AKP-MHP iktidarı toplumu sürüklediği sosyal, siyasal ve ekonomik krizden çıkış için hiçbir politika üretemiyor. İktidarın attığı her adım, yaptığı her açıklama krizi daha da derinleştiriyor. Bu yüzden baskı, şiddet ve devlet terörü uygulamalarını daha yoğun hayata geçiriyor. Buna iktidar yetkililerinin son dönemde pişkinlik ve riyakarlık düzeyi had safhaya ulaşmış açıklamaları eşlik ediyor.
Ülkede ekonominin gidişatı herkesin malumu. TL değer kaybediyor, enflasyon oranları her geçen gün yükseliyor. Marketlerde gıda başta olmak üzere neredeyse tüm ürün etiketleri günde 2-3 kez değiştiriliyor. Milyonlarca işçi ve emekçinin alım gücü freni boşalmış kamyon gibi hızla düşüyor. Emekçiler geçim sıkıntısından kaynaklı bunalıma sürüklenip, intihar ederlerken, düzenin kokuşmuş kalemşorları ve temsilcileri toplumun üzerine lağımdan beter cümleler boca ediyor, toplum ile adeta dalga geçiyorlar. Artık daha kötüsünü söyleyemezler dediğimiz her yeni güne daha beter açıklamalar ile damgalarını vuruyorlar.
Biri kalkıyor, “Belki soğan ekmek yiyeceğiz günlerce, aylarca belki yiyeceğiz ama güvenliğimizden asla kimseye taviz vermeyeceğiz.” gibi kof ve demagojik laflar ediyor. Yoksulluğun artması konusunda konuşan sarayın “first leydisi” Emine Erdoğan, kolunda 50 bin dolarlık çantası ile halka “öğünlerinizi küçültün” çağrısı yapıyor. Onu takiben birçok AKP'li benzer söylemlerde bulunuyor. AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, ekonomik kriz ve yüksek enflasyon vesilesiyle vatandaşlara “altın değerinde” öğütlerini sıralıyor: “Ekonomik sıkıntı çekebiliriz. Bizim gideceğimiz bir yer yok, öncelikli olan vatandır. Bugün ekonomik sıkıntı çekebiliriz. Normal şartlarda ayda bir kilo, iki kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da çok faydalı değil. Biber alacağız, üç tane alırız bir kilo alacağımıza.”
Beri yandan yazlık-kışlık saraylara doyamayan Erdoğan “Ekonomik kurtuluş savaşı” naraları atıyor. Kalemşorları “Sefalete ses çıkarmayın” türünden çok sayıda yazılar döşeniyor, TV programlarında biat telkin ediyorlar. Rezalet açıklamalar birbiriyle yarışıyor. Örneğin adı henüz yeni taciz olaylarına karışan AKP MKYK Üyesi Mücahit Birinci, adeta “Ben daha rezil bir açıklama yapabilirim” dercesine sahneye fırlıyor ve el arttırıyor: “Enflasyon biraz da psikolojik bir hadise.”
Ardından Binalı Yıldırım devralıyor bayrağı. Hollanda basınında 26 milyar dolar (345 milyar TL'yi geçkin) değerinde bir şirketinin olduğunun ortaya çıkarılması ile Koç ve Sabancı gibi sermayedarları dahi dünya sıralamasında geride bırakan Binali Yıldırım, “Amerika'da sıfırdan yüzde 7’ye çıkmış enflasyon. Bu ne demektir, 7 kat artış. Bizde 10'lardan 20’ye çıkmış, 2 kat artış.” diye saçmalamakta beis görmüyor.
AKP Konya Milletvekili Halil Etyemez ise “Çok net söylüyoruz. Ülkede yokluk denen bir şey yok. Her şeyde bolluk ortada.” diyerek, kimsenin göremediği, görse de nasiplenemediği bolluktan dem vuruyor.
Bütün bu pişkin propagandanın arkasında, “itibardan tasarruf olmaz” denilerek inşa edilen 1100 odalı saray var. O saray ki yalnızca bir günlük harcaması 10 milyon TL’den fazla... O saray ki etrafındaki hurma ağaçları üşümesin diye yurt dışından ithal, alttan ısıtmalı özel bir sistem barındırıyor… Bu arada milyonlarca emekçi, zam üstüne zam gelen doğalgazdan kaynaklı evini ısıtamıyor. Fakat düzen kuklalarının zırvaları bu konuda da bitmek tükenmek bilmiyor ve yine o “altın değerindeki” tavsiyeleri ile hemen soruna bir “çözüm” getiriyorlar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Daha çok kullananların biraz daha tasarrufa riayet etmesini istiyoruz. Evlerimizde özellikle 1 derecelik sıcaklık değişikliği, yani 23 yerine 22 derecede evinizi ısıtmanın aylık faturanıza etkisi yüzde 7 olur.” diyor.
Evet, tüm bu kepazelik örneği açıklamaları yüzlerinde hiçbir kızarma belirtisi olmadan, aymazca söyleyebiliyorlar. Çünkü herkes mensubu olduğu sınıfının ahlakına uygun hareket ediyor, o “ahlakın” yansıması cümleler kuruyor.
Emekçilerin nasırlı elleri yakanızı bırakmayacak!
Bu düzenin her kademesinden pislik akıyor, düzen çürüyor. Çürüyen bu düzenin temsilcilerinin ağzından da rezilce cümleler dökülüyor. Ülkeyi yağmalamakla, doğayı ve çevreyi kendi çıkarları uğruna yok etmekle kalmıyor, toplumun tüm değerlerini aşağılıyorlar. Milyonlarca işçi ve emekçiyi açlığa, yoksulluğa ve sefalet koşullarına sürüklüyorlar. Özcesi, bir avuç asalak yeryüzünde cenneti yaşarken, milyonlara cehennem koşullarını reva görüyorlar.
Egemenler pervasızca, riyakarlık ve pişkinlik akan sözler sarf edebiliyorlar, çünkü karşılarında örgütlü bir sınıf görmüyorlar. İşte bu yüzdendir Nazım Hikmet’in işçi sınıfına sitemi:
“...Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-Demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Artık bu çürümüş düzene dur demenin vakti geldi de geçiyor. Onurumuzu, gururumuzu ayaklar altına aldırmamak, bu asalaklardan hesap sormak işçi sınıfı ve emekçilerin ellerinde. Bir avuç kan emiciyi ve düzenlerini sonsuza kadar tarihin çöplüğüne gönderecek olan güç işçi sınıfı ve emekçilerin kollarındadır, örgütlü mücadelededir!