Her yıl Ocak ayında yapılan ve pandemi nedeniyle iki yıldır iptal edilen Dünya Ekonomik Formu (WEF) toplantısı İsviçre’nin Davos kasabasında 22 Mayıs günü başladı. 26 Mayıs’a kadar sürecek olan toplantı, yaygın kanıya göre, Davos’un şimdiye kadar gördüğü en olağanüstü toplantı olacak. WEF Başkanı Borge Brende, düzenlediği basın toplantısında, “Bu yıllık toplantı, on yıllardır en karmaşık jeopolitik ve jeoekonomik durumda” gerçekleşiyor, “etki ve sonuçlara daha fazla odaklanmamız gerekiyor” dedi
WEF toplantısı bu yıl, “Dönüm noktasındaki tarih: Hükümet politikaları ve iş dünyası stratejileri” başlığı altında gerçekleşiyor. WEF’in kurucusu Klaus Schwab beklentisini, “Bu yılki yıllık toplantı, Dünya Ekonomik Forumu’nun 50 yıl önce kurulmasından bu yana en önemli toplantı olacak” sözleriyle dile getiriyor. Ukrayna’daki savaş WEF’in baskın konusu olacak. Ancak diğer sıcak küresel krizler, pandemi ile insan kaynaklı iklim değişikliği, savaşın tedarik zincirleri üzerindeki etkisi, enerji arzı ve gıda güvenliği gibi konular da “temel sorunlar” arasında yer alacak.
Davos 2022’ye Rusya’dan hiçbir katılımcı davet edilmezken, Çin ise pandemi nedeniyle heyet göndermiyor. Sadece iklim değişikliği elçisi Xie Zhenhua’nın katılması bekleniyor. ABD’nin de yalnızca iklim değişikliği konusundaki ABD özel danışmanı John Kerry ile eski başkan yardımcısı ve çevreci Al Gore tarafından temsil edileceği belirtiliyor. Bu, dünyanın en büyük ekonomilerinin, devlet başkanları ya da üst düzey delegasyonlar tarafından ilk kez bu yıl temsil edilmeyeceği anlamına geliyor. Analistler, bu iki dev ekonominin toplantıdaki yokluğunun WEF’in gündeminde boşluklar bırakacağını düşünüyor.
Yeniden “küreselleşmenin sonu” tartışmaları
WEF’in “en karmaşık jeopolitik ve jeoekonomik durumun” gölgesinde gerçekleşiyor olmasından hareketle, analistler-gözlemciler de WEF’in “muazzam bir baskı altında olduğu”na inanıyorlar. Küresel siyasi tablonun çok değiştiğini savunuyorlar. Lozan’daki IMD Business School’da politik ekonomi uzmanı olan David Bach, “Rakip bloklardan oluşan tamamen farklı bir dünyadayız” diyor. “Bunun yalnızca uluslararası politika ve küresel ekonomi için değil, aynı zamanda kurumsal strateji için de geniş kapsamlı sonuçları olduğu”na dikkat çekiyor. Yanı sıra ‘90’lı yıllarda her derde deva olarak yüceltilen ve gerici propagandanın konusu olan küreselleşme olgusu da WEF’in kaygıları arasında bulunuyor. Zira çok uluslu şirketler bile küreselleşme ile giderek daha fazla çatışmaya giriyor.
Hem lanetler hem de nimetler getirdiğine inanılan ve aynı zamanda küreselleşmenin bir simgesi olarak kabul edilen WEF’in, bu yılki toplantısından önce “küreselleşmenin sonu mu?” sorusu tartışmaya açıldı. “Tedarik zinciri sorunları, korumacılık ve milliyetçilik ... dünya ticaretini ve küreselleşmeyi felç ediyor. Bu yeni gerçeklik, küreselleşmenin ortadan kalkması ... bu hafta Davos’ta tartışılacak olan da bu” değerlendirmeleri çeşitli analistlerce gündeme taşınmış durumda.
