Bir hafta içinde birbirini izleyen zirveler serisi geride kaldı. AB, G7 ve NATO zirvelerinde hangi konunun diğer her şeyi gölgede bırakacağı önceden belliydi. “Haziran 2022’deki zirve maratonu tarih yazacak. Vladimir Putin’i durdurup, işgal ettiği Ukrayna’yı ve bununla birlikte demokrasinin değerlerini kurtarıp kurtaramayacağı konusunda bir dönüm noktası olacak” ifadeleri, zirvelerin temel gündeminin ne olacağını önden gösteriyordu. Dolayısıyla AB, G7 ve NATO’nun devlet ve hükümet başkanları ardı ardına yaptıkları toplantılarda Putin yönetimindeki Rusya’yı hedef aldılar. Ukrayna savaşı, küresel sonuçları ve Rusya’ya karşı ortak tutum, üç zirvenin de ana konusu oldu. Küresel ekonomiyi istikrara kavuşturmak, enflasyon, yaklaşan açlık krizi, yükselen petrol ve enerji fiyatları, AB’ye üyelik ve iklim gibi konular da emperyalist toplantıların gündemleri arasındaydı. Fakat geride kalan bu zirveler serisinde, halkların, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamını ilgilendiren pazarlıkların yapıldığı, kirli ve karanlık kararların alındığı da açık.
ABD emperyalizminin bu zirvelerdeki çok özel konumu ve belirgin ağırlığı biliniyor. ABD kendi mevcut üstünlüklerine dayanarak ve Ukrayna savaşı vesilesiyle AB üzerinde kurduğu egemenliği fırsata çevirerek Batılı emperyalistleri Rusya ve Çin’e karşı seferber etmek çabasındadır. Çözecekleri iddiasında bulundukları, örneğin açlık ve iklim krizi gibi ciddi sorunlara dair aldatıcı tartışmalar bir yana bırakılırsa, AB, G7 ve NATO’nun emperyalist güçleri için asıl sorun, kendi emperyalist çıkarlarını ve düşman ilan ettikleri rakipleri karşısında egemenliklerini pekiştirmek, aralarındaki çelişki ve çatışmalara “çözümler” bulmaktır. Bizzat emperyalist dünya sisteminden kaynaklanan ve emperyalist politikalarla ağırlaştırılan sorunlara çözüm bulmak ise, hiçbir şekilde zirvecilerin sorunu değildir.
Zirvelerin ortak paydası ve hedefi: Rusya ve Çin
“Günümüz dünyasının daha tehlikeli ve öngörülemez olduğunu” söyleyen ve “Tehlikede olan çok şey var” diyen Batılı emperyalistlerin sözcüleri, “Rusya’nın saldırganlığı”nın “dünya ekonomisi ve uluslararası düzen için beklentileri kökten değiştir”diğini açıklıyor ve ekliyorlar: “Liberal-demokratik düzenin geleceği de önümüzdeki yıllarda Ukrayna ve Tayvan’daki iki demokrasinin kaderi tarafından belirlenecek. Rusya ve Çin’deki rejimler, dünya düzenini kendi lehlerine yönlendirmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar ve zaferleri için büyük kaynakları seferber etmeye hazır olacaklar.” Elbette ki bu değerlendirmede çıkarılan vazife de var. O da “Rusya ve Çin’in, dünya düzenini kendi lehlerine yönlendirmelerini” ve bu alandaki “zaferlerini” ilan etmelerini engellemektir. Gerçekleşen zirvelerde gündemin ana konusu budur.
Brüksel’deki AB zirvesinin gündemlerinden olan iklim konusu, Ukrayna savaşı ve yol açtığı sonuçlar bahane edilerek tali planda ele alındı. Emperyalist şeflere göre, özellikle Ukrayna savaşı enerji maliyetlerinin yeniden artmasına neden olduğundan ve birçok hükümet güya kendi vatandaşlarına iklim koruması için büyük ek maliyetler çıkarmak istemediğinden, ama aynı zamanda bu konuda anlaşmazlığa düşeceklerinden hareketle iklim koruma konusu adeta kenara itildi. Zirvede aslolarak Ukrayna’ya daha fazla desteğin nasıl sağlanacağı ve askeri desteğin daha da genişletilmesi gerektiğini kararlaştırdılar. Yanı sıra Ukrayna ve Moldova başta olmak üzere AB’nin Batı Balkanlar’a genişlemesini saptadılar.
G7 zirvesinde de Ukrayna savaşı, en temel gündem oldu. Rusya’ya yönelik “hedefli yaptırımlar” ve Ukrayna’ya silah ve para da dahil sınırsız destek kararı çıktı. Silah endüstrisi ve teknoloji sektörü, Rusya’ya yönelik yeni yaptırımların odak noktası olacak. Açlık kriziyle “mücadele etme kararlılığı” üzerine edilen sözler ve vaadedilen 5 milyar dolarlık yardım ise, açlığın ve yetersiz beslenmenin dolaysız sorumluluğunu taşıyan G7 şefleri için ancak alayların konusu olabilir. İklim kriziyle mücadelenin önemi üzerine söylenenler de boş vaatlerden ibarettir ve iklim krizine karşı dünya ölçüsünde büyüyen tepkilerin basıncı altında sergilenen ikiyüzlülüklerdir. Zira bu konularda somut hemen hiçbir adım yok. Ama Ukrayna’ya daha fazla silah sevkiyatı söz konusu olunca her şey somutlanıyor. Aynı somut adım Çin’e karşı da atılıyor. 600 milyar dolarlık bir yatırım programı ile Çin’in gelişmekte olan ülkelerde artan etkisine karşı koyduklarını açıkladılar.
