Siyasal İslamcılığın koalisyonu olarak kurulan AKP, zamanla dincilik-ırkçılık-mafyacılık odağına dönüşmüş, 19 yıldan beri devam eden iktidarı boyunca sermayeye ve emperyalistlere büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bu gericilik odağının peydahlanıp iktidara taşınmasında siyonist lobinin/güçlerin de özel bir rolü olmuştur. Zira bu akımın temsil ettiği “Ilımlı İslam modeli”nin belirgin üç özelliği var: neoliberal, Amerikancı, Siyonizm işbirlikçisi.
Bu üç özellik, deyim uygunsa AKP’nin ve şeflerinin genlerinde mevcut. Ancak İsrail rejiminin Filistin halkına karşı döne döne katliamlar yapması, AKP şefinin bazı “sert” çıkışlar yapmasına neden olmuş, bu ise İsrail’le siyasi ve diplomatik ilişkilerde çeşitli sorunlara yol açmıştır. Her şeye rağmen AKP-MHP rejimi İsrail’le ekonomik, ticari, askeri vb. işbirliğini sürdürmüştür. AKP’nin işbaşına getirildiği 2002’den bu yana İsrail’le ticaretin 5-6 kat artması işbirliğinin boyutu hakkında fikir veriyor.
Kokuşmuş mafya rejiminin Filistin halkına sunabileceği bir şey yok
Yolsuzluk ve rüşvet batağında yüzen ırkçı-Siyonist hükümetin başı B. Netanyahu ile AKP şefi T. Erdoğan arasında birçok noktada benzerlik var. Her ikisi de yolsuzluk ve rüşvetle beslenen bir rejimin başında bulunuyorlar. Ölümüne koltuklarına yapışmışlar ve koltuktan düştükleri anda hesap vermekten korkuyorlar. Her ikisi de dinci-ırkçı bir koalisyonun başında bulunuyor. İçeride demokratik hakları gasp ediyor, dışarıda saldırgan bir politika izliyorlar. Her ikisi de ezilen bir halka karşı sınırsız baskı ve zulüm uyguluyor. Elbette ikisinin de kıblesi Washington’dur.
Netanyahu rejimiyle bu kadar ortak özelliği olan AKP-MHP koalisyonu, toplumsal desteğini yitirmiş ve iliklerine kadar mafyatik bir çeteye dönüşmüşken, İsrail’e karşı ciddi bir tutum alabilir mi? Ömrü 20 yıla yaklaşan AKP rejiminin tarihi, bunun mümkün olmadığını defalarca kanıtlamıştır. Önceki yıllarda daha güçlü ve kitle desteği daha yüksek olmasına rağmen kayda değer bir şey yapamayan bu rejim, ilişkileri geliştirmek için İsrail’in kapılarını aşındırdığı bugünlerde bunu hiç yapamaz. Kaldı ki ancak zorbalıkla ayaktan durabilen bir rejimin, riyakarlık dışında ezilen bir halka sunabileceği bir şey yoktur.
Bu defa ağırdan aldılar
Dinci-faşist rejim aylardan beri Mısır ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra İsrail’le de ilişkileri geliştirmek için adeta çırpınıyor. Nitekim bu yönde bazı adımlar atıldığına dair haberler de vardı. Gazze katliamı başladıktan hemen sonra Antalya’da yapılması planlanan bir toplantıya İsrailli bir bakan da davet edilmişti. Davet geri çekildi ancak İsrail katliamlarını günlerce izleyen saray rejiminden, düşük seviyedeki bazı saray memurlarının “laf olsun” babından yaptıkları açıklamalar dışında pek ses çıkmadı. İHH gibi dinci-terörü besleyen bir oluşumun önderliğinde gösteriler yaptırtarak görüntüyü kurtarmaya çalıştı. “Tam kapanma” günleri olmasına rağmen kalabalık bir kitlenin İsrail konsolosluğu önünde eylemler organize etmesine alan açtılar. İlerici, devrimci güçlerin Filistin’le dayanışma eylemlerine ise polisi saldırttılar. Bu çifte standart, İHH gösterilerinin de bir riyakarlık gösterisinden ibaret olduğunu gösteriyor. Zira Filistin halkıyla dayanışma gerçekten istenseydi, ilerici-devrimci güçlerin eylemlerine kolluk kuvvetleri saldırtılmazdı.
AKP şefi İsrail katliamının pervasızca devam etmesinden dolayı konuşmak zorunda kaldı. Yine kontrol dışı “keskin laflar” ederek, güya Filistin halkına destek verdi. Elbette İsrail rejimi de ABD de bu sözlerden rahatsız oldu. Bununla birlikte “keskin laflar” edilmesi, riyakarlıkta son perde olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.
