Ekonomik-mali krizin kabaran faturası işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamını gün geçtikçe çekilmez hale getiriyor. Yüksek enflasyon ve arkası kesilmeyen zamlar nedeniyle hayat pahalılığının kronikleşmesi, buna karşın emekçilerin gelirlerinin açlık ve yoksulluk sınırın altında tutulması sosyal bunalımı günbegün derinleştiriyor. Günümüz Türkiye’sinde sermaye ve para babalarının zenginliği büyürken, ağır çalışma koşulları altında azgınca sömürülen milyonlarca emekçi en temel gereksinimlerini dahi karşılayamıyor. Bütünlüğü içerisinde bu tablo emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi her geçen gün derinleştiriyor. Henüz kendini eylemli bir şekilde ortaya koyamasa da krizin yıkıma uğrattığı geniş emekçi yığınlar içerisinde öfke ve hoşnutsuzluk alttan alta yaygınlaşıyor. Şu sıralarda kimi fabrikalardan ve belediyelerden yükselen “ücretlere ek zam” talebi bu gerçeğin sınırlı fakat somut göstergeleri sayılmalı.
Rüzgar eken fırtına biçer!
Gerici-faşist rejimin ekonomi programı kapitalist krizin tüm faturasını sistematik olarak emekçilere ödetmek üzerine kurulu. “Çarklar dönsün, sermaye büyüsün” yaklaşımını düstur edinen rejim, düşük ücretlerle, ağır çalışma koşullarıyla, zam furyasıyla, vergi düzenlemeleriyle, emekçilerin cebindeki üç kuruş üzerinden yaptığı ek kesintilerle kriz ortamında sermayenin gemisini yürütmeyi esas alıyor. Emekçilere dönük bir tür adı konmamış “kemer sıkma” politikası uygulayan rejimin, önümüzdeki günlerde çok daha kapsamlı saldırıları gündeme getireceğinden kuşku duymamak gerekiyor. Zira, Türkiye kapitalizminin çok yönlü krizleri, yatışmak şöyle dursun bir dizi alanda kontrolden çıkmış bir tabloya sahip. Sistem adına, özellikle ekonomi alanına belirsizlik ve öngörülemezlik rengini veriyor. Bu verili durumu sermaye lehine “yönetmenin”, sermaye birikimini “sürdürülebilir” kılmanın yolu ise emekçilerin boynundaki sömürü zincirini düzenli olarak kalınlaştırmaktan, yani sömürüyü yoğunlaştırmaktan geçiyor. Dolayısıyla gerici-faşist rejim ekonomik-sosyal saldırıları rutinleştirmiş bulunuyor. Sözde “yeni” dedikleri “ekonomi programları” ise bu saldırıların çok daha ağırlaşacağını gözler önüne seriyor.
Sermaye iktidarı çok yönlü saldırıları kesintisiz ve kolayından hayata geçirebilme gücünü işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzlüğünden, yani karşısına toplumsal bir gücün çıkmayışından alıyor. Bugün için ekonomik-sosyal saldırıların “istikrarlı” bir şekilde uygulanıyor olabilmesi de yine toplumsal mücadelenin alabildiğine geri ve dağınık olmasından kaynaklanıyor. Fakat servet ile sefalet arasındaki uçurum derinleştikçe akıl dışı bu durumun “sürdürülebilir” olması da sermaye düzeni adına güçleşecektir. Zira, toplumun sırtına bindirilen ve her geçen gün artan yükler alttan alta ciddi kırılmaların da zeminini hazırlamaktadır. Öyle ya, rüzgar eken fırtına biçer…
Çözücü halka: Örgütlü sınıf, topyekûn mücadele!
Örgütsüzlük, dağınıklık, sınıf bilincinden yoksunluk, sendikal bürokrasinin kuşatması vb. sınıf hareketinin yapısal sorunları, çelişkilerin keskinleştiği böylesi bir dönemde mevcut tablonun işçi sınıfı lehine değişmesinin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Zira sorunları her geçen gün çeşitlenen ve ağırlaşan işçi sınıfı bu engelleri bir yerinden aşıp mücadele sahnesine çıkmakta güçlük çekiyor.
Bu durumda yakalanması ve yüklenilmesi gereken halka sınıfı örgütlemek, temel toplumsal gerçekler üzerinden bilinçlendirmek ve harekete geçirmektir. İşçi sınıfı ancak bu başarılabildiği koşulda hem içerisine itildiği cehennem koşullarından bir nebze de olsa kurtulabilir, sermayenin karşısına toplumsal bir güç olarak çıkabilir. Kriz koşullarında bunun imkanları giderek olgunlaşmaktadır. Tekil fabrikalarda ve işyerlerinde yaşanan kıpırdanmalar, işçi ve emekçilerin kapitalist krizin ağır yüküne karşı kendiliğinden harekete geçme potansiyellerinin giderek olgunlaştığını göstermektedir. Özellikle TİS dönemlerinde benzer çıkışların sendikalı fabrikalarda ve sektör bazında yaşanma olasılığını da akılda tutmak gerekiyor.
Verili bu durum bugün için edilgenlik içerisinde olan, fakat yer yer ve tekil örnekler üzerinden ağır çalışma ve yaşam koşulları üzerinden harekete geçen sınıf bölüklerine devrimci müdahalenin önemini arttırmaktadır. Özellikle sendikal zeminlere sahip olan metal, petrokimya ve tekstil gibi sınıf hareketinin genelini etkileyebilecek sektörel hareketlenmelere nüfuz etmek, giderek devrimci sınıf perspektifi üzerinden politik bir eksen oluşturmak, içinden geçtiğimiz süreçte sınıf hareketini ileriye taşımak açısından hayati bir önem taşımaktadır. Bütünlüğü içerisinde bu süreçler işçi sınıfını taban örgütlerinde ve komitelerde birleştirmek, bu zeminlerde bilinçlendirmek ve harekete geçirmek perspektifiyle ele alınmalıdır. Bu başarılabildiği ve sınıf içerisinde örgütlü-devrimci mevziler şekillendiği oranda sınıf hareketini bugün için edilgenliğe mahkum eden yapısal sorunlara da bizzat hareketin içerisinden etkili ve somut darbeler indirme olanakları da artacaktır.