Toplumsal meşruiyetini yitiren her gerici rejim gibi AKP-MHP koalisyonu da şiddetin her biçimini kullanarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bu durum yeni de değil. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin hezimete uğraması, Haziran Direnişi’nin yarattığı travmaya seçim hezimetinin eklenmesiyle rejim zıvanadan çıkmaya başlamış, kaba şiddete dayanarak ve kaos ortamı yaratarak ömrünü uzatmaya çalışmıştı.
IŞİD katliamları ve “hendek savaşları” sayesinde 1 Kasım 2015 seçimlerinde oyunu artıran AKP, faşist partiyle ittifak yaparak yoluna devam etti. Ancak dinci-faşist koalisyon toplumsal meşruiyet kazanamadı. Baskı, terör, zorbalık, linç kampanyaları, seçim hileleri, mafyatik yöntemler, topluma yalanlarını boca eden besleme medya ordusu vb. ile ayakta durdu. Sedat Peker’in ifşaatları ise saray rejiminin tam bir “çete-mafya koalisyonu” olduğunu gözler önüne serdi. Zorbalık sadece ilerici-devrimci güçlere, Kürt halkı ve hareketine, muhalif gazetecilere değil, muhalefetteki düzen partilerine karşı da yöneldi. Devlet şiddetinin yanısıra dinci-faşist çetelerin tasmaları da sık sık çözülüyor.
Kitleleri pasifize etme seferberliği
Derin bir suç batağına batan iktidarın en büyük korkusu merkezinde işçi sınıfı ile emekçilerin bulunacağı bir kitle hareketinin gelişmesidir. Erdoğan’ın hala Haziran Direnişi’ne saldırması, kitle hareketinden duyulan korkunun derinliği hakkında fikir veriyor. Bundan dolayı basit hak arama eylemleri bile polisin azgın saldırganlığına maruz kalıyor.
Sorunları her geçen gün daha da ağırlaştıran iktidarın kitle hareketinden korkması doğaldır. Zira ekonomik krizin derinleşmesi, pandemi felaketi, çürüyen düzen-çeteleşen devlet gerçeği ve bunların ürünü olan işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi sorunların derinleşmesi, kitle hareketinin patlak vermesinin koşullarını olgunlaştırıyor. Saraylarda sefahat sürenler bunun farkındalar. Bu korkuyla zorbalığı tırmandırıyor, “sokaklara çıkanı ezeriz” tehdidiyle emekçi kitlelerin biriken öfkesinin sokaklara taşmasını engellemeye çalışıyorlar.
Dinci-faşist rejimin pervasızlığını burjuva muhalefet partilerinin korkaklığı tamamlıyor. Her şeyi ne zaman olacağı, nasıl olacağı, hatta kimilerine göre olup-olmayacağı belli olmayan seçimlere endeksliyorlar. Bununla da kalmıyor, kitlelerin hak arama mücadelesi için sokaklara çıkmasını engellemeye çalışıyor, “provokasyona gelmeyelim” söylemine sarılıyorlar. Krizin derinleştiği koşullarda emekçilerin sokaklara çıkmasından onlar da korkuyorlar.
Mücadeleden uzak durmak manevi olarak çürütür
Rejim “sesinizi çıkarmayın ezeriz” tehdidi savururken, düzen muhalefeti “provokasyona gelmeyin, evinizde oturun, seçim sandığının kurulmasını bekleyin” diyor. Her iki yaklaşım da aynı sonuca çıkıyor: İşsizliğe, yoksulluğa, sefalete, sömürüye rağmen uslu durun!
Dinci-faşist iktidar din istismarı ve milliyetçilikle emekçileri sersemletiyor, işsizliğin, yoksulluğun, sefaletin kaderleri olduğuna inandırmaya çalışıyor. Azgınlaşan sömürüye razı olmak, mücadeleden uzak durmak ise, kölelik zincirlerini kalınlaştırmakla kalmıyor, emekçileri manevi açıdan da çürütüyor. Krizlerin yıkıcı faturasını kapitalistlere ve onları temsil eden iktidara ödetmek için mücadele etmeyen emekçilerin manevi yozlaşma girdabına kapılmaları kaçınılmaz hale geliyor.