İsrail’i rahatsız etmeyelim telaşı bir yana bırakılınca “büyük laflar” edildi. Zulme karşı durmaktan, mazlumlar için bedel ödemekten söz eden AKP şefi, siyonist rejime karşı alınabilecek tek bir somut önlemden söz etmedi. Sarayın bakanlarından Mevlüt Çavuşoğlu ise, “Birlik ve kararlılığımızı gösterme vakti. Ümmet bizden liderlik bekliyor” türünden laflar etti. Bu boş laflara inanan kaldı mı bilinmez. Ancak bu tür laflar edip bir şey yokmuş gibi işine devam etmek, artık riyakarlık ötesi bir durumdur.
Dinci-gericiliğin fıtratında emperyalist ve siyonist güçlere hizmet var
AKP iktidarı döneminde siyonist rejim Filistin’de defalarca katliam yaptı. Her biri diğerinden vahşi olan bu katliamlara rağmen Türkiye-İsrail arası ekonomik-ticari ve askeri ilişkiler gelişmeye devam etti. AKP’li ilk yıllarda Konya ovasının semaları İsrailli pilotların uçuş eğitimlerine tahsis edilmişti. Şu anda Filistin halkının tepesine bomba yağdıran savaş uçaklarının pilotları Konya semalarında eğitilmişti. Bir dönem iflas noktasına gelen İsrail’in büyük silah şirketi de AKP’nin verdiği yüksek meblağlı tank ihalesi ve diğer ihalelerle kurtarılmıştı. Hararet o kadar yüksekti ki, o yıllarda Ariel Şaron (nam-ı diğer Beyrut Kasabı) ile Tayyip Erdoğan arasında kırmızı telefon hattı bile bağlanmıştı. Yani 1982’de İsrail işgali sırasında Beyrut’ta bulunan Sabra ve Şatila Filistin mülteci kamplarında binlerce çocuk, kadın ve yaşlıyı katlettiren Ariel Şaron, Erdoğan’ın yakın dostuydu.
AKP şefinin “İsrail karşıtlığı” “One minute” olayı ile doruğa çıkmıştı. O çıkış Filistinliler başta olmak üzere, Ortadoğu’da yankı da yaratmıştı. Zira çok iyi kotarılmış bir mizansendi. Örneğin o yıllarda Suriye’ye karşı başlatılan yıkıcı savaşın en muhteris savunucuları Tayyip Erdoğan’la müritleri idi. Oysa Suriye, yaşanan pek çok soruna rağmen Filistin davasına en çok destek veren Arap ülkesidir. Suriye’yi yıkma savaşının temel nedenlerinden biri, belki ilki tam da Filistin direnişine destek vermesi ve direniş örgütlerinin merkezlerinin Şam’da bulunmasıdır.
İşte “One munite” diye şov yapan rejimin başı, Filistin direnişine destek veriyor diye Suriye yönetiminin yıkılması için elinden geleni ardında koymamıştır. Bizzat AKP şefi, Suriye’yi bombalasın, yani “Libya senaryosu” uygulansın diye hem ABD’ye hem savaş aygıtı NATO’ya defalarca yalvarmıştır. Suriye yıkılsaydı, Filistin direnişi ağır bir darbe yiyecekti. AKP ile şefi tam da bunu istiyordu. Çünkü onlar için Filistin, Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’a destek vermek ve onu bölgesel politikada kullanmaya çalışmaktan ibarettir.
Filistin halkına değil, ırkçı rejime kalkan
Halen devam eden İsrail katliamlarına tepki gösteren CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Kudüs'te gerçekleştirilen katliama en güzel cevabın, Malatya'dan verileceğine inanıyoruz. 2011 yılında Malatya Kürecik’te ABD tarafından NATO kılıfına bürünmüş bir kalkan kuruldu. Tek amacı İsrail’i korumak olan füze kalkanının kapatılması için bugüne kadar defalarca başvuru yapmamıza rağmen AKP olumlu bir cevap vermedi.”
Pek çok tartışmaya konu olan Kürecik’teki İsrail kalkanının kuruluş tarihine dikkat çekmek lazım. AKP rejiminin başrolü oynadığı Suriye’ye karşı savaş ile Kürecik’te “İsrail kalkanı” kurulması aynı döneme denk geliyor. Bu iki olay bir ve aynı planın parçasıdır. Her ikisinin de başrolü dinci-gericilik ve bu tesadüf değildir. Tersine, her iki olay da “Ilımlı İslam Projesi” olarak AKP’nin üstlendiği misyon kapsamında gelişti. Görüldüğü gibi Filistin davasını en çok istismar eden, İsrail’e “en sert” protestolar yönelten AKP iktidarı, Filistin halkının değil, İsrail’in kalkanı olarak anılmayı hak ediyor.
Mavi Marmara katliamını 20 milyon dolara İsrail’e satan, buna itiraz edenleri “Gazze’ye giderken bana mı sordunuz” diye azarlayan, defalarca “Gazze’ye gideceğim, şu tarihte Gazze’deyim” türü laflar eden ancak bunu yapmayan AKP şefinin bugünlerde yeniden “İsrail karşıtı” vaazlar vermesinin riyakarlıktan öte bir anlamı yoktur. Ne iyi ki, artık bu gerçeği Kudüs’te ırkçı-Siyonizme karşı direnen gençler de biliyor.