Özetle, küreselleşmenin başarılarına ilişkin “coşku” azalırken, eleştiriler giderek artıyor. WEF’in kimi patronları da bu konudaki kaygı ve düşüncelerini açıklıkla dillendiriyor. Güçlü bir popülist ve milliyetçi söylem kullanan bir karşı hareketin geliştiğini söyleyen İsviçreli-Amerikalı siyaset bilimci Warner, “Bazı devletler saldırgan bir milliyetçiliğe geri dönüyor... İnsanlar kendilerini dışlanmış hissediyor ve artık küreselleşmeyle duygusal bir bağları yok” diyor.
WEF direktörü Zwinggi’ye göre de “zorluk çok büyük.” “Küreselleşmeden uzaklaşma”dan söz eden Zwinggi, “Şirketler ve hükümetler gelecekte kendilerini nasıl konumlandıracaklar? Küreselleşmenin olmadığı bir dünyada hangi stratejilere, hangi yaklaşımlara ihtiyaç var? Bununla yüzleşmek zorundasınız” uyarısında bulunuyor. WEF müdavimlerinden, dünyanın en büyük servet yöneticisi Blackrock’un başkanı Larry Fink, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, son otuz yılda gördüğümüz şekliyle küreselleşmeye son verdi” derken, WEF’in kurucusu Schwab ise “Rusya’nın saldırısı, İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş sonrası dünya düzeninin çöküşü olarak tarihe geçecek” diyor. İsviçreli dev ilaç şirketi Roche’un Yönetim Kurulu Başkanı Christoph Franz ise, “değer yaratmanın daha güçlü bir yerelleşmesi” olduğunu fark ettiğini ve şirketlerin küreselleşmenin risklerine daha net odaklanacağını ve “değer yaratmaya daha fazla önem vereceğini” ileri sürüyor.
‘90’lı yılların “küreselleşme” efsanesinin çöküşü
“Küreselleşmenin sonu mu” tartışması, pandeminin yol açtığı sonuçlar üzerinden de gündeme gelmişti. Şimdi ise WEF toplantısı vesilesiyle yeniden gündemde. ‘89 çöküşünden sonra ideolojik bir saldırı eşliğinde, “küreselleşme” ile kapitalizmin barışçıl bir döneme girdiği, ulus devletlerin anlamsızlaştığı, dünya devletine doğru gidildiği, demokrasinin ve evrensel insan haklarının egemen olacağı, herkesin refaha kavuşacağı propaganda ediliyordu. Üretimin daha da uluslararasılaşması, mali sermaye ve çok uluslu dev tekellerin sınır tanımaz etkinliği, dünyanın en ücra köşelerine hükmetmesi, bu iddiaya ayrıca güç katıyordu.
Oysa bu, işçi sınıfı ve emekçileri sersemletmeyi amaçlayan bir ideolojik saldırıydı ve özünde bir yenilik taşımıyordu. Zira kapitalizm en başından itibaren zaten sınırları aşma, “küreselleşme” eğilimi göstermişti. Onun tekelci aşaması ise kapitalizmin dünya üzerinde egemenliğini kurduğu bir evre olmuş ve küreselleşmeye yeni boyutlar kazandırmıştı. Kapitalizmin emperyalizm aşamasında ise kapitalist ekonomi ve sömürü ilişkileri dünya ölçüsünde daha da derinleşip yayıldı. Dolayısıyla küreselleşme, kapitalist ekonomik gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak yüzyıllar boyu sürdü ve emperyalizmin ulaştığı bugünkü gelişme aşamasında en ileri düzeyine ulaştı.
‘90’lı yılların “küreselleşme” efsanesi çok geçmeden ağır bir darbe aldı. Zira barış, demokrasi ve refah getireceği iddia edilen küreselleşme, tam tersi gelişmelere yol açtı, böylece bu gerici propaganda çöktü.
