-öncü işçilerin birlikte mücadele etmeleri kaçınılmazdır. Bu başarıldığı zaman devrimci sınıf sendikacılığının önü de açılmış olacaktır.
Elbette sendikal mücadelenin işçi sınıfına kazandıracaklarının belli bir sınırı vardır. Zira bu sınırlarda kalan mücadele ile ne sömürü ne ücretli kölelik düzeni ortadan kaldırılabilir. Yine de devrimci sınıf sendikacılığını esas alan sendikaların işçi sınıfının sömürü ve ücretli kölelikten kurtulup sosyalizmi kurma mücadelesine muazzam katkıları olacaktır. Sendikalar bu niteliğe kavuşturulduğu zaman kendilerini dar ekonomik talepler alanına hapsetmeyecek, işçi sınıfıyla emekçi müttefiklerini ilgilendiren her olay, soruna veya talebe dair aktif bir tutum da alacaktır.