İsrail’in 17 ve 18 Eylül’de Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırılar, bölgeyi kana bulamaya yönelik emperyalist/Siyonist saldırganlık ve barbarlıkta çıtanın ne kadar yükseltilebileceğine dair örnekler olarak tarihe geçti.
Lübnan’ın dört bir yanında, manipüle edilmiş mobil iletişim cihazlarının patlatılmasıyla gerçekleştirilen bu terör eylemi, birçok masum insanın hayatına mal oldu. Binlerce kişi de yaralandı.
İsrail, üretim aşamasında manipüle ederek içine patlayıcı yerleştirdiği bu cihazlarla, insanları hedef alarak kitlesel bir katliam düzenledi.
Bu saldırıların, özellikle sivilleri hedef alması ve gündelik hayatta kullanılan cihazların ölüm makinelerine dönüştürülmesi, açık bir savaş suçu niteliği taşımaktadır. İsrail, bu vahşetiyle uluslararası savaş hukukunu hiçe saymakta ve sivillerin korunmasına ilişkin tüm insani kuralları çiğnemektedir.
Bu saldırı, ayrım gözetmeksizin ölüm saçan insanlık dışı bir şiddetin ifadesidir. Onlarca sivil insanın ve çocukların hayatını kaybetmesi, yüzlercesinin görme yetisini yitirmesi Siyonist vahşetin ve savaşın insanlık dışı boyutlarını gözler önüne sermektedir.
İsrail bu “bel altı” harekât ile Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırı, sadece Hizbullah’a karşı değil, tüm Lübnan halkına karşı bir terör saldırısıdır. Daha önce Filistin’de defalarca başvurduğu bu kirli yöntemler, Lübnan’da da kullanılmış ve masum sivillerin hayatı hiçe sayılmıştır.
Bu saldırı, İsrail’in işgalci-yayılmacı stratejileri doğrultusunda işlediği bir savaş suçudur ve sorumluları mutlaka hesap vermelidir.
“Yenilmezlik” miti
Siyonist terör devleti, bu saldırıyla Ekim ayındaki direniş ekseninin operasyonuyla yerle bir olan "Demir Kubbe" mitini yeniden canlandırabileceğini sanıyor. Ancak bu kirli/kanlı oyun tutmayacak. Daha önce Filistin’deki soykırım vahşeti gibi, sadece yıkım ve ölüm getiren barbarlığı ile imajı yerlerde sürünmeye devem edecek. İsrail, arkasına aldığı tüm emperyalist barbarlığa rağmen, Filistin’i yerle bir ettiği halde bir “başarı” elde edemediği gibi, Lübnan’da da bu vahşeti sürdürerek hedeflerine ulaşamayacaktır. Bu saldırılar, emperyalist şiddetin Orta Doğu’da daha fazla kan dökmesine yol açacak, ancak halkların direnişini kıramayacaktır.
Üretim sürecinde manipüle edilerek, içi patlayıcılarla donatılmış telsizler, çağrı cihazları ve diğer iletişim araçlarıyla gerçekleştirilen “bel altı” vuruşlar, İsrail’in insan hayatını hiçe sayan stratejisinin bir parçası olmakla beraber, ahlaki çöküşünün de bir göstergesidir. Zira, sıradan çağrı cihazları bir savaş aracı haline getirilmiş ve sivilleri hedef almak için kullanılmıştır. İsrail, bu yöntemle “savaş hukukunun” en temel ilkelerini çiğnemekte ve açıkça bir savaş suçu işlemektedir.
Bu tür barbarlıkların ve kitlesel katliamların hesabını sormak, dünya ölçeğinde işçilerin, emekçilerin ve ezilen halklarının omuzlarında bir görev ve yükümlülük olarak durmaktadır.
***
Hayata geçirilen terör saldırısının arkasında yalnızca İsrail yoktur. ABD ile Batılı emperyalistler, Siyonist terör devletine verdikleri sınırsız destekle bir kez daha bu barbarlığa ve savaş suçuna ortak olmuştur. Beyaz Saray’dan gelen alaycı açıklamalar, bu vahşetin arkasındaki gerçek gücü de ifşa etmektedir.
İsrail, Lübnan’a ve Filistin’e saldırarak, emperyalizmin bölgede hâkimiyet kurma stratejisinin bir maşası olarak hareket etmektedir. Bu saldırıların arkasındaki emperyalist güçler, bölgede kan dökme politikalarına devam ettikçe, Orta Doğu’da barışın mümkün olmayacağı gibi, kendi karşıtlarının daha azimle karşı koymalarına da yol açacaktır.
Siyonist İsrail arkasına aldığı sınırsız destekle bir yıldır soykırım yaptığı Gazze’de “başarı” elde edemedi. Savaşı bölgeye yayma politikası da barbarlıkta sınır tanımayan saldırıları da onu başarısızlıkla yüzleşmekten kurtaramayacak. Lübnan halkı ve tüm direniş hareketleri emperyalist/Siyonist barbarlığa karşı durmaya devam edecek ve İsrail’in kana doymayan saldırganlığı kendi sonunu hızlandıracaktır.