“1990’lı yılların başında emperyalist küreselleşme söylemi ve küresel bir emperyalist imparatorluk kurmak hesapları içinde, sermaye ve meta akışı önündeki her türden engelin kaldırılması gerektiğinin şampiyonluğunu yapan ABD emperyalizmi, şimdi bizzat kendisi ulusal gümrük duvarlarını gitgide yükselterek, dünya ölçüsünde sert bir ticaret savaşı başlatmış bulunmaktadır. 2008’deki ABD merkezli küresel ekonomik-mali kriz, batan banka ve şirketlerin zararlarının kamulaştırılması yoluyla, ‘özelleştirme’ ideolojisine ağır bir darbe olmuştu. Günümüzün yine ABD merkezli sert ticaret savaşları ise ‘serbest ticaret’ efsanesine aynı darbeyi indirmektedir.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)
Kapitalizm insanlığı ve doğayı yıkıma sürüklüyor
Derinleşen krizin yanı sıra pandemi ve savaşın ciddi sonuçları oldu. Mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştirdi.
Oxfam, Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısına küresel krizlerden çıkar sağlayanlar hakkında bir rapor sundu. Oxfam hesaplamalarına göre, dünyanın en zenginleri pandeminin başlangıcından bu yana daha da zenginleşti. Milyarderlerin serveti yüzde 42 arttı. Oxfam, artan eşitsizlik nedeniyle şirketler ve çok yüksek varlıklılar için daha fazla vergilendirme çağrısında bulundu. Sosyal eşitsizlik danışmanı Manuel Schmitt, “Milyonlarca insan öğün atlarken, sobayı kapatırken, faturalarını ödeyemezken ve hayatta kalmak için bundan sonra ne yapacağını düşünürken, şirketlerin ve onların arkasındaki milyarderlerin rekor karlar elde etmesi kabul edilemez” sözleriyle isyan ediyor.
Oxfam’a göre, korona salgını ile artan enerji ve gıda fiyatları yoksulluğu ve sosyal eşitsizliği daha da körükledi. Milyarderlerin sayısı 2020’den bu yana 570’den fazla artarak 2.668’e yükseldi. İlaç şirketleri tek başına aşılarla saniyede bin doların üzerinde kar elde ediyorlar. Üretim maliyetinin 24 katı fiyat belirliyorlar. Artan eşitsizlik ve yükselen gıda fiyatları nedeniyle yaklaşık 260 milyon insan yoksulluğa sürüklenme riskiyle karşı karşıya. 1990’dan bu yana gıda fiyatlarında en büyük sıçrama yaşandı.
Ülkeler arasındaki eşitsizlik de derinleşiyor. Geri kalmış ülkelerin önemli bir bölümü yakında borçlarını ödeyemeyecek. Schmitt, “Şu anda düşük gelirli ülkeler borç yükü altında boğuluyor, eşitsizlik ve yoksulluk dünya çapında patlıyor” dedi.
İnsanlığın yüz yüze kaldığı bu ve benzeri sayısız sorunların; açlığın, yoksulluğun, sefaletin, baskı ve zorbalığın, ırkçılığın, ekolojik yıkımın, iklim krizinin ve çürümenin gerisinde kapitalist toplum düzeni var. Bu düzen bir kutupta zenginlik, diğer kutupta ise yoksulluk, açlık, sefalet üretmeden, doğayı tahrip etmeden varlığını sürdüremiyor. Sosyal kötülüklerin ve doğanın tahribatı derinleşiyor, dünya her geçen gün daha da yaşanamaz bir yer haline geliyor. Tüm bunlar, insanlığın ve doğanın kurtuluşunun kapitalizmde mümkün olmadığını ortaya koyuyor.
“Dünyanın birçok cephede bir çıkmazda olduğu göz önüne alındığında” itirafında bulunan emperyalist şeflerden biri, WEF’i kastederek, “insanları bir araya getirmek ve onlara bu sorulardan bazılarını sormak iyi bir fikir” diyor. Ama “bu, en acil sorunlara çözüm bulunacağına dair beklentilerim olduğu anlamına gelmiyor” diye de ekliyor.
Dolayısıyla “Davos’un ruhu” sonunda yok mu oldu sorusu, dünyayı yöneten sömürücü asalaklar tarafından cevapsız bırakılan bir soru olarak ortaya atılmış bulunuyor.