AKP, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi

Toplumsal mücadelenin ihtiyaç duyduğu şey; kapitalist sömürü düzenini temsil eden bilinçli ve son derece organize olmuş sermaye cephesine karşı devrimci politika etrafında örgütlenmiş, demokratik sorunlara da son derece duyarlı olan organize bir işçi sınıfı hareketidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 03 Eylül 2023
  • 19:00

Ekonomik kriz ve ağırlaşan yaşam koşulları toplumsal bunalımı giderek derinleştiriyor. Durum zaten vahim bir hal almışken faşist AKP-MHP yönetimi, 28 Mayıs seçimleri sonrasında “rasyonel politikalara dönüş” adı altında emekçileri hedef alan yeni bir saldırı başlattı. Uyguladıkları ekonomi politikası ile geniş yığınlara zamlar, yüksek enflasyon, ağır vergiler ve düşük ücretleri dayatırken, kapitalist sermayedarlara ise vergi affı ve devlet destekli kredilerle servet transfer etmeye devam ediyorlar.

Dümenini Erdoğan’ın tuttuğu AKP-MHP iktidarı dizginlerinden boşalmış, zamana yayılan bir saldırı gerçekleştiriyor. Seçim sürecinde toplumun gerici kesimlerine seslenebilmek ve ekonomik krize kılıf uydurmak için “Faiz sebep, enflasyon sonuç” nutukları atılarak faizler düşük tutuldu. Kur Korumalı Mevduat (KKM) adı altında kapitalistlere geniş imtiyazlar tanındı. Enflasyon yükseldi, dolaylı vergiler arttırıldı, ücretler eridi, emekçilerin alım gücü aşağıya çekildi vb… Bu icraatlarla krizin faturası yine emekçilere kesilmiş oldu.

Erdoğan’ın yeni Hazine ve Maliye bakanı olan Mehmet Şimşek’in “ekonomik krize çare” olarak yaptığı ilk iş Körfez ülkelerinden para dilenmek oldu. Fakat keskin bir u dönüşü yaparak “dost ülke” ilan ettikleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Türkiye’nin sıcak para ihtiyacını tam olarak karşılayamayınca, yüzlerini tekrar batılı emperyalistlere, yani Londra’daki “faiz lobisine” çevirdiler. Nitekim bunun ilk ayağı İngiltere’deki tefeciler oldu. Bu süreçle birlikte Erdoğan’ın “Nas”ı çöpe atılırken, “faiz lobisinin Nas”ı esas alındı. Böylece sonuçlarından bağımsız olarak faiz oranları yükseltildi, ekonomi de güya “rasyonel” politikanın zeminleri üzerine oturtulmuş oldu. Sermayenin “rasyonel politika” dediği şeyden şu ana kadar çıkan sonuç kapitalistler için vergi affı ve yeni teşvikler olurken, işçi sınıfı ve emekçiler için ağır bir yıkım ve sefalet oldu.

***

Sermaye iktidarı, sürecin yeni bir toplumsal patlamaya dönüşmesinden duyduğu korkuyla, demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırganlığını şiddetlendirdi. AKP şefi Erdoğan kendi saltanatını devam ettirebilmek için her alanda kaba şiddete başvurarak hukuksuzluğu “norm” haline getirdi. Bu icraatlarla toplumu baskı ve zorbalıkla denetim altında tutmaya çalışıyor, terörize ediyor, kokuşmuş rejimine karşı yapılan en ufak bir hak arama mücadelesine dahi dizginsiz bir saldırı ile karşılık veriyor. Polisin her hafta Cumartesi Annelerine kaba bir zorbalıkla saldırması, salt bu tutum bile rejimin vahşi suretini görmek için yeterlidir.  

Sermayenin demir yumruğu AKP-MHP iktidarı her yönden sıkışıyor, sıkıştıkça da saldırganlaşıyor. Zira ekonomik ve siyasal krizin faturası giderek kabarıyor. Yirmi iki yıllık iktidarının ilk 13 yılında seçimleri bir şekilde kazanan Tayyip Erdoğan AKP’si, 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğradı. Ondan sonraki seçimleri ise kan dökerek, hile/hurda ve sahtekarlıkla kazanabildi. 28 Mayıs seçimlerinden ise sahtekarlığa dayalı propaganda, hile/hurda ve emperyalistlerin desteği ile “galip” çıkabildi. Bu kadar hile ve sahtekarlık yapan Erdoğan, toplumsal desteğinin eskisi gibi güçlü olmadığının farkındadır. Bu açığı kapatıp saltanatı korumak için dinci-gerici-şeriatçı-faşist parti, klikler ve tarikatlarla ittifaka girdi. Tüm bunları siyasal dayanakları olarak kullanan Erdoğan, buradan da güç alarak her geçen gün kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklere saldırıyor, devletin gücünü de kullanarak Orta çağ artığı gerici/karanlık ideolojisini topluma dayatıyor.

