Ukrayna üzerinden ABD, AB ve Rusya arasında gerginlik devam ediyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “Rusya’nın müzakere masasına gelmesi önemli. Ancak NATO olarak en kötüsüne (savaşa) hazırlıklı olmalıyız” diyerek, üst perdeden tehditte bulundu. “Rusya’nın saldırgan eylemleri Avrupa’nın güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor” ifadelerini kullanan Stoltenberg, “çatışma riski gerçek” diyerek tehditlerine devam etti: “Müzakere masasında Avrupalılar olmadan, Avrupa’nın güvenliğine ilişkin hiçbir tartışma yapılmayacak. Rusya’nın krizi tırmandırması durumunda ise ciddi ekonomik ve siyasi yaptırımlarla karşı karşıya kalacak. … NATO 40 bin kişilik bir hızlı müdahale gücüne sahip. Elimizde hemen harekete geçirebileceğimiz önemli araçlarımız var.”
Bu saldırganlığın borazanlarından birini de Almanya’nın çiçeği burnunda “Yeşil” Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock çalıyor. İlk yurtdışı gezisini 5 Ocak’ta ABD’ye yapan Baerbock, mevkidaşı ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’le Washington’da yaptığı görüşme sonrasında, ABD ve Almanya’nın Ukrayna krizinde “Rusya’ya karşı yekvücut” olduklarını vurguladı. Baerbock 10 Ocak’ta Moskova ile başlayacak görüşmeler öncesinde, “Rusya’nın askeri hareketliliğini tırmandırması durumunda, muazzam diplomatik ve ekonomik önlemlerle karşılaşabileceğini” vurguladı. Blinken de Almanya ve ABD’nin Rusya’ya karşı tavır almasını, “Avrupa’nın barış ve istikrarı için acil bir görev olarak görüyoruz” dedi.
ABD Dışişleri Bakanı düzenlediği bir basın toplantısında da “Evinize Ruslar girdiyse onları çıkarmak zor olabilir” dedi. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Blinken’a, “ABD evinize girdiğinde hayatta kalmak, soyulmamak ve tecavüze uğramamak zordur. Bu davetsiz misafirleri kapılarının eşiğinde bulan Kuzey Amerika yerlileri, Koreliler, Vietnamlılar, Iraklılar, Yugoslavyalılar, Libyalılar, Suriyeliler ve daha çok sayıda şanssız insanın ekleyeceği çok şeyi var” sözleriyle yanıt verdi. Bel bağlanan Cenevre görüşmeleri de karşılıklı zehir zemberek açıklamaların gölgesinde başladı.
Cenevre görüşmeleri
Kazakistan’daki gelişmeler, Ukrayna sınırındaki askeri yığınak, Rusya’nın “güvenlik garantisi” taleplerinin gölgesinde 10 Ocak’ta taraflar Cenevre’de kozlarını masaya yatırdılar. Rusya Dışişleri Bakanı yardımcısı Sergey Ryabkov başkanlığındaki Rus heyeti ile ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı Wendy Sherman başkanlığındaki ABD heyeti Cenevre’de 8 saati aşkın müzakerelerin ardından, görüşmeler öncesi de bilinen açıklamalar yapmakla yetindiler.
Rus tarafı, “Ukrayna’ya saldırmayacağız, NATO’nun doğuya doğru genişlememe tutumuzdan da geri adım atmayacağız” derken, ABD tarafı, “NATO’nun doğuya doğru genişlememe sözü gibi bir güvenlik garantisi yok” açıklamasını yaptı.
Cenevre görüşmelerinin ardından, Rusya’nın talep ettiği hemen her şeyin Batı için kabul edilemez olduğunu, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya asla alınmayacağı gibi bir sözün verilmediğini tekrarlayan ABD ve Batı, “Ukrayna’ya bir saldırı olması durumunda Rusya’nın ciddi yaptırımlarla karşılaşacağı” tehdidini yeniledi. Görüşme öncesi, görüşme sonrası, değişen bir şey yok. Karşılıklı sert açıklamalar görüşmenin sonuçlarına da yansıdı ve Ukrayna krizi kaldığı yerden devam ediyor.
Ukrayna krizinin ezeli perde arkası
2004’de ABD ve AB’nin kışkırtması ve desteği ile “Turuncu Devrim” adı altında ülke destabilize edilerek bugünün adımları atılmıştı. Uzun süreden beridir küresel ve bölgesel güçler arasında güç gösterisine sahne olan Ukrayna krizinin tarihi arka planı çok eski olmakla birlikte, güncel gerginlik Kırım Yarımadası üzerinden sürüyor. Nüfusun çoğunluğunu Rusların oluşturduğu Kırım’a Rusya 2014 yılında müdahale etmiş, akabinde yapılan referandumla Kırım Rusya’ya bağlanmıştı. Ezelden beri Rusya’ya bağlı olan Kırım Yarımadası, SSCB döneminde Kuruşçev tarafından Ukrayna’ya “hediye” edilmişti. Rusya, toprağı olarak gördüğü bu stratejik bölgeye rakiplerinin nüfuz etmesini istemiyor. Karadeniz’e kıyısı olan Eski Doğu Bloku (Varşova Paktı) üyesi Bulgaristan ve Polonya’nın NATO’ya alınmaları, Rusya’nın Karadeniz üzerinden hareket alanına ciddi bir darbe olmuştu.
