Reformizmden teslimiyetçiliğe giden yol

Sendikalarla birlikte daha demokratik bir ülke hayal eden EMEP'e hatırlatalım. Ne devrim ufkundan mahrum reformistler ne de işçinin en basit haklarını dahi savunamaz hale gelmiş sendikalar devrimci güçlerin politikalarını ve pratiğini eleştirebilirler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Mayıs 2021
  • 21:53

İşçi ve emekçiler açlık ile salgın ikilemine sıkıştırılarak çarklar döndürülürken, pandemi yasakları sadece sermaye sınıfının çıkarlarını korumak ve muhaliflerin sesini kısmak için kullanılmaya devam ediyor. Bu şartlar altında geride bıraktığımız 1 Mayıs, sendikalar, işçiler ve sol-sosyalist hareket için farklı tutum ve eylemlere sahne oldu.

Sendikal hareketin uzlaşmacı karakteri ve işçilerin örgütsüzlüğü nedeniyle bugün sınıf mücadelesinin zayıflığı ortada. Pandeminin başından bu yana sadece söylemde işçiyi savunan, pratikte sermayenin çarklarının dönmesine yardım edenler sayesinde bu zayıflık 1 Mayıs sürecinde de kendini gösterdi. Yüzlerce, binlerce işçi fabrikalarda burun buruna çalıştığı halde 1 Mayıs'ın kutlanması hükümet tarafından yasaklandı. Sendikalar da pandemi bahanesine sığınarak bu yasağı kabullendiler. Sınırlı fabrika eylemleri dışında anlamlı bir çıkış olmadı. Sol-sosyalist güçler bu tabloyu baştan görerek biraraya geldiler. Sendikalarla tartışmalar yürüterek, bildiri-afiş vb. üzerinden propaganda faaliyeti yürüterek, eylemler düzenleyerek, işçi sınıfını ve ezilenleri sokağa çağıran bir süreç örgütlediler. 1 Mayıs günü de birçok şehirde işçi semtlerinde ve direniş alanlarında yasağa rağmen sokağa çıkarak taleplerini haykırdılar.

İlerici-devrimci güçlerin büyük kısmı bu süreci birleşik ve militan şekilde örgütlemeyi önüne koyup, sınırlarına ve eksikliklerine rağmen hayata geçirirken, reformist sol 1 Mayıs'ı sessiz sedasız, başını ağrıtmadan geçirmeyi yeğledi.

Bu çevrelerden biri de, 1 Mayıs sonrasında yaptığı değerlendirmeyle bu yazıya konu olan, 1 Mayıs'a günler kala afiş ve bildiriyle görev savan, iktidarın yasakçı tutumunu hedefe çakmayan, mücadelesinin sınırını devletin çizdiği EMEP'tir. Yayınladıkları 1 Mayıs değerlendirmesine ve tutumlarına ilişkin söylenebilecek çok şey olsa da, biz burada bazı noktalara işaret edeceğiz.

Yaşam koşullarının ağırlaştığı, işçilerin ağır saldırılarla yüzyüze olduğu, açlığın ve yoksulluğun yaygınlaşıp derinleştiği bu dönemde, buna karşı bir işçi hareketliliğinden söz edemiyoruz. Mücadeleye atılan sınıf bölüklerinin direnişleri yol gösterici olsa da, mevcut tablo oldukça parçalı ve zayıftır. Fakat EMEP için bu tablo “idare eder” olmalıdır ki, değerlendirmelerinde işçi hareketi açısından sadece genel grev yapılmaması sorun olarak görülmektedir. EMEP ya gerçekleri görememektedir ya da mücadelenin varabileceği sınırları kendisi çekmektedir. Sendikalı az sayıda işçi sembolik de olsa kutlama yaparken ve bu da oldukça sınırlı iken, ezici çoğunluğu sendikasız milyonlarca işçi için ise 1 Mayıs henüz diğer günlerden çok farklı bir anlam taşımamaktadır. Şüphesiz küçük de olsa 1 Mayıs adına yapılan her eylem ve etkinlik kendi içinde anlamlıdır. Ancak son 1 Mayıs, toplama mal etme ve mücadeleyi geliştirme açısından oldukça zayıf kalmıştır.

