Dünya Ekonomik Forumu (WEF) olarak bilinen, kapitalist-emperyalist devlet temsilcileri ve ideologlarının yılda bir defa bir araya geldiği zirve öncesi “Küresel Riskler Raporu” yayınlanır ve ardından da zirvede bir araya gelinirdi. Aynı gelenek bu yıl bir farkla yine tekrarlandı. Zirve pandemi nedeniyle ertelendi. Ancak Davos zirvesini düzenleyen WEF, Dünya Bankası ve IMF ile birlikte 11 Şubat’ta 2022 yılının “Küresel Riskler Raporu”nu yayınladı.
Söz konusu rapor, dünyanın geleceğini tehdit eden veya edebilecek risklerle ilgili kapsamlı bir araştırmayı içeriyor. 117 sayfadan oluşan rapor, olan, olabilecek ve olasılık dahilindeki riskleri ele alıyor. Raporda her yıl olduğu gibi bu yıl da küresel risklerle ilgili olarak konunun uzmanları ile görüşmelere ve anketlere yer verilmiş. Bu yılki raporda bin civarında “küresel uzman ve liderle” yapılan görüşmeler yer alıyor. Ayrıca anketlere yansımasa da 12 binden fazla lider ve uzmanın görüşlerinden de yararlanıldığı belirtiliyor. Raporun verilerinde 10 küresel risk öne çıkıyor: “İklim için eyleme geçme başarısızlığı”, “Aşırı hava koşulları”, “Biyo çeşitliliğin kaybolması”, “Sosyal uyumun aşınması”, “Yaşam için gerekli koşulları elde etmeye yönelik krizler”, “Bulaşıcı hastalıklar”, “İnsanın çevreye verdiği zarar”, “Doğal kaynak krizleri”, “Borç krizleri” ve “Jeo-ekonomik zorluklar”.
Yapılan çalışmalarda pandeminin, önümüzdeki 10 yıl içinde hangi risklerin gerçekleşmesinin daha olası olduğuna dair algıyı değiştirmiş olduğu görülüyor. Siber ve veri güvenliği ile ilgili endişelerin yerini pandemi sonrasında iklim ve toplumsal endişeler almış bulunuyor.
Aşı eşitsizliği
WEF’in raporu aşı eşitsizliğiyle ilgili istatistiklerle başlıyor. Raporda, aşı eşitsizliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsiz ekonomik toparlanma oranları, sosyal kırılmalar ve jeopolitik gerilimler bir arada ele alınıyor. Verilen bilgilere göre, dünya nüfusunun yüzde 20’sini barındıran en yoksul 52 ülkede nüfusun sadece yüzde 6’sı aşılanabilmiş. Gelişmekte olan ekonomilerin (Çin hariç) pandemi öncesi beklenen gayrı safi yurtiçi hasıla büyümesinde yüzde 5,5 düşüş beklenirken, bu, yüzde 1 civarında artmış. Buna paralel olarak yoksul ülkelerde düşüş artmış ve küresel yoksulluk da artış kaydetmiş. Bu artış ve düşüş, küresel gelir eşitsizliğini derinleştirmiş durumda.
Raporda, “Ortaya çıkan küresel farklılık, ortak zorlukların üstesinden gelmek için gereken koordinasyonu sağlamayı zorlaştırarak sınırlar içinde ve ötesinde gerilimler yaratacak” deniliyor. “Sosyal uyumsuzluk artışı, geçim krizleri, ruh sağlığının bozulması” biçimindeki toplumsal risklerin, pandemiyle beraber “derinleşen riskler” olduğu belirtiliyor.
Raporda yer verilen ilgi çekici bir başka bilgiye göre, ankete katılanların sadece yüzde 16’sı dünyanın geleceği hakkında iyimser ve sadece yüzde 11’i küresel bir toparlanmanın olacağına inanıyor.
Ekolojik sorunların mevcut sistem içerisinde çözülmesinin bir hayal olduğu itiraf ediliyor ve bu rapora şöyle yansıyor: “10 yıllık bir sürede, ekolojik riskler ve iklim daha büyük endişe yaratıyor. Ekolojik sorunları düzeltmedeki başarısızlık, aşırı hava koşulları ve biyo-çeşitlilik kaybı, en ciddi üç risk” olarak öne çıkıyor.
Ankete katılanlar, “önümüzdeki 10 yıl içinde borç krizleri ve jeo-ekonomik çatışmaların en ciddi riskler arasında olduğunu” belirtiyorlar. Zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakirleşmesi, pandeminin ekonomik yansımaları olarak ortaya çıktı. WEF’in raporuna da yansıdığı kadarı ile, sadece 2020 yılında 34 milyon insan savaş, iç savaş ve “doğal afetler” nedeniyle yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldı.
