İsrail’e egemen olan dinci-faşist rejimin Gazze’deki soykırım savaşı devam ederken, emperyalist/Siyonist namlular Lübnan’a çevrildi. Lübnan’a karşı savaşta ABD’nin işlenen savaş suçlarında fiilen yer aldığına dair değerlendirmeler var. Hem çağrı cihazları ile telsizlerin patlatılmasında hem başkent Beyrut’un Dahiya bölgesinde girişilen katliamda ABD parmağının olduğu belirtiliyor.
Lübnan direniş güçleri, sınır aşan vahşi terör saldırılarına İsrail’in kritik askeri hedeflerini vurarak yanıt verdi. Elektronik terör saldırıları ile Hizbullah’ın direnme yeteneklerini yıkacaklarını sanan emperyalist/Siyonist güçler yanıldılar. Zira, direnişçiler saldırıların ardından daha etkili füzelerle ırkçı-siyonist rejimin askeri hedeflerini tekrar vurdu. Hizbullah, bir günde İsrail’e 200’e yakın füze fırlattı. Tel Aviv’deki soykırımcı çete olağanüstü hal ilan etti. 365 kilometre karelik üstü açık hapishane olan Gazze’yi kontrol altına alamayan soykırımcı çete, son günlerde güney Lübnan’ı işgal etmekten söz etmeye başladı. Hizbullah’ın “8200” diye adlandırılan İsrail’in en kritik istihbarat üssünü vurmasından sonra, “Hizbullah’la/Lübnan’la savaş istemiyoruz” diye açıklamalar yapan Netanyahu ve hükümeti, birden soykırım savaşını Lübnan’a taşıma saldırısını başlattı. Bu karar değişiminde ABD emperyalizminin sunduğu desteğin önemli bir rol oynadığı kanısı güçlüdür. Zira, hem Gazze’de hem Lübnan’da bombardıman yapan uçaklar da her gün sivillerin üzerine yağdırılan tonlarca bomba da ABD tarafından İsrail’e sağlanıyor. CIA ve Amerikan askeri istihbaratı da soykırımcı çetenin hizmetinde. Yani hem Gazze’de hem Lübnan’da devam eden soykırım savaşları İsrail’in olduğu kadar ABD’nin de savaşlarıdır.
Emperyalist/Siyonist güçler soykırım savaşları dönemini başlattı
Gazze’de dünyanın gözleri önünde devam eden soykırım savaşı, bu savaşın ABD ile Batılı emperyalistler tarafından askeri, mali, siyasi, diplomatik alanlarda desteklenmesi dünyada yeni bir duruma işaret ediyor. Artık ne Birleşmiş Miletler kararlarının ne diğer uluslararası anlaşmaların ne sözleşme ya da hukukun bir kıymeti harbiyesi var. “İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü” gibi konularda vaaz vermeye devam eden bu güçler, on binlercesi çocuk, toplamda yüz binden fazla kişiyi katleden İsrail’in “kendini savunma hakkı var” laflarını tekrarlamaya devam ediyor.
Gazze’deki soykırım savaşını Lübnan’a taşıyan İsrail’e destek veren emperyalistler “İsrail’in kendini savunma hakkı” laflarını yine tekrarlıyorlar. Buna göre okulları, hastaneleri, konutları, ambulansları, itfaiyeyi, ibadet yerlerini ağırlığı bir tona yaklaşan bombalarla yerle bir etmek “kendini savunma hakkı” kapsamına giriyor. Bir günde 500 Lübnanlı sivili katleden, bin 700 kişiyi yaralayan, on binlerce kişinin yerini yurdunu terk etmesine neden olan İsrail, Hizbullah mevzilerini hedef aldığı yalanını tam bir utanmazlıkla dünyaya ilan ediyor. Savaş taburu gibi hareket eden medya tekelleri ve onların uzantıları ise utanmadan bu yalanları “haber” diye dünyaya yayıyor.
Emperyalist/kapitalist devletler tarihinde soykırım suçu ilk defa işlenmiyor. Ancak bunun alenen bir savaş yöntemi olarak kabul edilmesi, en gelişmiş teknoloji ürünü silahlarla kentlerin, kasabaların, köylerin, mülteci kamplarının, sivillerin sığındığı binaların aleni bir şekilde bombalanması; insanlığa karşı işlenen bu suçların dünyanın en büyük emperyalist gücü ve suç ortakları tarafından savunulması anlamına geliyor.
