Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişki ve çatışmalar giderek keskinleşiyor. Türkiye kapitalizminin derinleşen yapısal bunalımı ve sermayenin arkası kesilmeyen, işçi ve emekçileri canından bezdiren saldırıları, sınıf ve emekçi kitleleri harekete geçiriyor. Düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, kötü çalışma koşullarına, güvencesizleşmeye ve sendika düşmanlığına karşı işçiler 2022 yılını yaygın bir eylemlilikle açtılar. Çeşitli bölükleriyle işçi sınıfı, ülkenin birçok yerine yayılan ve farklı işkollarını kapsayan fiili grevler, çeşitli biçimlerde direniş ve kimi yerlerde fabrika işgal eylemleri gerçekleştirerek harekete geçti. Bu eylemliliğe, yüksek zamlara ve ağır yoksullaştırılmaya karşı başlayan kitle eylemleri eşlik ediyor.
Yeni yılda Çimsataş işçileriyle başlayan, Farplas ve Trendyol işçileriyle ivme kazanan, madencilikten taşımacılığa, metalden hizmetlere, tekstilden liman, depo, antrepoya, gıdadan kimyaya kadar farklı sektörleri kapsayan eylem dalgası yeni katılımlarla devam ediyor. Sermaye sınıfının ve onu temsil eden “tek adam rejimi”nin ekonomik ve siyasal plandaki saldırıları sınıf ve emekçi kitlelerin saflarında büyük bir öfkenin yanı sıra mücadele eğilimini güçlendirdi. Dipte biriken enerji yüzeye vurdu ve yaygın mücadele dalgasına dönüştü. Kimi yerlerde kazanımla sonuçlanan ve büyüyerek devam etmekte olan fiili grevler, son haftaların en önemli gelişmeleri olduğu gibi, işçi sınıfı hareketinde yeni bir dönemin de kapısını araladı.
Türkiye işçi sınıfı özellikle son yıllarda belli bir kaynaşma yaşıyordu. Bu sıralar ise toplumsal hoşnutsuzluğun odağında ve ön saflarında yer alıyor. Onyılların birikimi üzerinde ve iktisadi talepler ekseninde kendiliğinden “patlayan” yasadışı fiili grev ve direnişler, inişli-çıkışlı bir seyir izlese ve zaman zaman sönümlenecek olsa da durmayacaktır. Olgular, hareketin çeşitli biçimler kazanarak süreceğini, yılların birikiminin yenisini ve daha güçlüsünü hazırlayacağını gösteriyor. Bunu, yaşanmakta olan fiili grev dalgasının heyecanıyla iddia ediyor değiliz. Türkiye kapitalizminin onulmaz çelişkileri ve çıkışsızlığı, sermaye sınıfının durmayacak olan saldırıları, er yada geç Türkiye’yi sınıf ve kitle hareketi fırtınasıyla yüzyüze getirecektir.
Metal TİS’lerinin hemen ardında metal işçilerinin ek zam talebini gündemleştirmesi, bir dizi temel sektörlerde ücret artışı talebi, fahiş fiyatlara ve elektrik zamlarına karşı öfkenin yer yer sokaklara taşması, sınıfın, ezilen öteki katmanların ve kamu emekçilerinin bir hareketlenme içinde olması, sınıf ve kitle hareketinin yeni bir döneme gireceğini işaretliyor.
Gelişmenin yönü ve dönemin olanakları
Sermayenin işçi sınıfına yönelik çok boyutlu ve kapsamlı saldırıları onyıllardır aralıksız olarak sürmektedir. Bu saldırılar sonucu işçi sınıfı çok büyük kayıplar yaşadı. Çalışma saatleri uzadı, çalışma ve yaşam koşulları daha da kötüleşti, düşük ücretler ve sıfır sözleşmeler dayatıldı, işten atmalar keyfileşerek yaygınlaştı, vb... İşçi sınıfı bu saldırılara karşı sürekli bir hareketlilik içinde oldu ve zaman zaman metal fırtına gibi önemli çıkışlar da yaptı. Kapitalistlerin saldırısını püskürtecek birleşik, kitlesel ve örgütlü bir çıkışı gerçekleştiremese de dipten dibe hoşnutsuzluk ve öfke biriktirdi.