İnsanın insan tarafından sömürüsü ve ücretli köleliğe dayalı kapitalist sistemde mücadele etmeden hiçbir hak kazanılamaz. İşçi sınıfı kuşaklarının mücadelesiyle kazanılmış haklar da parça parça yitirilir. Bu olgu, işçi-emekçi düşmanı AKP-MHP rejiminde daha da belirgindir. Zira burjuvazinin bu en gerici, en azgın temsilcilerine göre hak arama mücadelesi suçtur. Bunlar emekçilere hak arama mücadelesini değil, avuç açıp sadaka istemeyi reva görürler. Oysa sefahat düşkünü bu zihniyete ve temsil ettiği sermaye sınıfına karşı mücadele etmeden ne bir hak kazanılabilir ne de geçmiş kuşakların mücadelesiyle kazanılan haklar korunabilir.
Haklar mücadele ile kazanılır!
Çürüyen düzen-çeteleşen devlet gerçeği yaşamın her alanına yansıyor. Ekonomik kriz derinleşirken, çeteleşen-mafyalaşan rejim bünyesinde iktidar ve rant kavgası şiddetleniyor. İşsizlik artıyor, sömürü azgınlaşıyor, sefalet derinleşiyor. Her kesimden muhalefetin sesi boğulmak isteniyor. Kürt halkını ve hareketini hedef alan faşist terör tırmandırılıyor. Aleviler üzerindeki mezhepsel baskılar artırılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen rejim kadın katillerini ve çocuk istismarcılarını koruyan yasalar çıkarıyor. Asgari ücret açlık sınırının altında, gev hakkı fiilen yasak. Baskı altına alınan gençlik geleceksizliğe mahkûm ediliyor. Muhalif gazeteciler yurtdışında bile dinci-faşist çetelerin saldırılarına maruz kalıyor, vb...
Bu koşullarda, kapitalistler, yağma-talan çarkından beslenenler ve dinci-faşist ideolojinin çığırtkanlığını yapanlar dışında rejime destek veren kimse kalmadı. Ödedikleri bedeller ağırlaşan toplumun geniş kesimleri iktidara karşı tepkili ve öfkeliler. Nitekim “cumhur ittifakı” kitle desteğini büyük ölçüde yitirdi. Buna rağmen, emekçilerin örgütsüzlüğü, kitle hareketinin zayıflığı sayesinde dinci-faşist iktidar pervasız saldırılarını sürdürüyor.
Bu gidişatı durdurmanın tek yolu, işçi sınıfı, emekçiler, gençlik ve kadınlar başta olmak üzere baskıya, sömürüye, ayrımcılığa maruz kalan toplumun geniş kesimlerinin fiili-meşru mücadeleyi yükseltmesidir. Henüz dinci-faşist iktidarı geriletmeye yetmese de, bugün direnen işçi ve emekçiler, sokakları terk etmeyen kadınlar, Boğaziçi’nde aylardır mücadele eden öğrenci ve öğretim görevlileri bu yolu tutmuş bulunuyorlar.
Dinci-faşist koalisyonun, iktidarını korumak için provokasyon dahil her türlü kirli yola başvurabileceği açığa çıkmış bulunuyor. Ancak bundan dolayı mücadeleden uzak durmak onları daha da pervasızlaştıracaktır. Rejime provokasyon yapma fırsatı vermemek kuşkusuz önemlidir. Fiili-meşru mücadelede haklılık zemininin korunması şarttır. Bunun ötesi ise haklar, özgürlükler, demokratik-sosyal talepler uğruna mücadeleyi yükseltmek ve örgütlenmek için seferber olmaktır.
En azgın rejimler bile kitlelerin örgütlü gücü ve fiili-meşru mücadelesi karşısında tutunamazlar. Hakların hiçbir zaman bahşedilmediği, ancak mücadele ile söke söke kazanılabileceği unutulmamalıdır.