Şaibeli seçimlerle işbaşında kalan gerici-faşist rejimin ilk işlerinden biri, İngiliz vatandaşı Mehmet Şimşek’i Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atamak oldu. “Kurtarıcı” diye pazarlanan Şimşek, son günlerde sık sık “rasyonel zemine döneceğiz” diye açıklama yapıyor. Rasyonel/akılcı bir zemine dönmek için, o zemini terk etmiş olmak gerek. Buna göre AKP-MHP rejimi irrasyonel/akıldışı bir ekonomik politika izliyordu. Şimşek demek istiyor ki:
“Saray rejimi seçimlerde oy devşirmek için akıldışı bir politika izliyordu. Artık akılcı zemine dönüyoruz.”
O kadar pervasız, o kadar pişkinler ki, “ekonomiyi Saray rejiminin politik çıkarlarına göre belirliyoruz” diyebiliyorlar. Ancak her şeye rağmen bir şeyi ihmal etmediler: O da sermaye sınıfına hizmettir. Bu alanda hiçbir aksamaya yer vermediler. İşçi sınıfı ve emekçiler açısından ise durum tam tersiydi. On milyonlarca işçi ve emekçi daha derin bir sefalete itildi. “Asgari ücrete yüksek zam yaptık” diye utanmadan propaganda yaptılar. Oysa sefalet ücreti bir-iki ay içinde açlık sınırının altında kalıyordu. Ancak bu, saraylarında sefahat sürenlerin gündeminde olan bir şey değil. Emekçiler, onları ancak oy deposu olarak ilgilendiriyor. Seçim rüşveti dağıtarak, din istismarını had safhaya çıkartarak, şoven ırkçılığı körükleyerek, düzmece videolar yayınlayarak oy talep ettiler. Bu pespaye seçim propagandasının kısmen de olsa işe yaradığı görüldü. Aldıkları ve çaldıkları oylarla rejimlerini sürdürüyorlar. Elbette bu “başarıyı” hem “yerel” hem küresel sermayenin destek ve onayına borçlular.
Kaşıkla verdikleri seçim rüşvetini kepçeyle geri alıyorlar
AKP-MHP koalisyonu seçim kazanmayacağını biliyordu. Zira tepeden tırnağa kokuşmuş/mafyatik bir rejim kurdular. Depremde yüz binleri ölüme terk ettiler. Toplumun geniş kesimleri nezdinde meşruiyetlerini yitirdiler. Bu bağlamda emekçilere kırıntı düzeyinde bazı seçim rüşvetleri vermek durumunda kaldılar. TL’nin değer kaybetmesini Hazine ve Merkez Bankası rezervlerini eksiye düşürerek kısmen durdurabildiler. Aksi halde kriz daha da derinleşecekti.
Hazine boş, Merkez Bankası ekside olunca, döviz girişi sağlamak için Londra’daki “faiz lobisi” ile Körfez şeyhlerinin kapılarını aşındırmaya başladılar. Daha önce Tayyip Erdoğan tarafından hırsız ilan edilip Saray’dan kovulan Mehmet Şimşek’i bunun için yeniden bakan yaptılar. Bakan sıfatıyla ilk ziyaretini Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yapan Şimşek, şeyhlerle yaptığı pazarlıkları gizli tuttu. Bundan dolayı dilendiği petro-dolar karşılığında ne vaat ettiği henüz tam bilinmiyor.
“Nas”ı çöpe atıp Londralı tefecilere yaranmaya çalışan Tayyip Erdoğan, tek hamlede faizi %15’e yükseltti. Ancak ekonomistler, Londra’daki vurguncuların bu kadarlık bir faizi cazip bulmadığını, beklentilerinin %30 civarında olduğunu belirtiyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla “yerli/milli” Saray rejimi, bu artışı yerel seçimler sonrasına bırakmış. Zira bu düzeyde bir artışın AKP’nin oy istediği kitleleri daha derin bir sefalete sürüklemesi kaçınılmazdır. Bu durumda rejim, yerel seçimleri atlatana kadar mafya babalarının getireceği kara para ile Körfez şeyhlerinden “kayıt dışı” yüksek faiz karşılığında alabileceği petro-dolarlarla işi götürmeye çalışacak. Bunlara yaz mevsiminde toplanan turizm gelirlerini ekleyecek.