"Genişlet, silahlandır ve caydır planı", NATO zirvesinin kilit noktalarını oluşturdu. “Soğuk Savaş’tan bu yana kolektif caydırıcılığımızın ve savunmamızın en büyük yeniden yapılandırılması” ifadeleriyle yeni bir stratejik konseptin adımları atıldı. NATO tarihinde ilk kez Çin açıkça hedef alındı. Savaş makinası NATO’nun Hızlı Müdahale Gücü’nün asker sayısı yüzbinlere çıkarıldı. Bu devasa gücü inşa etmenin Rusya ve Çin ile “yeni stratejik rekabet çağına” bir yanıt olduğu söylendi. Rusya, “müttefiklerin güvenliğine ve Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrara yönelik en büyük ve en acil tehdit” olarak görülürken, Çin de bir meydan okuma olarak kabul ediliyor: “Çin’in hedefleri ve politikaları, İttifak’ın çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine temelden meydan okuyor.” Avrupa’da eşi görülmemiş bir yeniden silahlanma yaşanacak ve savaş makinasına milyarlarca-trilyonlarca yatırım yapılacak. Zirvede, NATO’nun Ukrayna’daki vekalet savaşını Rusya’ya karşı genişletmeyi amaçlayan önlemler alındı.
Erdoğan’ın “veto”sunun ömrü çok kısa sürdüğü için Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabul süreci resmen başladı. Finlandiya ve İsveç’in kabulüyle NATO, İskandinavya’yı ve tüm Baltık Denizi’ni Rusya’ya karşı savaşta bir cephe haline getirmeyi hedefliyor. Zirveye Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore’nin katılımı ise, NATO’yu Trans-Atlantik alanının dışına taşıma ve Asya’ya yoğunlaşma niyetini gösterdi.
Halklara ve emekçilere ağır fatura
Hegemonyası geri dönülmez biçimde çözülmesine rağmen halihazırdaki hegemonik gücünü halen de koruyan ABD’nin ve başını çektiği Batılı emperyalistlerin tüm bu adımlarının emperyalist rekabeti ve hegemonya kavgasını her alanda keskinleştireceği, silahlanma yarışını çılgınlık düzeyinde tırmandıracağı yeterince açıktır. ABD emperyalizmi karşısında ekonomik ve politik planda güç kazanan, giderek yükselen, ABD’nin pervasızlığına kendi çapında meydan okuyan odaklar, Batılı emperyalistlerin dayatmalarına çaresizce boyun eğmemektedirler. Tersine onlar da her biri kendi cephesinden dünya egemenlik mücadelesini geliştirmek için adımlarını hızlandıracaklardır. Bu çığırından çıkmış tehlikeli yarışın faturası ise, her zamanki gibi işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara çıkarılacaktır.
Ukrayna’daki ABD-NATO vekalet savaşı Batılılar payına gitgide bir fiyasko haline gelirken aynı zamanda işlerin çığırından çıkma eğilimi giderek güçleniyor. Rusya’ya karşı yaptırım savaşı AB’yi ekonomik bir felakete sürüklüyor. BRICS ülkeleri Çin, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika, yoğun baskılara rağmen Batılı emperyalistlerin saflarına dahil olmuyorlar. BRICS, G7’den daha büyük bir ekonomik odak olarak yükseliyor. Ukrayna savaşı ne kadar uzun sürerse, insani ve ekonomik bedeli de o kadar büyümeye devam edecektir. NATO’ya ayrılan devasa kaynaklar ve ordulara yatırılan milyarlarca doların faturası da işçi ve emekçilere ödettirilecektir.
Emperyalist zirvelerde silahlanmaya dev bütçeler ayırma ve savaşı körükleme kararları alınması, dünya çapında fiyatların artmasında ve kıtlıkların şiddetlenmesinde ayrıca rol oynamaktadır. Elbette ki kıtlıkların nedeni Ukrayna savaşı değil. Kıtlıklar, yani açlık ve yetersiz beslenme, Ukrayna savaşından önce de dünya gündeminin temel sorunuydu ve gittikçe de büyümekteydi. Ukrayna krizi bunu görünür kıldığı gibi, sorunun ivmelenmesinde ayrıca rol oynadı. Yükselen enerji ve gıda fiyatları, tedarik zinciri sorunları, düşen büyüme oranları, enflasyon, borç ve iklim hedeflerinin ihmali, “güvensizlik, hoşnutsuzluk ve istikrarsızlığı büyütüyor.”
‘80’li yıllarda neoliberalizm ve ‘90’lı yıllar boyunca da “globalleşme” adı altında uygulanan ağır ve çok kapsamlı emperyalist saldırı politikaları, işçi ve emekçilerin yaşamında zaten büyük yıkımlar yarattı, yoksulluğu ve açlığı görülmemiş düzeylere çıkardı. Şimdi bu, her düzeyde katlanarak daha da ağırlaşacaktır. Dolayısıyla işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin dünya ölçüsünde çoktandır başlamış bulunan yeni mücadele dönemi giderek güç kazanacaktır. Küresel sigorta tekeli Allianz’ın şirketleri uyarmak amacıyla hazırladığı “Yaşam Pahalılığı Krizi ve Sivil Huzursuzluk” başlıklı Haziran 2022 tarihli son rapor da buna işaret ediyor. Rapor, önümüzdeki dönemde en az 75 ülkede siyasal istikrarsızlığın ve sivil huzursuzluğun yaşanacağını tahmin ediyor ve “Dünya çapında kusursuz bir hoşnutsuzluk fırtınasına hazır olun” diyor.