Tohumdan fidana, fidandan ağaca duran ağaç çiçek açar, meyve verir. Bir süre canlıdır, gelişmeye devam eder, olgunlaşır. Peki sonra ne olur? Artık sonu yaklaşmıştır ve çürüme başlar.
“Aktif çürüme” denen evrenin özellikleri için şöyle söylenir: “Doymak bilmeyen kurtçukların beslendiği ve ayrışma sonucu oluşan çürüme kokusunun yayıldığı evre.” Bunun ileri aşamasında ise çürüyen canlı etrafını da çürütmeye, kurutmaya başlar. İçinde kalan mineralleri toprağa aktararak topraktaki minarel ve elementlerin artışına neden olur. Doğadaki bu çürüme döngüsü aslında toplumsal çürümeyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Kapitalizmin ilk dönemlerine baktığımızda, feodalizmi yıkıp çıkmış burjuvazinin iktidarını kurmak ve kalıcı hale getirmek için harcadığı devrimci çabalarını görüyoruz. Bu süreçte geliştirme, ilerletme ve bunlarla birlikte kültürel yenilenme, sanatsal üretim ve aydınlanma çabaları mevcuttu. Egemen sınıf olarak iktidara yerleşen burjuvazi ise artık kendisinin dışındaki tüm katmanlara hükmetme, biat ettirme ve “özgürce sömürme” isteğiyle gericiliğin, baskının imkanlarını kullanarak toplum üzerinde kurduğu egemenliğini idame ettirmeye odaklanmıştır.
Meyveye durmuş kapitalizm tüm olgunluğunun içerisinde çürümeye başlamıştır. Düzenin varlığından beslenen kurtçuklar, saray rejiminin ayakta kalmasını isteyenler nasıl da hızlı hızlı semirmeye çalışıyorlar. Ve bizler çürümenin kokusunu buram buram duyuyoruz. Yozlaşma, çürüme, ahlaki düşkünlük, kriminalleşme gibi sorunlar alabildiğine yaygınlaşmış durumda. Toplumsal çürüme öylesine derinleşmiş ki, artık günlük yaşamda, mahallemizde, işyerimizde, aile-akraba çevremizde, yani hayatın her alanında tanık oluyoruz.
Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı ve tecavüzü, sağlık emekçilerine dönük vahşi saldırılar, sokaktaki sıradan tartışmaların cinayete varması, ev sahipleri ile kiracılar arasındaki kavgalar ve bunların yer yer ölümle sonuçlanması, ev sahiplerinin kiracıları evlerden çıkarmak veya kiraya yüksek zamlar yapabilmek için artık mafyaya/çetelere başvurması, kısacası kriminal her türlü suçta büyük artış... Ve toplumun “normali” haline getirilmeye çalışılan bu ve benzer “suçlardan” hüküm giyenler her daim sermaye iktidarının “affı” ile dışarı salınıyorlar. Kokuşmuş rejim, zindana girme sırası gelenlere yer açmak için belli aralıklarla af ilan ediyor. Elbette bu sayede rejimin “kıymetlileri” olan mafya babaları ve çete başlarını da sokaklara salıyor.
***
Toplumda düzene karşı biriken bir öfke olmasına rağmen bunun eyleme dönüşmemesi, sokaklara taşmaması çürüme ve yozlaşmayı da derinleştiriyor. Yoksulluk, sefalet dayatan; umutsuzluk yayan sermaye iktidarı ve saray rejimi baskılarla yaşamı boğucu hale getiriyor. Toplumun farklı katmanlarında seri hale gelen intiharlar, yaşanan açmazın/sıkışmanın vardığı boyutu göstermektedir.
Toplumsal çürümenin bertaraf edilmesi, eski toplumdan kalan ileri yanların emilerek geriye kalan posanın atılarak yeni bir toplumun tohumlarını atabilmekle, ancak devrimin saflarında bulunmakla ve toplumun örgütlü olabilmesiyle mümkündür. Örgütlü direniş ve devrimci yenilenme de ancak o koşullarda mümkün olur!
Marks ve Engels, Alman İdeoloji kitabında bu ihtiyacı tarif ettikleri bölümlerden birinde şöyle demişlerdir:
“Hem bu komünist bilincin kitlesel bir ölçekte üretilebilmesi hem de davanın kendisinin başarısı için, insanların kitlesel bir ölçekte değiştirilmesi, ancak pratik bir hareket içinde, bir devrimde gerçekleştirilebilir; dolayısıyla, sadece egemen sınıf başka bir yolla devrilemeyeceği için değil, ama aynı zamanda, onu deviren sınıf ancak bir devrimde kendisini geçmişin bütün pisliğinden temizleyebileceği ve yeni bir toplumu kurmaya uygun duruma getirebileceği için de devrim zorunludur.”