Bu birikim ve hoşnutsuzluğun kendini bir biçimde dışa vurması kaçınılmazdı ve vurmuş bulunuyor. Bugün, ülkenin çok farklı noktalarına yayılan fiili grev ve direnişlere neredeyse hergün yenileri ekleniyor. Yeni yılla birlikte dalgalar halinde yayılan ve herkese “işçiden yana esiyor yel” dedirten grev ve direnişlerin, iktisadi talepleri eksen alması, bilinç ve örgütlenme düzeyinin geriliği yeterince açık bir olgu. Ama bu aşamada önemli olan işçilerin girmiş bulundukları mücadeleler içinde kazanacağı deneyim ve edineceği bilinçtir. Sınıf hareketinin daha ileri ve kitlesel bir eylemlilik sürecine girebileceğinin ilk işaretleri kabul edilmesi gereken şimdiki “mücadele dalgası” bu açıdan önemli olanaklar sunacaktır. Dağınık, örgütsüz ve önderliksiz olmasına rağmen hızla yaygınlaşan bu hareketlenmenin önünü kesmek kolay olmayacaktır. Sermayenın ve AKP iktidarının işçi sınıfına vurulmuş ağır prangalara yenilerini ekleme saldırısı, yeni mücadeleleri mayalayacaktır.
İşte sınıfına devrimci müdahalede bulunmak, onun bağımsız örgütlü bir güç olarak mücadele sahnesine çıkamasına yardımcı olmak için önemli fırsat ve olanaklar birikmiş bulunuyor. Bunları değerlendirme başarısı gösterilebildiğinde, işçi sınıfının ve onun öncülüğünde kitle hareketinin önünde yeni ufuklar açılacaktır. Dolayısıyla gelişmelerin seyrine devrimci müdahalede bulunmanın sınavdan geçeceği bir sürecin içindeyiz. Sınıf devrimcileri başta olmak üzere devrimci olma iddiasındaki akımların bu sınavı asgari bir başarıyla verebilmesi için koşullar her zamankinden daha elverişlidir. Bu çerçevede devrimci ve komünistlerin önünde temel önemde bir görev durmaktadır: Bu görev, halihazırda ülkenin birçok yerine yayılan fiili grev ve direnişlerle etkin bir şekilde dayanışmak, onları geliştirmek, daha da yayılmasını sağlamak, örgütlemek ve devrimci hedeflere yönlendirmektir. Bu, ısrarla işçi sınıfına gitmek ve bütün pratik çabanın merkezine işçi sınıfını koymak demektir.
Çünkü işçi sınıfı biricik devrimci toplumsal güçtür ve her şey onun kendi tarihsel rolünü oynamasına, kendi sınıf kimliğiyle ve örgütlü bir biçimde siyasal mücadele sahnesine çıkmasına bağlıdır. Fakat, “sosyalist” ve “komünist” olma iddiasında olan ve “sınıf ekseni”ni “ilkesel” ayrım çizgisi kabul eden reformist sol akımlar, sınıfın hareketlilik içinde olduğu koşullarda bile parlamenter hayaller yayma, liberal-reformist sol bir alternatif yaratma peşinde koşmaktadır. İşçi sınıfından umudunu kesmiş, onun tarihsel rolüne ve devrimci misyonuna inancını yitirmiş ve önemli oranda reformistlerin eksenine girmiş bulunan halkçı demokratizmin de bu alanda yapacağı fazla şey yoktur. Yelin “işçiden yana” estiği her durumda heycanlanan ama durduktan sonra yenisi esene kadar onları unutup gözünü başka yerlere çevirenlerin, şu sıralar işçi sınıfına gösterdikleri “ilgi” de dönemseldir.
Kapitalist toplumdaki biricik devrimci güç olmasını kapitalist üretimin kalbinde bulunuyor olmasında alan, tüm öteki çelişki ve çatışmaların da çözüm eksenini oluşturan işçi sınıfı, burjuvaziyle ve onun sınıf iktidarıyla hesaplaşabilecek, öteki ezilen katmanları da peşinde sürükleyebilecek yegane sınıftır. Sınıfın bu rolünü oynayabilmesi, onun burjuvazinin ideolojik etkisinden, sendika bürokrasisinin cenderesinden kurtulup, kendi sınıf kimliği ve örgütlü gücüyle mücadele sahnesine çıkması ölçüsünde olanaklıdır.
