İki eğilim ve sosyalizm

Mücadele edilmesi gereken bir başka eğilim de reformist akımlar ve onların yaydığı parlamentarist hayallerdir. “Demokratik Türkiye”, “Demokratik Cumhuriyet” proje ve programları da devrimin potansiyellerini düzen içinde eriten, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde dayanaksız hayaller yaratan gerici ütopyalardır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 28 Eylül 2021
  • 17:08

Devleti adım adım ele geçiren, toplumsal-kültürel yaşamı kendi eğilimlerine uygun bir şekilde biçimlendirmek isteyen ve işi, şeriattan esinlenen uygulamaları dayatmaya vardıran AKP-MHP iktidarı tam bir çıkmaz içindedir. Uzun yılları bulan keyfi ve sınır tanımaz bir dinci-faşist rejime ve gelinen aşamada sarf edilen tüm kirli çabalara rağmen, AKP-MHP iktidarı tüm cephelerde dökülüyor. Neredeyse tümüyle baskıya, yasaklara ve sürekli olarak tırmandırdığı devlet terörüne dayanarak ayakta kalmaya çalışıyor. 19 yıllık iktidarın ardından varılan yer budur ve bu tam bir bataklıktır. Bu bataklık içinde rejim bir çıkış bulamadığı gibi, çözüm üretme yeteneğini de yitirmiş bulunmaktadır. Mevcut iktidarın Türkiye’nin sorunlarına çözüm olamayacağı bir yana, ülkeyi daha koyu bir karanlığa sürükleyeceği hemen herkesin ortaklaştığı fikirdir. 

Temelde Türkiye kapitalizminin çözümsüzlüğünün bir ifadesi olan bu tablo karşısında, ama özel olarak da “Erdoğan iktidarından kurtulmak için” tüm siyasal akımlar bir çözüm ve çıkış arayışındalar. Türkiye’de adeta seçim sathına girilmişçesine “tek adam rejimi”ne, “faşist şeflik rejimi koşullarına” karşı seçim politikaları, taktikleri, ittifakları ve “çıkış programları” tartışılıyor. Doğaldır ki bunu her akım kendi sınıfsal konum ve kimliği üzerinden yapıyor. Düzen partilerinin yanı sıra söylemlerindeki “devrim” iddialarına rağmen çeşitli kanatlarıyla liberal-reformist akımlar da mevcut çıkışsızlık karşısındaki arayışa bir çözüm olarak esasında seçimlere ve parlamentoya işaret ediyorlar. Düzenin muhalefet partileri için başka türlüsü düşünülemez olan bu olgu, liberal-reformist akımlar için de şaşırtıcı değil. Zira onların ufku “demokratik Türkiye”yi ve parlamentarizmin sınırlarını aşamamaktadır. 

“Saray rejiminden kurtulmak” ve “Türkiye’nin sorunlarını çözmek için” ileri sürülen öneri, politika ve programların başında “güçlendirilmiş parlamenter sistem” geliyor. Önerilen sistem, bir süredir Millet İttifakı’nın ve DEVA partisi gibi düzenin muhalif partilerinin kongrelerine taşınan ve Demirtaş tarafından da (farklı bir içeriğe sahip olduğu iddiasıyla) ileri sürülen bir sistem modelidir. Birçok parti tarafından “Demokrasinin, laikliğin, özgürlüklerin olmadığı, hukuk devletinin ortadan kaldırıldığı, bütün kurumların içinin boşaltılarak tek kişiye bağlandığı, ekonominin dibe vurduğu, eşitsizliklerin derinleştiği” bir Türkiye tablosu karşısında alternatif olarak sunulan, “düzeltilmiş” ya da “güçlendirilmiş” parlamenter sistem, giderek öne çıkan temel bir başlık haline gelmiş durumda. Önerilen parlamenter sistemle birlikte, “Türkiye’nin demokratik, özgür, barışçı, refah düzeyi yüksek, mutlu ve, huzurlu bir toplum olabilmesi” sağlanacak.