Siyonistler kapitalist/emperyalizmin barbarlığına ayna tutuyor
Birinci emperyalist paylaşım savaşından sonra İngiliz emperyalizminin eliyle Ortadoğu’nun kalbine saplanan Siyonizm’i hançeri, ikinci emperyalist paylaşım savaşından sonra ABD tarafından devralındı. ABD’nin bir uzvu gibi hareket eden Siyonist savaş aygıtı her tür kural, yasa ve hukukun üstünde durabilecek bir statüye kavuşturuldu. Bu aygıtın kanlı tarihi bir yana bir yıldır Gazze’de, son günlerde ise Lübnan’da yaptıkları ortada dururken, “arkanızdayız” açıklamalarının tekrarlanması, dünyaya verilen somut bir mesajdır: Emperyalist/Siyonist güçlere karşı direnenleri destekleyen halklar soykırıma maruz bırakılır.
İsrail’in yaptıklarının ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi emperyalistler tarafından “olağan” hatta “haklı” bulunması, sistemin “yeni normali” hakkında fikir veriyor. Bu ülkelerde faşist partilerin düzen siyasetinde giderek daha etkin bir rol oynayama başlaması, sistemin bir başka “normalini” yansıtıyor. Bunlar, “içeride faşizmi, dışarıda soykırımcı savaşları meşrulaştırma” döneminin yansımalarıdır.
Halkların direniş iradesini kıramıyorlar
Ne Filistin’de ne Lübnan’da ordular arası bir savaş var. Burada halkların işgale, ırkçılığa, vahşi zulüm ve zorbalığa karşı gelişen direnişleri var. Karşı tarafta ise emperyalistler tarafından desteklenen yasa, kural, değer, ahlak tanımaz, son teknoloji ürünü silahlarla donanmış bir ölüm ve yıkım aygıtı var. Yani güçler hiçbir şekilde birbiriyle kıyaslanamaz.
İsrail aynı anda ABD yapımı 50 F-16 savaş uçağı ile Güney Lübnan’ı bombalayabiliyor. Bu savaş aygıtına on binlerce ton bomba, on milyarlarca dolar akıtıldı, akıtılıyor. Karşısında ise toprakları işgal edilmiş Filistin halkı ve Gazze’deki soykırımın durdurulması için “Gazze’ye destek cephesi” açan Hizbullah hareketi ve ona destek veren ağırlığı Şiilerden oluşan Lübnan halkının bir kesimi var. Bu soykırım savaşlarında amaç direniş hareketlerini çökertmek ve direnişe destek veren halkların iradesini kırmaktır. O zaman Siyonist rejim toprak işgallerine ve etnik temizliğe devam edebilir, bölgede ABD emperyalizmine karşı direnenlere ağır bir darbe vurulabilirdi.
Soykırım savaşını dayatan emperyalist/Siyonist güçler için sorun bu noktada düğümleniyor. Zira ne askeri güçleri direniş hareketlerine diz çöktürebiliyor ne soykırımları halkları direnişe destek vermekten alıkoyabiliyor. Histeri tam bu noktada tavan yapıyor; emperyalist/Siyonist savaş makinaları halklara saldırarak ölüm saçıyor. Ancak tüm bunlar ne Gazze direnişine diz çöktürebiliyor ne Hizbullah’ın destek cephesini tahkim etmesine engel olabiliyor.
Hem direniş hareketleri hem onların dayanağı olan halklar, karşılarındaki düşmanın gücünü de barbarlığını da biliyorlar. Bazı istisnalar dışında Arap ya da Müslüman devletlerin Siyonistlerle işbirliğine devam ettiğini, Filistin halkından yanaymış gibi riyakar açıklamalar yapan AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın İsrail F-16’larına benzin taşıdığını da biliyorlar. Tüm bunlara rağmen işgale karşı direnmeye, soykırımcılar önünde diz çökmeyi reddetmeye devam ediyor, utanç verici bir teslimiyetin yükü altında yaşamaktansa ayakta direnerek ölmeyi tercih ediyorlar. Bu tutumlarıyla insanlığın emperyalist/Siyonist barbarlığa karşı direnişinin ön saflarında yer alıyor ve her tür dayanışma ve desteği hak ediyorlar.