TÜSİAD’ın “demokrasi aşkı” mı nüksetti?

Saray rejimi hem emperyalistlerin hem sermaye sınıfının tercihiyle işbaşında tutuldu. Demek ki daha dinci daha zorba bir rejimle yola devam etmeyi çıkarlarına uygun buluyorlar. Dolayısıyla zorba rejimin yarattığı sorunlardan onlar da dolaysız bir şekilde sorumludur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Haziran 2023
  • 19:00

Kirli/şaibeli seçim sürecinde sesi çıkmayan, Tayyip Erdoğan’ın hile/hurda ile saltanata devam etmesine itirazı olmayan TÜSİAD şefleri, bu aralar ortalıkta görünmeye başladı. TÜSİAD yönetimi, ekonomik durumla ilgili tespit ve önerilerini sunmak üzere 16 Haziran’da YİK (Yüksek İstişare Kurulu) toplantısı öncesinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le bir araya geldiler. Basına kapalı düzenlenen toplantıda sermaye kodamanlarının Saray rejimine beklentilerini Şimşek’e ilettikleri bildirildi.

Gerici-faşist rejimin Maliye ve Hazine Bakanı Şimşek, görüşmeden sonra açıklama yapmazken, TÜSİAD şefleri rejimden beklentilerini kamuoyuna açıkladılar. YİK toplantısında yapılan konuşmalarda, “TÜSİAD şefleri demokrasi istiyor” havası estirildi. Dinci-faşist rejim ve onun başındaki Tayyip Erdoğan’la yola devam etme kararı alan sermaye kodamanları, Türkiye’yi daha şeriatçı, daha ırkçı, daha faşizan bir rejimin insafına terk ettiler. Şimdi de çıkmışlar, hiç utanmadan böyle bir rejimden demokrasi beklediklerini söylüyorlar.

TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, ekonomik krizin çözümü için makroekonomik istikrar, yapısal reformlar ve hukuk devletinden oluşan üç ayaklı bir program gerektiğini savundu. Temel değerler konusunda netleşmeli ve çoğulcu demokrasiyi, laikliği, piyasa ekonomisini ve kurallara dayalı liberal dünya düzeninin parçası olmayı artık tartışma dışına itmeliyiz görüşlerini savunan Özilhan, gerici-faşist rejime bir tür ekonomik program önerdi.

"Yatırımların artması için elverişli koşullar, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının şüphe götürmediği, güçler dengesinin sağlandığı, çoğunlukçuluğun değil çoğulculuğun esas olduğu, atamalarda liyakatin esas olduğu, özerk kurumların bağımsızlığının güvence altında olduğu bir yönetim modeli ile sağlanır" ifadelerini kullanan Özilhan, gerici-faşist rejimin tahkimatının olmazsa olmazları olan şeylerden vazgeçmesini talep ediyor. Esas mesele ise, “piyasa ekonomisini ve kurallara dayalı liberal dünya düzeninin parçası olmak…”

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan da Özilhan’la benzer talepler dillendirdi. “Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve eğitim reformunun ana gündemleri olduğunu” iddia eden Turan, “Bu parlamento döneminde Cumhuriyetimizin birinci yüzyılındaki kazanımları korumalı, güçlendirmeli ve eksikliklerini gidermeliyiz. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesini istiyoruz” dedi.

TÜSİAD şefleri sınıf bilinci gelişmiş, sistemi iyi tanıyan kişiler. Dinci-faşist rejimin İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek bir yana, Medeni Kanunu’nu bile tartışmaya açtığı, AKP-MHP rejimine destek veren şeriatçı güçlerin artık meclis çatısı altında bulunduğunu TÜSİAD şefleri gayet iyi biliyor. Türkiye tarihinin en sağcı en şeriatçı en ırkçı parlamentosunun desteğine yaslanarak “Yeni Türkiye” dönemini başlattığını ilan eden Saray rejimi dinci/şeriatçı zihniyeti daha da yaymak için tüm okullara imam hatipli ya da ilahiyat fakültesi mezunu kişiler atadı. Karma eğitime karşı olan bir gericiyi Milli Eğitim Bakanı yaptı. Kadınların sokakta rahat yürüyemediği bir ülke yaratma yönünde atım atan rejimin, İstanbul Sözleşmesi’ne döneceğine sermaye kodamanları inanıyor olabilir mi?

TÜSİAD şefleri, dinci-faşist Saray rejiminden “…Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının şüphe götürmediği, güçler dengesinin sağlandığı, çoğunlukçuluğun değil çoğulculuğun esas olduğu, atamalarda liyakatin esas olduğu, özerk kurumların bağımsızlığının güvence altında olduğu bir yönetim modeli…” kurmasını mı bekliyor?

Görünen o ki sermayenin kodaman takımı, gerici-faşist rejimin riyakarlıkta sınır tanımayan icraatlarından epey şey öğrenmişler. Aksi halde dinci-şeriatçı-ırkçı-mafyatik bir rejimden bu taleplerde bulunmazlardı. Anlaşıldığı kadarıyla TÜSİAD şefleri gerici-faşist rejimle yola devam kararı aldıktan sonra, yağma ve talan politikasında bazı düzenlemeler yapılmasını bekliyorlar. Ekonominin başına biri İngiliz diğeri Amerikan vatandaşı “iki kurtarıcı” atanması onları memnun etmiş olmalı. Nitekim yabancı sermayeye “güven” vermek için birtakım adımlar atılmaya başladı. İlk adımda TL’yi %20 civarında fiilen devalüe ettiler. Sermaye kodamanlarını asıl ilgilendiren meselenin bu kısmıdır.    

Hal böyleyken İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesinden, hukukun üstünlüğünden söz etmeleri, gerici-faşist rejime verdikleri desteğe kılıf uydurma çabasına benziyor. Saray rejimi onların söylediği şeyleri yapsaydı memnun olurlardı muhtemelen. Ancak sürecin farklı bir mecrada ilerlediğini onlar da gayet iyi biliyor. Hem dinci-faşist rejimi destekliyor hem “demokrat” görüntüsü vermeye çalışıyorlar.

Saray rejimi hem emperyalistlerin hem sermaye sınıfının tercihiyle işbaşında tutuldu. Demek ki daha dinci daha zorba bir rejimle yola devam etmeyi çıkarlarına uygun buluyorlar. Dolayısıyla zorba rejimin yarattığı sorunlardan onlar da dolaysız bir şekilde sorumludur. Türkiye’de şeriatçı-ırkçılığı geriletmek, demokratik, sosyal, siyasal hakların kazanılması ise ancak gerici-faşist rejime, sermayeye ve emperyalistlere karşı birleşik mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olabilir.