Burjuva düzen partileri güçlendirilmiş parlamenter sistemi, Akşener’in ifadesiyle, “Sosyal hayattan ekonomiye, adaletten diplomasiye, doğadan demokrasiye, hemen her alanda ülkemizin karşılaştığı sorunların anahtarıdır. Türkiye’nin … içine düşürüldüğü sıkıntılardan çıkış yoludur” diye tanımlıyor. Demirtaş “tek adam rejimine karşı alternatif bir model” olarak önerdiği aynı sistemi, “Kapsamlı bir sistem değişikliğiyle kurumsal demokrasiye geçilmesini öneriyoruz” diye açıklıyor. Kendisine yöneltilen, “Güçlendirilmiş parlamenter sistemi diğer parti liderleri de öneriyor, burada sizin ve HDP’nin önerisinin farkı ne? Sadece parlamenter öneri olarak algılanmasın diyorsun, ancak önerilerinizin çoğunluğu parlamenter sistemin ihya edilmesine odaklanıyor” sorusunu, “Bizim sunduğumuz öneri sadece TBMM’de düzeyinde değişiklik içermiyor. Yargıdan medyaya, yerel yönetimlerden bürokrasiye, üniversitelerden sivil topluma, siyasal partilerden seçim sistemine kadar tüm alanlarda reform yapılması ve kapsamlı bir sistem değişikliğiyle kurumsal demokrasiye geçilmesini öneriyoruz. Bu öneriler parlamenter sistemin ihyası değil, tümden demokratik bir sistem yapılanmasını içermektedir” biçiminde yanıtlıyor.

Vadedilen parlamenter seçeneğin ne demokratik ne de halkçı karakterde olduğu görüş ve inancından hareketle halkçı demokratizmin farklı kanatları “özgürlüğe hasret kalmış halk”ın çıkış arayışını “devrimci demokratik bir seçenek”le kucaklamak istiyor. Bu seçenek, burjuvazinin “Millet” ve “Cumhur” ittifakı biçimini almış kamplaşmasının karşısında “demokratik halk iktidarı” seçeneği oluyor. “Halkçı demokratik bir programla” “Halkçı demokratik bir yeniden kuruluş” hedefleniyor. Bu hedefe ise “HDP’nin merkezinde durduğu birleşik cephenin demokratik halk iktidarını öngören programıyla” varılacaktır. Bununun için de “devrimci demokratik halk iktidarı” seçeneğinin adresi olarak “HDP’nin program ve stratejisi” gösteriliyor. Bundandır ki HDP’nin 27 Eylül’de açıklayacağını duyurduğu deklarasyon da şimdiden birçok çevre tarafından büyük bir ilgi ve heyecan yaratmış bulunuyor.

Oysa HDP’nin eski ve yeni eş başkanları döne döne, “HDP, Kürt sorunu dahil olmak üzere Türkiye’nin tüm sorunlarını çözmeye taliptir ve çözümün adresi de doğal olarak TBMM’dir” demekte, bunu da şu günlerde özel vurgularla tekrarlamaktadırlar. Demek ki HDP, “HDP’nin merkezinde durduğu demokratik halk iktidarını öngören programla” değil, seçim programıyla hareket etmekte, “Türkiye’nin tüm sorunlarının çözüm” adresi olarak da iktidarı değil, ama TBMM’yi göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin kapitalist düzeni içinde emekçiler ve Kürt halkı için “en ileri demokratik-ilerici bir platformun-programın temsilcisi olarak” HDP, devrimci konum ve kimlik korunduğu sürece işçi sınıfına sermaye düzeni ve iktidarı karşısında devrimci bir iktidar alternatifi olarak sunulamaz. Oysa kimi istisnalar hariç, çeşitli kanatlarıyla sol hareketin büyük çoğunluğunun, HDP’nin merkezinde durduğu platformu çözüm adresi olarak sunduğu biliniyor.

Türkiye’de temel ayrım çizgisi düzen ve devrimdir

Burjuva düzen partilerinin programının, özü ve esası bakımından iktidar partisinin programıyla bir farkı yoktur. Zira burjuva siyaset sahnesi çok çeşitli olsa da programları bir ve tektir. Bu, sermaye iktidarını ve onun sömürü, baskı ve eşitsizliğe dayalı kapitalist düzenini koruma ve sürdürme programıdır. Köklü ve yapısal sorunlarla yüz yüze olan sermaye düzeninin bekçileri olarak onların itirazı, dinci-faşist AKP-MHP iktidarının yönetme tarzınadır. Yaptıkları şey ise, hırsızlık, yolsuzluk ve ahlaksızlıkla anılır hale gelmiş, meşruiyetini ve kitle desteğini önemli ölçüde yitirmiş “Cumhur İttifakı”nın zayıflıklarını ve açmazlarını kullanmak, keyfiliğine belli ölçüler getirmekten ibarettir. Onlara göre Türkiye’nin biriken sorunları, işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen öteki katmanların, sömürgeci kölelik altında tutulan ve kıyımlardan geçen Kürt halkının, ötekileştirilen kesimlerin yaşadığı yıkım ve zulüm, “memleketi kötü yöneten” tek adam rejiminin bir sonucudur. Dolayısıyla CHP ve öteki düzen partilerinin misyonu, yığınları aldatmayı ve oyalamayı, onların dikkatlerini kapitalist düzenin kendisine değil, Erdoğan iktidarına çekmeyi ve böylece düzeni aklamaktır. 

