Sermaye sınıfının çıkarlarına göre ekonomiyi yöneten gerici-faşist rejim, hile/hurdayla gasp ettiği seçimlerin ardından, Londra’daki “faiz lobisi” ile daha açıktan flört etmeye başladı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na İngiliz vatandaşı Mehmet Şimşek’i, TCMB (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası) Başkanlığı’na Amerikan vatandaşı Hafize Gaye Erkan’ı atayarak mali oligarklara güven vermeye çalıştı. En büyük dertleri ise bir an önce Türkiye’ye yabancı sermayeyi çekmek. Bundan dolayı faiz lobisinin istediği yönde adımlar atamaya başladılar.
“Yerli/milli” AKP-MHP rejimi, Londra’daki küresel tefecilere “güvenli/yüksek kazanç” garantisi vermek amacıyla icraatlara başladı. Dünyanın kanını emen bu tefecilerin talep ettiği kazanç için kaynak gerekiyor. Ancak bu noktada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Milyarlarca dolara tekabül eden bu kaynak kimlerden alınacak? Mesele tam bu noktada düğümleniyor.
Sermayenin “demir yumruğu” olan Saray rejimi bu parayı toplamak için kimin tepesine çökecek? Bu sorunun yanıtı sır sayılmaz. Zira 20 yıllık icraatlara bakanlar sorunun yanıtını da anında bulurlar. Çünkü bu rejim, işçilerin ve emekçilerin milli gelirden aldığı payı sürekli küçültüyor. Diğer bir ifadeyle sermayenin ve “yerli/milli” faiz lobisinin serveti sürekli çoğalıyor. Bu ise ancak işçi ve emekçileri daha derin bir sefaletin içine iterek sağlanabiliyor.
***
“Yerli/milli” rejimin İngiliz ve Amerikan vatandaşı “kurtarıcıları” ilk icraatlarıyla nasıl bir yol izleyeceklerini gösterdiler. 10 günde TL dolar karşısında %20’ye yakın değer kaybetti. Bu fiili bir devalüasyondur. İktidar, bu hamleyle daha ilk adımda işçilere, emekçilere ağır bir darbe indirdi. Olay bu noktada durmayacak, zamlar devam edecek. İşçi ve emekçilerin reel gelirleri daha da düşecek. Asgari ücret ve memur maaşlarına yapılacak zam için rejimin dillendirdiği oranlar, ilk altı ayın kayıplarını bile karşılamıyor.
AKP şefleri ile kapitalistler, asgari ücretin 400 dolar civarında sabitlenmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Özgür Burak Akkol buna dahi itiraz etti. “…Biz Türkiye Cumhuriyeti devletindeyiz. Başka bir para birimi ile asgari ücret veya başka ücretler belirlenmiyor…” şeklinde konuşan ve Saray rejimine yakınlığıyla bilinen bu küstah kapitalist, asgari ücretin “ortalama ücret” haline getirilmesini yeterli bulmuyor, açlık sınırının altında tutulmasının da “olağan” hale getirilmesini talep ediyor.
Kapitalistlerin ya da onların vurucu gücü olan Saray rejiminin işçi sınıfını yarı aç yarı tok çalıştırma isteği şaşırtıcı değil. Zira onlar kendi rollerini oynuyorlar. Aileleriyle birlikte işçilerin insanca yaşaması onları ilgilendiren bir mesele değil. Onlar, “iş-gücünü ne kadar ucuzlatırsak kârımız o kadar yüksek olur, rekabet gücümüz o kadar artar” penceresinden bakıyorlar. Bunu başarabildiklerinde hem kendi kârları artacak hem yerli/yabancı faiz lobisine ödenecek milyar dolarları işçi ve emekçilerden tahsil etmek mümkün olacak.
Vurgulamak gerekiyor ki, sorun ücretlerin düşürülmesinden ibaret değil. Yanı sıra temel tüketim maddelerine hem zam yaparak hem dolaylı vergileri arttırarak o düşük ücretin de bir kısmını geri alacaklar. Yani gerici-faşist iktidar bloğu ve suç ortakları “kaşıkla verip kepçeyle geri alma” politikası izliyorlar. Yakın dönem için hedefleri, hem “yerli/milli” hem uluslararası sermaye için Türkiye’yi Çin’den daha cazip bir “sömürü cehennemi” haline getirmektir.
***
Saray rejiminin başı Tayyip Erdoğan Covid-19 pandemisinin bir fırsat olduğunu söylemiş, Türkiye’yi “Çin’in alternatifi” diye yabancı sermayeye takdim etmişti. Bunun olabilmesinin ilk ve temel koşulu ise, işçi ücretlerini alabildiğine düşürmektir. Bu amaçla asgari ücret “ortalama ücret” olarak saptanmış bulunuyor. Tayyip Erdoğan’ın grevleri yasaklaması rastlantı değil. İşçi sınıfının hak arama mücadelesine bu kadar kinle saldırmasının önemli nedenlerinden biri, sendikalı işçilerin ücretlerini de “ortalama ücret”, yani asgari ücret düzeyine düşürmektir. Tabii bu saldırganlıkla aynı anda iki kuş vurmaya çalışıyor. Hem sendikalı işçileri asgari ücrete mahkum etmek hem sendikaların işçilere bir şey kazandırmadığı algısı yaratıp örgütsüzlüğü hakim kılmak.
AKP-MHP ile suç ortakları din istismarı ve şoven/ırkçılık üzerinden siyaset yapıyorlar. Bundan dolayı hem Türkiye’nin sermaye kodamanları hem emperyalistler seçimlerde onları destekledi. Hile/hurda ile elde edilen seçim sonuçlarını hemen kabul ettiler ve Tayyip Erdoğan’ı kutlama yarışına girdiler. Zira bu rejim sermaye kodamanlarına “örgütsüz, sendikasız, hak arama mücadelesinden uzak, sadakaya bağımlı” bir işçi sınıfı yaratacaklarını vaat ediyor. Her icraatları bu hedefe ulaşmak için tasarlanıyor. Din istismarı da ırkçı zehri yaymaları da doları yükseltmeleri de hak arayanlara saldırmaları da gerici-faşist rejime biat etmeyenleri zindanlara atmaları da bu planın bir parçasıdır.
***
Görüldüğü üzere gerici-faşist rejimin hedefleri hem açık hem alabildiğine pervasız. Ancak bu, her koşulda o hedeflere ulaşacakları anlamına gelmiyor. Zira gelişmelerin seyrini belirleyecek olan işçi sınıfı ve emekçilerin buna karşı geliştirecekleri direniştir. İşçiler, emekçiler hakları, talepleri, onurları ve gelecekleri için örgütlü mücadeleyi yükselterek bu vahşi oyunu bozabilirler. Tüm veriler gerici-faşist rejimin işçi sınıfı ve emekçileri bir ikilemle karşı karşıya bıraktığına işaret ediyor: Ya onların istediği gibi “yarı aç yarı tok köleler” durumuna düşmek ya da gerici-faşist rejime ve temsil ettiği asalak kapitalistlere karşı “sınıf kardeşliği” temelinde birleşip direnişi yükseltmek…