Halihazırda toplumları zorlayan eşitsizliklerin önümüzdeki süreçte daha da artması bekleniyor. Salgın öncesine kıyasla, ek olarak 51 milyondan fazla insanın aşırı yoksulluğa düşeceği tahmin ediliyor. Toplumlarda artan kutuplaşma ve öfke “en büyük risk” olarak tanımlanıyor.
Rapor, “Sosyal uyumsuzluk artışı, G20’den Arjantin, Fransa, Almanya, Meksika ve Güney Afrika da dahil olmak üzere, 31 ülkede en önemli kısa vadeli tehdittir” görüşüne yer veriyor.
Rapora göre “Sağlıklı çevre politikalarına acele bir geçiş, karbon salınımının yoğun olduğu sektörlerde ani bir işsizlik artışı yaratacak. Sıfır karbon salınımı amacına dengeli bir şekilde ulaşmak ise 2050 yılına kadar sürecek.”
WEF’in raporunda sıralanan risklerin mevcut “sistem içerisinde çözülmesinin bir hayal olduğu” söylenmekle beraber, sonuçta “çözümün” yine de bu sistemsiz olamayacağı algısı yaratılmak isteniyor.
“Küresel zorbalık”
Marksist yazar Noam Chomsky, küreselleşmeyi “uluslararasılaşmanın genişlemesi ve kurumsal zorbalık” diye tanımlıyor. Küreselleşme ile ulaşılmak istenen hedefin tek tip bir insan yaratmak olduğuna işaret eden Chomsky, bu hedefe varmada medyanın rolüne de değiniyor. Tekelci medyanın “dünyayı nasıl algılamamız gerektiğine ve tek tip bir insan yaratma” çabasına değindikten sonra, “küreselleşmenin global kurumsal kapitalizmden ayrı ele alınamayacağını” ifade ediyor. “Kurumsal zorbalık” terimiyle bu sürecin sistemli ve bilinçli bir şekilde yönetildiğine dikkat çekiyor.
Bu nedenledir ki küreselleşme olgusu bugün hala en çok tartışılan konuların başında gelmektedir. Yokluk, yoksulluk, savaşlar, iç savaşlar, ekolojik dengelerin bozulması vs.nin sermayenin küreselleşmesiyle bir arada tartışılıyor olması tesadüfi değil. Küreselleşme ekonomik temelli bir kavram olmasına rağmen, sosyal, siyasal, kültürel vb. bir dizi boyutu ile tartışılıyor olması, küreselleşmenin insan hayatının her aşamasına müdahale eden özelliğinden kaynaklanmaktadır. Küreselleşme, kapitalizminin bir tür kendisini “yenileme” ve mümkün olduğunca yayılma ve pazarını genişletme çabasıdır.
WEF’in “Küresel Riskler Raporu” küresel sermayeden ve küresel kapitalizmden ayrı ele alınamaz. Raporda risklere ve kaynağına işaret edilmekle birlikte, “çözümün” yine de bu sistemde olduğu algısının yaratılması çabası, sermayenin tekelci medyasının “dünyayı nasıl algılamamız gerektiğine ve tek tip bir insan yaratma” çabasına örnektir.
Algı ve gerçekler
Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın “Açlık Virüsü Çoğalıyor” adlı raporunda yer alan verilere göre, kıtlık ve benzeri koşulların altı kat arttığı ve dünya genelinde her bir dakikada 11 kişinin açlık nedeniyle öldüğü belirtiliyor. Her bir dakikada ortalama 7 kişi Covid-19’dan ölürken, açlıktan 11 kişi ölüyor.
İklim krizi ve koronavirüs salgını küresel gıda fiyatlarında yüzde 40’lık bir artışa neden oldu. Bununla beraber salgının başından bu yana küresel çapta askeri harcamalar 51 milyar dolarlık bir artış gösterdi. Bu miktar, Birleşmiş Milletler’in (BM) açlıkla mücadelede ihtiyaç duyduğu miktardan en az 6 kat fazlasına tekabül ediyor.
Savaş, iç savaş ve çatışma bölgelerinde yaşayan yaklaşık 100 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor ve açlık adeta bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Sağlık, iklim, açlık ve gıda güvenliği WEF, Oxfam ve BM gibi sermayenin çeşitli kuruluşlarının raporlarına “en başta gelen riskler” olarak yansıyor. Kapitalizmin, neden olduğu bu “en başta gelen riskleri” çözmesini beklemek, kendi deyimleri ile “hayal” olur.
Tüm sorunlar ve bu sorunların kaynağının sistem olduğu gerçeği ortadayken, çözümün yine de sistemde olduğuna inanmayanların sayısı her geçen gün daha da kabarıyor ve bu, WEF’in raporunda da kendisine yer buluyor.