Düzenin yapısal zayıflıklarının bilinciyle hareket eden tekelci büyük burjuvazi, bugünkü çok boyutlu kriz koşullarında başka adımlar atmanın yanı sıra emekçilere sahte alternatifler hazırlıyor. Bugün daha çok “Millet İttifakı”ında temsil edilen budur. AKP-MHP iktidarının çok yönlü baskısı, sömürüsü ve terörü altında bunalan kitlelerin, düzen dışına akma potansiyeli taşıyan öfkesini ve mücadele arayışını aldatma ve oyalama yoluyla dizginleyerek düzen içinde tutmak, sermaye sınıfının önceliğidir. Bu anlamda sosyal demokrasi her zaman etkili bir araç olmuştur. Dolayısıyla emekçi kitlelerin sosyal demokrasi ve “Millet ittifakı” hakkında en küçük bir hayale kapılmasına zemin hazırlanamaz. Emekçiler içinde bu akımın iç yüzünü göstermek ve bunu, liberal hayaller yaratan-yayan akımlara karşı mücadeleyle birleştirmek, bağımsız bir devrimci işçi hareketi geliştirmek bakımından da özel önem taşımaktadır.

Mücadele edilmesi gereken bir başka eğilim de reformist akımlar ve onların yaydığı parlamentarist hayallerdir. Bugünün Türkiye’sinde “Türkiye’nin demokratikleşmesi” hedefini kendi içinde amaç haline getirmiş akımların Türkiye’nin kapitalist düzeniyle esasa ilişkin bir sorunu yoktur. Onlar kapitalist Türkiye düzenini aşmayı değil, fakat bugünkü biçimini reforme etmeyi, demokratik olmayan devleti demokratikleşmeyi savunuyorlar. Dolayısıyla “Demokratik Türkiye”, “Demokratik Cumhuriyet” proje ve programları da devrimin potansiyellerini düzen içinde eriten, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde dayanaksız hayaller yaratan gerici ütopyalardır. Bir zamanlar Türkiye solunun önemli bir bölümünde büyük heyecanlar yaratan SYRIZA (Yunanistan), Podemos (İspanya) türünden partiler şahsında yaşanan acı gerçekler bu bakımdan fazlasıyla açıklayıcıdır. 

Temel sorun, “AKP faşizmine karşı” “Demokratik Türkiye” ya da “Demokratik Cumhuriyet”te üretim araçlarının özel mülkiyeti ve iktidarın sınıf karakterinin ne olacağıdır. Kapitalist üretim ilişkilerine dokunulmadığı, burjuvazinin siyasal sınıf iktidarı yıkılmadığı sürece Türkiye’nin hiçbir temel sorunu (hele de TBMM içinde) çözülemeyeceği gibi, “özgür ve demokratik bir Türkiye” de mümkün olamaz. “Demokrasinin, laikliğin, özgürlüklerin olmadığı, hukuk devletinin ortadan kaldırıldığı, bütün kurumların içinin boşaltılarak, tek kişiye bağlandığı, ekonominin dibe vurduğu…” koşullar, düzen içi çözümlerin imkanı değil, devrimci bir sınıf ve kitle hareketini geliştirmenin, bunu da iktidar mücadelesine bağlamanın-düzeni aşmanın imkanı haline getirilmelidir. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin tüm demokratik özlem ve talepleri de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Zira söz konusu koşullar, bu hedefe yürümek bakımından devrimci partiler için büyük olanaklar sunmaktadır. 

AKP iktidarı altında hüküm süren “bu karanlık tabloyu değiştirmek”, “AKP faşizmini püskürterek demokrasi ve özgürlüğü kazanmak” uğruna bugünden kararlı bir mücadele sürdürmek, temel bir görevdir. Keyfi ve sınır tanımaz faşist bir rejim altında iktisadi-sosyal haklar, siyasal hak ve özgürlükler, işçi sınıfı ve emekçiler için yaşamsal önemdedir. Ama bu temel gerçekten hareketle devrimcilik iddiası korunduğu sürece emekçilere “Demokratik Türkiye/Demokratik Cumhuriyet” çizgisi, çıkış-kurtuluş programı olarak sunulamaz. Zira, “Biz kapitalizm koşullarında en iyi devlet biçimi olarak demokratik cumhuriyet’ten yanayız ama unutmaya da hakkımız yoktur ki, hatta en demokratik burjuva cumhuriyetinde bile halkın nasibi ücretli kölelikten başka bir şey değildir.” (Lenin) Sermaye iktidarını hedeflemeyen ve kapitalizmi aşmayan, kendi içinde amaç haline getirilmiş demokrasi mücadelesi ve demokratik Türkiye hedefi, işçi sınıfına kurtuluş programı olarak sunulamayacağı gibi, böyle bir demokrasi işçi sınıfının da demokrasisi olamaz. Çünkü devrimci bir siyasal akım için “Ayrı ayrı sınıflar var olduğu sürece ‘arı demokrasi’den değil, ama yalnızca sınıfsal demokrasiden söz edileceği açıktır.” “Hangi sınıf için demokrasi” sorusu, devrimle düzen arasında temel bir ayrım çizgisidir.