***

Tüm bu baskı ve zorbalığa karşı ne yazık ki işçi sınıfından henüz güçlü bir karşı çıkış gerçekleşmedi. Fakat parçalı ve dağınık da olsa direnişler, grevler, eylemler var ve giderek yaygınlaşıyor. Ekonomik krizin yarattığı yüksek enflasyon ve düşük ücret dayatmasına karşı fabrikalarda, atölyelerde, sanayi havzalarında, kamu alanlarında gelişen eylemler var. Tekstil, metal, petro-kimya, belediye gibi iş kollarında çalışan işçiler, emekçiler, memurlar tepki göstererek eyleme geçiyor. Eylemlerin çoğu düşük ücretlere, ağır çalışma koşullarına ve sendikal örgütlenme hakkına yönelik saldırılara karşı gerçekleştiriliyor. Fakat eylemler ya kısmi kazanım ve anlaşmalarla sona eriyor ya da mahkeme süreçlerine evrilerek sönümleniyor.

Krizi fırsata çeviren kapitalistler bir taraftan işçileri açlık sınırının altında bir ücret ve ağır koşullarda çalışmaya zorlarken öte taraftan işsizlik sopasıyla denetim altına almaya çalışıyor. Bunu başarabilmelerinin arkasındaki esas neden işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin zayıf olmasıdır. Öte yandan, işçi sınıfının önemli bir kesimi sarı sendikalar, cemaatler, tarikatlar, gerici dernekler vb. tarafından kuşatma altına alınmış durumda. Bu durum işçi sınıfını kötürümleştiren, pasifize eden ve dinci-şoven politikalar ile onu parçalayan bir etkene dönüşüyor. Zira bu örgütlenmeler sermaye dünyasının organik birer parçasıdır. Buna rağmen işçi sınıfının bir kesiminin orada olması, kapitalizmin ideolojik-politik cenderesine sıkışmış olmalarından kaynaklanıyor. 

Burjuvazi, devlet, düzen partileri ve sarı sendikaların kuşatması altında tutulan, her türden gerici ideoloji ile parçalanmış ve yalıtılmış olan işçi sınıfının, bu sistematik kuşatmadan çıkabilmesi için sınıf bilincini geliştirmesi, bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmesi ve kendisi için sınıf olabilmesi en önemli ve en elzem olan şeylerdir. Marx’ın ünlü “işçi sınıfı devrimciyse her şeydir, değilse hiçbir şey” belirlemesi bu olgunun devrimci temellerini oluşturuyor. Devrimci bir işçi sınıfı hareketi yaratmanın önemi de işte bu maddi koşullara dayanıyor.

Politize olmuş bir işçi sınıfı hem kendisini değiştirir hem de toplumu dönüştürür. Bir bütün olarak Altmışlı yıllar bu olgunun iyi bir örneğini sunar. Saraçhane mitinginden Kavel’e, Derby’den 15-16 Haziran büyük işçi direnişine kadar olan süreç bunu somut olarak göstermektedir. Bugün gerek sendikalar içinde gerekse de sol sosyalist/reformist partiler ve örgütlerde bu bakış açısı fazlasıyla aşınmış durumda. Yani işçi sınıfını devrimcileştirme gibi bir çaba fiili olarak ya çok zayıf ya da sadece söylem olarak, yani kağıt üstünde kalıyor.

Sınıfa politik bilinç taşımanın önemi ve sorunları yıllarıdır tartışılan konulardan biridir. Bugün sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyini, greve çıkan işçi sayısı üzerinden ya da ücret sorununa karşı verdiği tepki üzerinden tartışmak tek başına yeterli değil. Sınıfa devrimci müdahaleyi ücret sorununa sıkıştırmak ve buradan yüklenmek hareketi “ekonomizme” mahkum eder. Dolayısıyla devrimci politika işçilerin geri bilincine ve dar ekonomik taleplerine yaslanarak değil, tersine o geriliği de gerekli sertlikle eleştirerek onu dönüştürüp devrimci düzeye çıkartacak bir temele oturmalıdır.

Sonuç olarak ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin sınıf ve toplum içinde yarattığı politik etkiyi iyi analiz ederek, buradan sonuçlar çıkararak, sınıf içinde güç olmanın ve sınıfı devrimci temellerde geliştirmenin olanaklarına dönüştürmek günün temel sorumluluklarından biridir. Zira toplumsal mücadelenin ihtiyaç duyduğu şey; kapitalist sömürü düzenini temsil eden bilinçli ve son derece organize olmuş sermaye cephesine karşı devrimci politika etrafında örgütlenmiş, demokratik sorunlara da son derece duyarlı olan organize bir işçi sınıfı hareketidir.