Ekonomik-mali krizin yarattığı toplumsal yıkım günden güne ağırlaşıyor. Yüksel enflasyon ve akıl almaz boyutlara ulaşan hayat pahalılığı, gelinen aşamada içinden çıkılmaz bir hal almış durumda. Yediden yetmişe hemen herkesin gündelik hayatında derinlemesine etki yaratan hayat pahalılığı, geniş emekçi yığınların ana gündemini oluşturuyor. İğneden ipliğe hemen her şey ateş pahası, öyle ki toplumun geniş kesimleri bırakalım insanca yaşamayı, temel insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz durumda.
Saray rejiminin ekonomik krizden çıkış politikası olarak formüle ettiği Orta Vadeli Program (OVP), Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek tarafından “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” adıyla duyuruldu. Açıklanan programın ayrıntısına bakıldığında, içerik olarak “şapkadan tavşan” değil açlık, sefalet ve toplumsal yıkımın çıktığı açıkça görülüyor. Öyle ya, zaten aylar öncesinden “vergiyi tabana yaymak” adı altında krizin faturasının emekçilere ödetileceğinin sinyalleri verilmişti. Şimdi ise bu saldırı paketi yavaş yavaş hayata geçirilmeye başlandı.
Saray rejimi, krizin faturasını tabana yaymak, diğer bir ifadeyle emekçilerin sırtına yıkmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Sermaye iktidarının ekonomi bakanı, rejimin kriz politikasını “gerekli ve zorunlu” bir “çıkış yolu” olarak lanse etmeye çalışıyor. Çıkış yolu dedikleri şeyin ise işçi ve emekçileri yeni vergiler ve hak gaspları ile soyup soğana çevirmek olduğu aşikar. Yakın dönemde New York’a giden Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek orada İMF’nin de takdirini aldı. Her ne kadar Erdoğan “İMF karşıtı” sahte söylemlerde bulunuyor olsa da artık aleni bir şekilde İMF’siz İMF programı uygulanıyor.
Ekonomik ve sosyal krizin yarattığı tablo bu kadar kötü iken “tasarruf” diye açıkladıkları garabet şey, kendi lüks ve şatafat içindeki yaşam tarzlarına dokunmuyor. Saray rejiminin “tasarruf politikası” zaman zaman çeşitli örnekler üzerinden tartışma konusu olmuştu. Emine Erdoğan’ın sarayın mutfağında altından yapılma çatal ve kaşıklarla yemek yerken “porsiyonlarınızı küçültün” diye “nasihat” vermesi bu örneklerden biriydi. Aynı şekilde Erdoğan’ın kendisi de pek çok kez benzer laflar etti. Fakat en akılda kalanı “itibardan tasarruf olmaz” sözüydü. Ki Erdoğan bu tutumunu halen fütursuz bir şekilde sürdürüyor.
Krizin yükü emekçileri bunaltırken saray için yapılan israf dudak uçuklatmaya devam ediyor. Bin yüz elli odalı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın günlük masrafı, geçtiğimiz yılın sonlarına doğru 34 milyon lira gibi devasa bir meblağa tekabül ediyordu. Yani saray tek başına asgari ücretli bir işçinin net maaşını yaklaşık 40 saniyede harcıyor. Ayrıca sadece Cumhurbaşkanlığına ait olan 16 uçak ve son model lüks araç konvoyları da var. Ancak bu harcamalar yıllarca “itibardan tasarruf olmaz” zırvalarıyla savunula geldi.
Erdoğan yönetiminin tasarruf diye adlandırdığı şey, kendilerinin ve yandaşlarının lüks yaşamlarının sekteye uğramaması için, toplumun geniş kesimlerine daha fazla vergi ve borç yükü bindirmek anlamına geliyor. Onlara göre başta yandaş şirketler olmak üzere, sömürücü kapitalistlere vergi affı ve teşvik verilmesi tasarrufa girmiyor. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşa yapılan devasa harcamalar açıklanan tasarruf planının içine girmiyor. Cemaatler, tarikatlar, gerici dernek ve vakıflara yapılan yardımlar ve hibeler de tasarrufa girmiyor. Belediyelerin ve yönettikleri kamu kuruluşlarının lükse ve şatafata yaptığı sınırsız harcamalar da tasarrufa girmiyor. Uçak inmeyen havaalanlarına, araç geçmeyen köprülere ödenen “garanti bedelleri” ise tasarrufa girmek bir yana lafı bile edilmiyor.
Sermaye rejiminin açıkladığı “Kamuda Verimlilik ve Tasarruf Paketi”nin içinde “yetersiz kamu yatırımlarının ve kamu personeli istihdamının sınırlanması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin kısıtlanması, ücretlerin düşürülmesi, güvencesiz istihdam vb.” doğrudan emekçileri hedef alan icraatlar yer alıyor.
Sermaye iktidarı ve onun uzantıları devletin geniş yığınlardan topladığı vergileri kendi lüks ve şatafatları için kullanmaya devam ediyor. Çok açık ki bu ekonomi paketi ile AKP-MHP koalisyonu hem gayrı meşru iktidarını korumak hem ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilere kesmek istiyor. Tasarruf dedikleri şey ise kendi lüks yaşamlarından imtina etmek değil işçi ve emekçilerden biraz daha fazla vergi koparabilmek, onlara yeni faturalar ödetmektir.
Bütün bu lüks ve şatafatın arkasında bir sınıf iktidarı var. Sermayenin demir yumruğu olan bu iktidar, gücünü işçi sınıfının örgütsüz olmasından alıyor. Dev saraylar ve sırça köşklerin gücü de buradan geliyor. İşçi sınıfının örgütlü mücadeleyi yükselterek oynayacağı devrimci rol, bütün bu pisliği tarihin çöplüğüne atacaktır.
K. Torlak