Dışarıdan gelecek dövize bağımlı olan “yerli/milli” rejim, ödeyeceği faizleri karşılamak için paraya ihtiyaç duyacak. Uygulayacağı “rasyonel” politikalarla hem “yerli” hem yabancı sermayeye aktaracağı kaynakları toplayacak. Bu ise işçi ve emekçilere daha pervasızca yüklenmek anlamına geliyor. TL’nin değer kaybetmesi, zamlar, yüksek enflasyon gibi araçlarla faizcilere ödenecek para işçi ve emekçilerin cebinden çalınmaya başladı. Seçim rüşveti olarak kaşıkla verilenler, şimdi kepçeyle geri alınıyor.
Esas darbe yerel seçimler sonrasına öteleniyor
AKP şefinin yerel seçimlerden sonra faizi Londralı tefecilerin istediği gibi %30’a çıkartacağı söyleniyor. Yani bir tür “sefaleti kontrollü derinleştirme” taktiğine başvuruyor. Sefalete sürüklediği kitlelere seçimler öncesinde yine bir “seçim rüşveti” dağıtarak oy devşirmeye çalışacak. Seçimler geçince ise “eli serbest” kalacak. Yani Saray rejimi işçilere, emekçilere esaslı darbeyi yerel seçimler sonrasında indirmeye hazırlanıyor.
Bu kapsamda yapılan hazırlığın diğer bir yönü ise, şimdiden zorbalığı ayyuka çıkartarak gelişecek sınıf ve kitle hareketinin önünü kesmektir. Muhalif sesleri devlet terörüyle bastırıp hem sefaleti hem orta çağ artığı ideolojisini olabildiğinde topluma dayatmaya çalışacak. Rejim bunun işaretlerini farklı alanlarda veriyor.
Bu noktada “uzmanlar” tarafından yapılan kimi “analizlere” değinmek lazım.
Bu “derin” analizlere göre, yabancı sermaye hukukun, demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı ülkelere gitmez. Bundan dolayı Saray rejimi mecburen “hukuk devleti” kurallarına dönüş yapacak. 28 Mayıs sonrası için bu yönde beklentiye girenler şimdiden hayal kırıklığına uğradılar. TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın kumpas kurularak tutuklanması olayı -tek başına bu olay bile- kurulan denklemin sahteliğini gözler önüne sermeye yetiyor.
Bazı yorumlarda ise yabancı sermayeyi çekmek isteyen rejimin zorbalığı arttırmasının çelişki olduğu öne sürülüyor. Oysa bunda hiçbir çelişki yok. Zira yabancı sermayenin sözünü ettiği hukukla, demokratik hak ve özgürlüklerin hiçbir alakası yoktur. Onların derdi faiz oranlarının düşük olmasıdır. Hatta zorba rejimler onlar için daha caziptir. Zira AKP-MHP rejiminin yaptığı gibi grevleri yasaklar, hak arama mücadelelerini kolluk kuvvetleriyle engellemek ister. Bu ve benzer hak ihlalleri elbette küresel tefecileri ilgilendiren şeyler değil. Onlar için “hak-hukuk” sermayelerini ve alacakları faiz rantını güvence altına almaktır. Mesele bundan ibaret. Dinci-faşist rejim faizleri onların istediği seviyeye yükseltince, gelmekte bir an bile tereddüt etmeyecekler. Zira halkına zulüm uygulayan despotlar, Londra’daki “faiz lobisi” karşısında süt dökmüş misali pısırık olurlar. Bunu da en iyi bilen bizzat o tefeci vampirlerdir.
Rejimin denklemini işçi sınıfının direnişi bozabilir
Sermayenin “demir yumruğu” misyonuyla hareket eden AKP-MHP koalisyonu, planını hazırlamış görünüyor. Ancak bir planın hazırlanması ile hayata geçirilmesi farklı şeylerdir. Bu noktada kritik olan, işçi sınıfı ile emekçilerin nasıl tepki vereceğidir. Zira gerici-faşist rejimin planı emekçileri net bir ikilemler karşı karşıya bırakıyor: Uysal bir şekilde boyun eğmek, hem “yerli” hem de yabancı faiz lobilerine aktarılacak devasa servetleri ödemeyi kabul etmek ki bu, rejimin onur kırıcı dayatmalarını sineye çekmek anlamına gelecektir. Vurgulamak gerekiyor ki, dayatmalara boyun eğmek işçi sınıfına yakışan bir tutum değil.
Diğer seçenek ise, mücadeleyi tercih etmek, sınıfa sefaleti dayatanlardan hesap sorup hakları kazanmaktır. Bunun için ise örgütlü, fiili-meşru mücadelenin adım adım örülmesi gerekiyor. İşçi sınıfı ve emekçiler tüm yapay ayrımları bir kenara itip birleşik mücadeleyi yükseltmeden ne sermayenin ne de onun vurucu gücü olan gerici-faşist rejimin saldırıları püskürtülebilir…