Pandemi bir yıldan fazladır sürüyor ve geçtiğimiz sene 1 Mayıs koşulları bugünden oldukça farklıydı. Tüm dünya açısından tam bilinmeyen ve nereye gideceği kestirilemeyen bir sürecin başlangıcıydı ve önlemler çerçevesinde hassasiyet vardı. Bu sene ise durum farklıydı. Kapitalistlerin uygulamalarından saldırılarına, sözde önlem olarak sunulan yasakçı tutumlara kadar, herşey açık-seçikti. 1 Mayıs’ın örgütlenmesinde oynayacakları rol önemli iken, buna rağmen sendikalar geçen seneki tutumu ortaya koydular. Saldırılar altında ezilen, ölümle burun buruna çalıştırılan işçileri savunma noktasında dirayet gösteremeyenler, 1 Mayıs'ın da iktidarın istediği biçimde örgütlenmesi için ellerinden geleni yaptılar. Bunu, baskı politikalarının karşısına çıkamadıkları için, fiili meşru mücadeleyi terk ettikleri için yaptılar. Yapılan açık bir teslimiyetti, üretimin sürdürülmesi politikalarına yedeklenmekti, yasakçı dayatmaları kabullenmekti. Bunun adı düzen sendikacılığı idi.

EMEP gibi bir dizi parti ve platformun tutumu ise kendini pasifizm olarak gösterdi. Bu tabloyu meşru görmek, tıpkı değerlendirmelerindeki gibi pembe bir tablo çizmelerine neden olmuş, 1 Mayıs ruhuna sahip çıkanları da eleştirme zorunluluğu ortaya çıkmıştı.

İktidarın pandemi bahanesiyle yasakçı tutumu ve özelde 1 Mayıs yasağı EMEP için bir anlam ifade etmiyor olmalı ki, “eleştiri” olarak ilerici ve devrimcilerin 1 Mayıs günü koyduğu iradeyi hedef almıştır. Ufku sendikaların uzlaşmacı tutumunu esasta aşmadığı için, 1 Mayıs'ın kitlesel kutlanması doğrultusunda hiçbir çaba harcamamıştır. EMEP’in “alan” tartışması vurgusu Taksim iradesidir ki, EMEP'in hiç de alanların yasaklanmasıyla ilgili sorunu yoktur. “Alan” tartışmasında başından itibaren devrimci-ilerici güçlerden çok farklı bir yerde durmuştur. “İşçisiz eylemler” yapılması söylemine ise 1 Mayıs çalışması yürüten tüm güçlerin söyleyecek sözleri vardır.

Sınıf devrimcileri olarak bizler 1 Mayıs'ı birleşik, kitlesel ve militan biçimde örgütlemek doğrultusunda azami çaba gösterdik. Bir ayı aşkın bir süre her yerelde fabrikalarda ve mahallelerde eylem çağrıları yaptık ve etkili bir politik faaliyet yürüttük. Tüm ilerici-sosyalist kurumlarla görüşmeler yaptık, sendikalarla defalarca tartışma yürüterek mücadeleyi örgütlemeye çalıştık. Mevcut koşullarda yapılan müdahalelerin sınırları olduğu açık. Ancak bu hiç de saldırıları ve yasakları kabullenmek gibi bir sonuç yaratmadı. Bu ön sürecin ardından da 1 Mayıs'ta, tarihsel mücadele ruhuna uygun olarak her yerde alanlara çıktık.

İktidarın pandemiyi kullanarak baskı ve yasakları artırdığı bir dönemde yasakları kabullenmek tartışmasız teslimiyetçiliktir. İşçi sınıfının örgütsüz, dağınık, parçalı, bilinci zayıf tablosunda hedeflenen kitlesellik sağlanamadığı -EMEP'e göre “işçili” olamadığı- koşullarda direnmenin anlamsız olacağı EMEP'in bir başka çıkarımıdır. Düzen karşısında konumlanmamanın savurduğu nokta tam da bu olsa gerek. Devrimci partilerin politikalarını küçümsemekle, direnmekten uzaklaşmayı olumlamakla, EMEP'in varabileceği en ileri nokta sendikaların mevcut durumundan biraz daha hallice olacaktır.

Devamında EMEP “işçiler hareketsizken bir şey yapılamaz” bakışıyla pasifizmin dipsiz kuyusuna düşerken, mücadele iradesini ortaya koyan devrimcilere “küçük burjuva” etiketiyle nerdeyse bozguncu demektedir. Sendikaları da buna prim vermekle suçlamaktadır.

Sendikalarla birlikte daha demokratik bir ülke hayal eden EMEP'e hatırlatalım. Ne devrim ufkundan mahrum reformistler ne de işçinin en basit haklarını dahi savunamaz hale gelmiş sendikalar devrimci güçlerin politikalarını ve pratiğini eleştirebilirler.

F. Adar