Tüm dünyaya hızla yayılan koronavirüs salgını, sağlık sistemini tartışmaların odağına oturttu. Bu arada İtalya’nın salgın karşısında çaresizce çırpındığı, yanı başındaki AB’nin İtalya’nın yardım çığlıklarına kulaklarını kapamayı tercih ettiği günlerde Küba’nın Lombardiya bölgesine gönderdiği 53 kişilik doktor ve sağlık personeli tüm dünyada takdir toplamakla kalmadı, gözleri bu küçük ada ülkesine ve onun sağlık sistemine çevirdi.
Küba’nın ülke dışına doktor ve diğer sağlık personeli göndermesi, İtalya ile başlamadı. Küba devrimden 4 yıl sonra, yani 1963’ten başlayarak dünyanın değişik ülkelerine imkanları dahilinde hep tıbbi yardımda bulundu. Öncelikle Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yapılan bu yardımlar, özellikle deprem, sel baskınları ve salgın hastalıkların gündeme geldiği dönemlerde gerçekleşti. Mesela 2014’te batı Afrika ülkelerinde yaşanan Ebola salgınına karşı Kübalı doktorların hastalığa karşı verdikleri mücadele büyük takdir toplamıştı. Daha önceki ve sonraki salgınlarda hep tekrar edildi bu çaba.
Küba’nın dünyanın dört bir yanına gönderdiği doktor, sağlık çalışanı ve tıbbi yardımlar, kapitalist ülkelerinki gibi ne karşılıklı çıkar ve ne de bir gösteri amacı taşıyor. Küba için bu son derece doğal, insani, çıkarsız, enternasyonal dayanışmanın bir gereği olarak görülüyor. Devrimden bu yana, “tıbbi enternasyonalizm programının” gereği olarak Küba, dünyanın 164 ülkesine 600 binden fazla doktor ve diğer sağlık çalışanı gönderdi. Bu sayı tüm G8 ülkelerininkinden daha fazla. Başta Latin Amerika ve Afrika’dakiler olmak üzere halen 67 ülkede en az 30 bin sağlıkçı hizmet veriyor. Bu ülkelerden bazıları masrafları kendisi karşılarken, şimdilerde olduğu gibi, özellikle geri bırakılmış 22 ülkedeki masrafları Küba devleti karşılıyor. Sadece yardım etmekle kalmadı Küba, 2004’e kadar aralarında Etiyopya, Uganda, Gana, Gambiya, Haiti gibi ülkelerin olduğu dokuz ülkede tıp fakültelerinin kurulmasına da katkıda bulundu.
Korona salgınından dolayı dünyanın onlarca ülkesi Küba’dan yardım talebinde bulundu. Küba Sağlık Bakanı durumu şöyle ifade etti: “Küba birçok kez diğer ülkelere el uzattı. Ama bu kadar kısa sürede bu kadar fazlası hiç olmamıştı. Bunun bir örneği daha yok!”
Bugün pandemi dolayısıyla dünyanın 38 ayrı ülkesinde bin 600 Kübalı doktor ve sağlık personeli insanlığın hizmetinde görev yapıyor. Bunların yarıdan fazlası ise kadınlardan oluşuyor. Küba için bu yardımlar son derece insani, doğal ve dahası yaratılan devrimci bir geleneğin ürünüdürler. Geçmişte Fidel Castro, yaratılan bu geleneği şu özlü cümlelerle ifade ediyordu:
“Biz başka dünya halklarına bomba göndermiyoruz. Şehirlerini bombalamak için yüzlerce uçak da göndermiyoruz. Bizim nükleer, kimyasal, biyolojik silahlarımız yok. Bilim insanlarımızı ve doktorlarımızı hayat kurtarsınlar diye yetiştirdik. Doktorlarımız ve araştırma merkezleri bizim gururumuz. Onbinlerce Kübalı doktor dünyanın en uzak ve yaşaması zor bölgelerinde uluslararası hizmet verdiler. Biz dünyanın en uzak ve yaşanması zor bölgelerine ne amaçla olursa olsun asla saldırmayacağız. Ama biz dünyanın en uzak ve yaşanması zor bölgelerine doktorlar gönderebilir olacağız demiştim. Doktorlar, bombalar değil, doktorlar! Hedefini şaşırmayan akıllı bombalar değil. Çünkü insanları namertçe öldüren bombalar asla akıllı olamaz.”