NATO’nun doğuya doğru genişleyerek, Ukrayna ve Gürcistan’ı da bünyesine alma girişimi, Karadeniz’in bir NATO denizine dönüşmesi demek oluyor, ki Rusya ne yapıp edip bunun önünü almak istiyor. 2008’de Gürcistan’ın NATO’ya üye olma girişimi Rusya tarafından çok sert karşılık bulmuştu. 2014 yılında Ukrayna’nın NATO üyeliği girişimi Kırım’ın kaybedilmesine yol açmakla kalmadı. Ukrayna’nın doğusunda bulunan Donbas’ın büyük oranda Rusya yanlılarının denetimine geçmesiyle sonuçlandı. Batılı emperyalist ülkeler, ABD ve NATO “stratejik tehdit” olarak değerlendirdikleri bu duruma karşı Rusya’ya “diplomatik ve ekonomik yaptırımlar” uyguladılar. Rusya bu yaptırımlara boyun eğmedi.
2014’den beri Ukrayna krizi gelgitler eşliğinde gündemden hiç düşmedi. Uzun süredir küresel ve bölgesel güçler arasında güç gösterisine sahne olan Ukrayna krizi, yeni gerginlikler ve savaş tehditlerinin gölgesinde devam ediyor. 2021 Haziran ayında İngiliz Kraliyet Donanması’na ait “HMS Defender” savaş gemisi, İstanbul Boğazı’nı geçerek Karadeniz’e geçmiş ve Kırım yakınlarında devriye turları atmaya başlamıştı. Rusya Savunma Bakanlığı, karasularını ihlal ettiği gerekçesi ile İngiltere Kraliyet Donanması’na bağlı “HMS Defender” isimli İngiliz savaş gemisine uyarı ateşi açmıştı. İngiltere’nin savaş gemisini Karadeniz’e sürmesi ve Rusya’nın karşılık vermesiyle tansiyon yükselmiş ve iki ülkenin askeri güçleri Karadeniz’de burun buruna gelmişti. O günden bu yana taraflar arasında karşılık açıklamalar üst perdeden yapılıyor. Gerilim had safhada.
Pentagon verilerine göre Rusya 100 bini aşkın bir orduyu Ukrayna sınırına yığmış bulunuyor. Rusya bunu yalanlasa da adeta her iki taraf da hem güç gösterisinde bulunuyor hem de nabız yoklaması yapıyor.
Her ne kadar taraflar 2015 yılında Minsk Protokolü çerçevesinde soruna “resmi” bir çerçeve çizmişlerse de bu protokolün pratikte bir karşılığı olmadı. Gelinen aşamada kronik bir hal alan Ukrayna krizi giderek bir kör düğüme dönüşüyor. Rusya Donbas bölgesindeki Rus nüfusu üzerinden Donbas’ın özerk bir bölgeye dönüşmesini ve bu yolla Ukrayna’nın bir daha gündeme getirmemek üzere NATO üyeliğinden vazgeçmesini hedefliyor. Bunun için rakiplerine gerekirse savaşı bile göze alabileceğini her fırsatta gösteriyor.
NATO, “stratejik tehdit” olarak kodladığı Rusya’nın hamleleri karşısında “yekvücuduz” açıklamalarına rağmen, bir dizi nedenden dolayı tam bir birlikten yoksun. NATO’nun belkemiğini oluşturan ülkelerden ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın Rusya’yla ilişki ve çelişkileri farklı. Bu farklılık Rusya’ya ek avantajlar sağlıyor. Sonrası belirsiz, fakat Rusya şimdilik bu avantajı iyi kullanıyor.
ABD’nin Rusya’yla birlikte Çin’i de karşısına alma politikasına AB ülkelerinden taraf olma “beklentisi” de, Rusya’ya ek hareket alanı açıyor. Almanya ve Fransa’nın daha çok enerji ağırlıklı ekonomik çıkarları gereği “ılımlı” davranmaları AB’nin “iç birliğine” gölge düşürüyor. Bu nedenle, Fransa ve Almanya nükleer enerji ve fosil yakıt enerji santrallerini “yeşile boyayıp”, “çevre dostluğu ile etiketleyip” Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmak istiyor.
Brexit’le birlikte “güneş batmayan imparatorluk” rüyasını daha çok görmeye başlayan İngiltere ise, ABD ile birlikte saldırgan politikalarıyla fiili bir çatışma durumu yaratmaya çalışıyorlar. NATO’yu “beyin ölümü gerçekleşmiş” diye niteleyen Macron, bir taraftan güçlü bir “Avrupa Ordusu”nu dillendirirken, diğer taraftan güçlü bir “Avrupa Ordusu” için “beyin ölümü gerçekleşmiş” NATO’ya ihtiyaç duymaktadır. ABD’nin Rusya’ya karşı çeşitli nedenlerle İngiltere kadar istekli olmaması, İngiltere’nin “güneş batmayan imparatorluk” hayalini zora sokuyor. Bu nedenle İngiltere herkesten daha çok agresif bir tutumla fiili bir durum yaratarak, ABD ve diğerlerini yanına çekmek istiyor. Rusya konusunda Trump yönetiminin İngiltere ile daha uyumlu bir politikası vardı. Biden’ın öncelikleri biraz farklı olsa da bu, ABD’nin Rusya ile uyumlu bir politika izleyeceği ya da karşı karşıya gelmeyeceği anlamı taşımıyor. ABD’den önce birçok AB ülkesi Rusya’nın önünü kesmekte daha “gönüllü” davranıyorlar. AB, ABD’nin Rusya’ya karşı gerilimi artırmada daha istekli hareket etmesini istiyor.
ABD ise, AB’nin Çin’e karşı politikasında ABD ile aynı çizgiye gelmesini istiyor. Emperyalist dünyanın bu gerilimli ortamında ufukta Ukrayna krizine bir çözüm görünmüyor. Ukrayna da giderek dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi kronik çatışmalı alanlarından biri haline gelmiş bulunuyor. Anlaşılan o ki, küresel emperyalist güçler ihtiyaç duydukça bu kronik yarayı kaşımaya devam edecekler.