Yaklaşık bir yıldır Gazze’yi yakıp yıkan, Filistin halkına yönelik soykırım saldırılarına aralıksız devam eden Siyonist İsrail, bölgesel savaş riskine kapı aralayan hamlelerine hız vermiş bulunuyor. Lübnan’a, Yemen’e ve Suriye’ye hava saldırıları düzenleyen Siyonistler, somutta “Direniş eksenini” hedef alan provakatif saldırılar, katliamlar ve suikastlarla tüm coğrafyayı ateşe verebilecek adımlar atıyor. Tüm bunları yaparken hiçbir kural ve sınır tanımaması ise ortaya çıkan yıkımı her geçen gün boyutlandırıyor.
Lübnan cephesi ve savaşın yayılma riski
7 Ekim 2023’te, Hamas tarafından gerçekleştirilen “Aksa Tufanı” hareketinin ardından soykırım savaşının düğmesine basan Siyonistler, süreç içerisinde savaşın cephesini alabildiğince genişletti. Gazze direnişine destek veren güçlere yönelik İran’da, Lübnan’da, Yemen’de ve Irak’ta sistematik saldırılar gerçekleştirdi. ABD ve Batılı emperyalistlerin açık desteği ile bu ülkelerde direniş güçlerine dönük suikastlar düzenledi, sivil halkı ve kentlerin altyapılarını hedef alan bir dizi hava saldırısı gerçekleştirdi.
Tüm bunlara paralel olarak Lübnan, bugün saldırıların yoğunlaştığı yeni bir cephe olarak ön plana çıkmış bulunuyor. Siyonistlerin hedefinde, sürecin başından beri Gazze’deki direnişle dayanışma içerisinde olan ve soykırım saldırılarına Güney Lübnan üzerinden karşılık veren Hizbullah yer alıyor. İlk adımda “direniş ekseninin” önemli aktörlerinden biri olan Lübnan Hizbullahı’nın komuta kademesini hedef alan terör saldırıları gerçekleştiren Siyonistler, süreci adım adım cephe savaşına doğru ilerlettiler. Beyrut’a attıkları tonlarca ABD bombası ile hem sivil halkı hem de Hizbullah lideri Nasrallah’ı katleden İsrail, gelinen yerde kara savaşını başlatmış bulunuyor. Bu ise emperyalist/Siyonist savaşın yayılması, işgalin ve soykırımın derinleşmesi riskini her geçen gün arttırıyor.
Dahası, Siyonist yayılmacılığın hedefinin alabildiğince geniş olduğu, emperyalistlerin bölge politikaları kapsamında İran ve Suriye’deki rejimleri yıkıma uğratmayı amaçladığı hesaba katıldığında, çatışmaların yeni cephelere doğru genişleme ihtimalinin arttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bir yandan Gazze’deki işgali derinleştiren Siyonistlerin öte yandan Beyrut’u, Şam’ı, Yemen’i vurmaya devam etmesi ve tüm bunlar yaşanırken ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya takviye askeri güçler göndereceğini duyurması, Ortadoğu’nun adım adım ateş çemberine sürüklendiğini göstermektedir. Elbette bu bağlamda, emperyalist/Siyonistlerin hedefinde yer alan güçlerin ve ülkelerin vereceği yanıtlar da belirleyici olacaktır.
Emperyalist/Siyonist işgal devam ettiği sürece direniş de sürecektir
Sadece Gazze ve Lübnan’daki tabloya bakıldığında dahi, Siyonistlerin direniş odaklarını önderliksiz bırakarak bu yolla ezmeyi, böylece tarihsel işgal hesaplarının önündeki engelleri kaldırmayı hedeflediği açıkça görülecektir. Hamas ve Hizbullah örneğinde olduğu gibi, direniş güçlerine dönük son gerçekleştirdiği etkili saldırılar üzerinden kısa vadede sonuçlar elde etmesi de ihtimal dahilindedir.
Fakat, arkasına emperyalist güçleri alan Siyonistlerin başta Filistin halkı olmak üzere, bölge halklarının direnişini hepten tasfiye etmesi mümkün değildir. Ne denli barbarlaşırlarsa barbarlaşsınlar on yıllardır olduğu gibi direniş kendisini döne döne yeniden inşa edecektir. Çünkü, halkların emperyalistlere ve Siyonistlere karşı ortaya koyduğu direnişi sürekli kılan koşullar yerli yerinde durmaktadır. Dahası, emperyalist saldırganlık ve Siyonist işgal gelinen yerde çok daha derinleşmiş, koşullar çok daha ağırlaşmış durumdadır. Etkili darbeler alsa da ya da ön plandaki direnişçi güçler zaafa uğratılsa da bölge haklarının emperyalist/Siyonist saldırganlığa karşı yanıtı bir kez daha direniş olacaktır.
Emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi büyütelim
Tüm dikkatler bugün Ortadoğu’ya yönelmiş olsa da emperyalist saldırganlık dünyayı bütünüyle ve kapsamlı bir yıkımın içerisine doğru sürüklüyor. Bu bağlamda öne çıkan bir diğer önemli cephe ise Ukrayna.
İki buçuk yıldır devam eden Ukrayna Savaşı boyunca Batılı emperyalistler kukla Zelenski rejimine başta silah olmak üzere sayısız olanak sağladı. Adeta savaşın uzayıp gitmesi için elinden geleni yaptı, döne döne savaş ateşine benzin döktü ve kendi çıkarları için sahaya sürdüğü Ukrayna ordusunu tahkim edecek adımlar attı. Bu ise sadece savaşın yarattığı yıkımı boyutlandırmakla kalmadı, Kafkasya’yı “nükleer savaşın” eşiğine getirdi. Emperyalistlerin özellikle son dönemde Ukrayna ordusuna verdiği silahların üzerindeki kısıtlamaları kaldırmaya başlaması, Rusya topraklarını vuracak yeni silahlarla donatması “nükleer savaş” riskini giderek daha yakıcı bir tehdit haline getirdi.
Verili bu tablo, içerisinde bulunduğumuz coğrafyanın kuzeyinde “nükleer” güneyinde ise “bölgesel savaş” riskinin her geçen gün arttığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, batı emperyalizmi ile çok yönlü bağımlılık ilişkisi içerisinde olan Türk sermaye düzeni hem bir NATO gücü olarak hem de kendi sefil çıkarları için her iki kriz bölgesi ile doğrudan temas halindedir.
Bütünlüğü içerisinde bu tablo başta işçi sınıfı, emekçiler, ilerici ve devrimci güçler olmak üzere Türkiye’deki toplumsal mücadele güçlerinin omuzlarına önemli sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluğun başında ise bir yandan emperyalist/Siyonist savaş ve saldırganlığa öte yandan bir NATO gücü olarak emperyalistlerin hizmetinde hareket eden Amerikancı sermaye düzenine karşı mücadeleyi büyütmek yer alıyor. Emperyalist saldırganlığın hedefinde olan mazlum halklarla dayanışmayı güçlendirmenin de emperyalistlerin ve Siyonistlerin suç ortağı olan işbirlikçi AKP-MHP iktidarından hesap sormanın da yolu bu vazgeçilemez ve ertelenemez sorumluluğu başarıyla yerine getirmekten geçiyor.