Böyle bir ahlak ve felsefe ile donanmış bir ülke ve onun lideri Castro 2005 yılında “Henry Reeve Acil Tıp Tugayı”nı kurdu. Bu tugayda 179 doktor, 399 hemşire ve 15 sağlık teknolojisi uzmanı görev yapıyor. Doğal afetlere ve salgınlara hızla müdahale etmek amacıyla kurulan tugay, 19 yüzyılda birinci Küba bağımsızlık savaşına katılmış ABD doğumlu generalin adını taşıyor. Küba’nın bu tugaylarda görev alabilecek 95 bin doktor ve 84 bin hemşiresi bulunuyor.
Castro’nun “beyaz önlüklüler ordusu” olarak da tanımladığı Kübalı doktor ve sağlıkçılar, emperyalist orduların yaptığı gibi dünyanın dört bir yanına savaş, bomba ve ölüm değil, sağlık, dostluk ve dayanışmayı taşıyorlar. Bu başarı ve gurur tablosu, Küba sahsında sosyalizmin hanesine yazılıyor. Emperyalist basın tekellerinin sansürünü ve kara çalmalarını aşarak dünya halklarının daha çok gündemine giriyor.
Emperyalist odakların hizmetindeki satılık basın tekelleri, şimdiye kadar “dikta bir rejim” olarak damgalayıp, anti-komünist propagandanın malzemesi haline getirdikleri Küba’nın bu özellikleriyle öne çıkmasından ve konuşulmasından son derece rahatsızdırlar. Bu salgın ortamında ve Küba’nın yardım isteyen her ülkeye yetişmeye çalıştığı bir durumda bile onu karalamaktan vazgeçmiyorlar. Bunda, anti-komünizm konusunda sicilli olan Alman basını başı çekiyor. Küba’nın tıbbi yardımlarıyla ilgili vermek zorunda oldukları haberlerin hemen arkasına karalayıcı açıklamalar eklemekten vazgeçmiyorlar. Utanmadan Kübalı doktorların hapishaneyi andıran ülkeden kaçmak için yurtdışına gittiğini, yurtdışına giden doktorların gelirinin çoğuna devletin el koyduğunu, doktorların Küba’da sefalet içinde çalıştığını, doktorların gittikleri ülkelerden malzeme getirdiklerini, Küba’nın en önemli ihraç “maddesinin” doktor olduğunu vb. yazabiliyorlar.
Küba’nın başardığı ne bir sır ve ne de bir mucizedir kuşkusuz. Bunun için kapitalist ülkelerin yaptığını yapmamak yetiyor. Yani kârın, sömürünün, rekabetin ve hegemonyanın değil, insan sağlığının ve mutluluğunun esas alındığı bir sistem olmak… Küba, ambargo altında olan ve kaynakları son derece kıt bir ülkenin bile insan yaşamına değer verdiğinde neleri başarabileceğinin kanıtıdır. Sahip oldukları devasa kaynaklara rağmen emperyalistlerin başar(a)madığı da budur. Küba şahsında ortaya çıkan olgu, sosyalizmin insancıl niteliğiyle toplumsal sorunların çözüm adresi, kapitalizmin ise barbar yüzü ile bu sorunların kaynağı olduğu gerçeğidir. Düzen sahiplerinin uykularını kaçıran ve onları kara propaganda yapmaya iten asıl sebep de budur.