Bunun için güncel görev, harekete geçmiş bulunan işçi sınıfının, acil iktisadi istemler mücadelesini temel siyasal hak ve özgürlükler mücadelesiyle birleştirerek, böylece hareketi daha ileriye taşımak, devrimci bir işçi hareketi geliştirme çabasına yoğunlaşmaktır.
Sosyalizm ile işçi hareketinin birliği
Burjuva ideologları, liberaller ve sosyalizm dönekleri, işçi sınıfının kapitalist toplumdaki özel yerini kaybettiğini onyıllar önce ilan etmişlerdi. Küçük-burjuva halkçı akımlar da sınıftan umudunu keserek sınıfın dışında “işçi sınıfı partisi” olma hülyalarına daldılar, küçük-burjuva bir toplumsal zemin üzerinde işçi sınıfına “önderlik“ edebileceklerine inandılar. Bu inancın onları sürüklediği bugünkü akibet orta yerde duruyor.
Türkiye’nin işçi ve emekçisinin yaşamını cehenneme çeviren tüm sorunların, toplumsal eşitsizliklerin, azgın sömürünün, işsizlik ve yoksulluğun, baskı ve terörün, faşizmin ve ırkçılığın, ulusal köleliğin ve cinsel ezilmişliğin kaynağı Türkiye’nin kapitalist düzenidir. Bu düzenin egemen sınıfı olarak burjuvazi ve onun iktidarıdır. Bunun karşısındaki temel sınıf ise işçi sınıfıdır. Dolayısıyla burjuvazinin karşısına işçi sınıfını çıkarmak, sosyalist hareketle işçi hareketinin birliğini sağlamak tarihsel ve güncel bir görevidir.
“Bütün ülkelerde işçi hareketiyle sosyalizmin birbirinden bağımsız varlık sürdürdüğü, ve ayrı yollardan yürüdüğü bir dönem olmuştur ve bütün ülkelerde bu bölünme, sosyalizmin ve işçi hareketinin güçsüzleşmesine yol açmıştır; ancak bütün ülkelerde sosyalizmin işçi hareketiyle birleşmesidir ki, ikisi için de sağlam bir temel yaratmıştır… Bu son derece zor bir süreçtir, o nedenle sürece çeşitli yalpalamalar ve kuşkuların eşlik etmesinde şaşılacak bir şey yoktur.” (Lenin, Hareketimizin En Acil Görevleri)
Son derece zorlu bir süreç olan sosyalizm ile işçi hareketinin örgütlü birliğini sağlayabilmek için ısrarla ve kararlılıkla sınıfa gitmek, onu örgütlemek ve politik bir güç olarak siyasal mücadele sahnesine çıkarmak günün temel devrimci görevidir.
Son söz yerine
“Bugünün Türkiye’sinde mevcut gerici dengeleri altüst edebilecek biricik toplumsal güç işçi sınıfıdır. Gericilik atmosferini dağıtmak, kent ve kır yoksullarının hoşnutsuzluğunu düzen karşıtı bir mecraya taşımak, böylece devrimci süreci ilerletmek, devrim davasını büyütmek ancak bu sınıfa dayanmakla olanaklıdır. Kürt sorununu bugünkü kısır döngüden kurtarmak, ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini devrimi büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfı hareketinin devrimcileşmesiyle, toplumda etkin bir güç olarak öne çıkmasıyla olanaklıdır. Bu kuşkusuz kolay değildir; ama başka bir yol, başka bir çıkış, başka bir çözüm yoktur. ‘Ulusal cumhuriyet’ ya da ‘demokratik cumhuriyet’ projeleri, toplumsal temelden yoksun, devrimin potansiyellerini düzenin çatlakları içinde eritmekten başka bir sonuç vermeyecek olan gerici ütopyalardır.” (TKİP IV. Kongresi Bildirgesi, Ekim 2012)