Burjuva sınıf iktidarı yıkılıp işçi sınıfı demokrasisi kurulmadığı sürece, “Erdoğan diktatörlüğüne” ve “AKP faşizmine” karşı “kazanılacak” demokrasi, sermaye diktatörlüğünün aldığı bir biçimden başka bir şey olmayacaktır. Dolayısıyla “… bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne el konulmasını istiyoruz.” (Lenin) 

Devrim ve sosyalizm seçeneğini güçlendirme sorumluluğu

Devrimci-komünist olma iddiasındaki partiler, Türkiye kapitalizminin ürettiği bütün iktisadi, sosyal ve siyasal sorunları, demokratik hak ve özgürlüklerden yoksunluğu, bunların devrimci siyasal mücadele açısından sunduğu her imkanı işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilincini sosyalizm yönünde geliştirmek için kullanırlar. İşçi ve emekçi kitleler arasında devrim ve sosyalizm seçeneğini büyütmek temel amacıyla davranırlar. Demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadeleyi de bu temel amaca bağlı olarak ele alırlar. Temel haklar uğruna mücadeleyi de sosyalist devrimi örgütlemek stratejisinin bir parçası olarak görürler. Türkiye kapitalizminin, tüm kötülüklerin olduğu gibi bugünkü “tek adam diktatörlüğü”nün ve “AKP faşizmi”nin de kaynağı olduğunu, halkların üzerine adeta bir kabus gibi çökmüş bulunan bugünkü faşist rejimin Türkiye’nin kapitalist düzeni tarafından yaratıldığını bilirler. Bunun için de dinci faşist rejime karşı verilen demokrasi mücadelesini düzene karşı mücadeleye bağlarlar. 

Demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi, ancak devrimci iktidar mücadelesini güçlendirmek ölçüsünde olanaklıdır. Zira, demokratik hak ve özgürlükler burjuvazinin güçlenen devrim ve sosyalizm mücadelesi karşısında vermek zorunda kaldığı tavizler olarak gündeme gelir. Reformlar-demokrasi mücadelesi iktidar mücadelesinden koparılıp kendi içinde amaçlaştırıldığı durumda ise devrimi tasfiye etmenin ve sömürü düzenini istikrara kavuşturmanın imkanına dönüşür. Dolayısıyla demokratik-siyasal özgürlükler için mücadele, özgürlüklerden ve demokrasiden yoksunluğun burjuva sınıf iktidarından kaynaklandığı, bunun için de gerçek özgürlüğün ve demokrasisinin ancak bu sınıfın egemenliğinin yıkılması ile olanaklı olacağı işçi sınıfı ve emekçilere gösterilebilmeli, bilinçleri bu yönde geliştirilmelidir. 

Günümüz Türkiye’sinde işçi sınıfı ve emekçi kitleler için olduğu kadar, Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğü açısından da “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm” programı, biricik çıkış ve kurtuluş programıdır. Kapitalist sömürü düzeninin ortaya çıkardığı bütün iktisadi, sosyal ve siyasal sorunları ve bu sorunların işçi ve emekçi kitlelerin günlük yaşamını ilgilendiren en yakıcı etkileri üzerinden sürdürülecek mücadele, bu programatik hedefe bağlanmak zorundadır. Türkiye’nin girmekte olduğu yeni dönemde, gerçek ayrım çizgisi devrim ve düzen arasında konulmalıdır. 

Devrim eksenli mücadeleyi geliştirmenin biricik yolu ise merkezinde işçi sınıfının bulunduğu militan bir kitle mücadelesini örgütleyip geliştirmektir. İşçi sınıfı demokrasi mücadelesinin gerçek ve kararlı savunucusu olduğu gibi, “bugünün Türkiye’sinde mevcut gerici dengeleri altüst edebilecek biricik toplumsal güç”tür.

“Gericilik atmosferini dağıtmak, kent ve kır yoksullarının hoşnutsuzluğunu düzen karşıtı bir mecraya taşımak, böylece devrimci süreci ilerletmek, devrim davasını büyütmek ancak bu sınıfa dayanmakla olanaklıdır. Kürt sorununu bugünkü kısır döngüden kurtarmak, ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini devrimi büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfı hareketinin devrimcileşmesiyle, toplumda etkin bir güç olarak öne çıkmasıyla olanaklıdır.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)