Emperyalist-kapitalist sistemin sonu gelmeyen bir saldırganlık ve savaş arenasına çevirdiği Ortadoğu’da gerilim yine tırmandırılıyor. ABD emperyalizminin ve siyonist İsrail’in birbirini izleyen haydutça saldırıları, Doğu Akdeniz’deki doğal zenginliklerin paylaşımı için kurulan kurtlar sofrası, İdlib’te çatışmaların seyri, Libya petrolünün yağmasından pay almak için devam eden emperyalist çekişmeler vb., bölgede gitgide artan gerilimin güncel göstergeleridir.
Sisteme egemen emperyalist güç odaklarının yarattığı bu vahim tablonun bedelini ise bölge halkları sonu gelmeyen katliamlarla, büyük maddi ve kültürel yıkımlarla ödüyor. Filistin, Irak, Suriye, Yemen, Libya gibi ülkeler birbirini izleyen müdahalelerle ağır bir yıkıma uğratıldı. Milyonlarca insanın hayatına malolan emperyalist müdahale ve gerici çatışmalar, on milyonların yaşamını da altüst etti.
Yıllardan beri bölgede durum bu iken, ABD’nin İran ile müttefiklerini hedef alan son haydutça saldırıları, Ortadoğu’yu yeni savaşlara sürükleme riskini arttırıyor. Emperyalistler ile bölgedeki işbirlikçileri, kendi sefil çıkarları uğruna, Ortadoğu halklarını yeni felaketlere sürüklemekten geri durmayacaklarını bu son gelişmelerle göstermektedirler.
Bölge halklarının başına bu felaketlerin sarılması, sistemin derinleşen hegemonya krizinin dolaysız sonuçlarından biridir. Komünistler bunun mantığını şöyle ortaya koymuşlardır: “Sistemdeki hegemonya bunalımının en özgün yanı, ABD emperyalizminin hegemon konumunu artık eskisi gibi sürdüremez duruma düşmesi, fakat emperyalist dünyada hegemonyayı ondan koparıp almaya talip bir emperyalist gücün ise halen olmamasıdır. Bu özgün tarihi durumun ikili sonuçlarından ilki, her şeye rağmen en güçlü emperyalist devlet olan ABD emperyalizminin belirgin üstünlüklerine dayanarak ve hegemonyasını restore etmek üzere saldırgan bir politika izlemesidir…” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, Aralık 2018)
ABD’nin saldırganlığı yeni olmamakla birlikte, Trump yönetimiyle birlikte bu politika daha belirgin hale gelmiştir ve giderek kontrolden çıkma işaretleri vermektedir. Latin Amerika’da işi meşru hükümetlere karşı açıkça askeri darbeler organize etmeye vardıran Trump yönetimi, Ortadoğu’da ise zayıflayan hegemonyasını haydutça yöntemlerle ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Emperyalistler arası etki ve nüfuz mücadelelerin baş arenasının Ortadoğu olması şaşırtıcı değildir: “Dünya ölçüsünde emperyalistler arası çatışmanın giderek şiddetlenmesi, saldırganlık ve savaşların artması beklenen bir gelişme olduğuna göre, bunun ana sahnelerinden biri yine Ortadoğu olacaktır. Bu da bölge halklarını yeni acıların ve yıkımların beklediği anlamına gelmektedir…” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)
Hegemonyası çözüldüğü ölçüde saldırganlığı artan ABD emperyalizmi, halen uluslararası ilişkilerde ölçü ve kural tanımayan haydutça bir davranış çizgisi izlemektedir. Son dönemdeki tüm icraatları buna tanıklık etmektedir. Uzun yıllardan beridir İsrail’in haydutluğuna kalkan olan ABD emperyalizmi, Trump’la birlikte artık siyonist rejimin davranış kalıplarını aratmayan yol ve yöntemlere ağırlık vermeye başlamıştır. Sistemin uluslararası hukukunu -tıpkı İsrail gibi- ayaklar altına alarak, böylece “gücünü gösterme” tutumu içindedir ve tam bir arsızlık örneği olarak bununla da açık açık övünebilmektedir.
Trump yönetiminin bu kaba güç gösterileri, beklenebileceği gibi bölge halkları arasında ABD’ye karşı geleneksel öfke ve tepkiyi de büyütüyor. Şu sıralar özellikle hedef haline getirilen İran ile bölgedeki müttefikleri, bölge halklarının bu öfke ve tepkisinden de güç alarak, kendilerini savunmaya çalışıyorlar. ABD-İsrail saldırganlığına karşı bu tutum kendileri yönünden haklı ve meşrudur. Fakat İran eksenli cepheden gelen bu direnç, emperyalist-siyonist saldırganlığı daha da azdırmakta, böylece tüm bölgeyi ateşe verebilecek bir savaş riski de büyümektedir.
Yükselen emperyalist güçler olarak Rusya ile Çin’in Ortadoğu’da kendilerine alan açmaları, ABD emperyalizminin açmazlarını ayrıca derinleştiriyor. Özellikle Vladimir Putin liderliğindeki Rusya’nın Suriye’den sonra Libya’da da etkili bir inisiyatif geliştirmesi, ABD’nin bölgedeki egemenliğinde yaşanan erozyonun açık bir göstergesidir. ABD emperyalizminin bu gerilemeye nereye kadar tahammül edeceğini, bunun önüne geçmek için ne türden yeni oyunlar, manevralar ya da saldırılar gündeme getireceğini önümüzdeki dönem gösterecektir.
Son dönemde ABD-İsrail karşıtı öfkenin bölge genelinde artması şaşırtıcı değildir. Bölge halkları Ortadoğu’yu yakıp yıkanın, toplu kıyımlara yol açanın bizzat ABD ile onun suç ortakları olduğunun farkındadırlar. Fakat devrimci çıkış yolu sunan ve pratikte geliştiren önderliklerden yoksunluk, bölge halklarının en büyük açmazı ve talihsizliğidir. Oysa on yıllardır sonu gelmeyen acı ve yıkımlardan kurtulmanın başkaca bir yolu yoktur.
Devrimci program, devrimci çizgi ve bunların ete kemiğe bürüneceği devrimci önderlik, bölge halklarının bugünkü ölümcül kısır döngüden çıkabilmelerinin olmazsa olmaz koşuludur: “Ortadoğu’da farklı dinlerden ve mezheplerden halkları birleştirebilmek için devrimci-demokratik ve laik bir program olmazsa olmaz koşuldur. Farklı milliyetlerden halkları birleştirebilmek ise ancak onların temel ulusal demokratik haklarının tanınması ile olanaklıdır. Dinci akımlar ilkinden, burjuva milliyetçi akımlar ise ikincisinden, kategorik olarak yoksundurlar (…). Farklı köken ve kültürlerden halkları emperyalizme ve yerel egemen sınıflara karşı ortak çıkarlar ekseninde birleştirebilmek için, anti-emperyalist, devrimci-demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi, zorunlu asgari koşuldur (…). Bu nesnel olgu devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına bölgesel düzeyde bakmayı özellikle gerektirmekte, bölgede modern sınıf ilişkileri bakımından nispeten daha ileri, dolayısıyla daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip ülkelerin (özellikle Türkiye, Mısır ve İran) devrimcilerine çok daha özel bir sorumluluk yüklemektedir.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)