2009’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında “Yeşil Dalga” ayaklanmasından sonra İran’daki en büyük protestolar, 2017 ve 2019 yılları arasında yaşadı. Sokaklar İran halkının öfkesiyle yankılandı. Şimdi İran’da yüz binlerce insanın birikmiş öfkesi yeniden sokak ve meydanlarda yankılanıyor. Kadınların başlattığı isyan dalgası, genç bir Kürt kadının katledilmesinin ardından ülke geneline yayıldı. İslami rejime, kadınlara yönelik sistematik ayrımcılığa ve zorbalığa karşı tam bir öfke patlaması yaşandı. Yıllardan beridir zorunlu başörtüsüne karşı gerçekleşen protestolar, vahşice bastırılsa da kadınlar tekrar tekrar sokağa çıkmayı sürdürdü.
1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden sonra İran halkına, ama özellikle de kadınlara, toplumsal hayatın şeriat kurallarına göre düzenlenmesi dayatıldı. Hemen tüm toplumsal kesimlerin sosyal ve politik hakları kısıtlandı, özgürlükler gasp edildi. İslam Devrimi ile birlikte kadınlar için büyük hapishaneye dönüşen İran’da kadın direnişi, Molla rejiminin en büyük korkularından biri olmaya devam etti. Zira devrimden sonraki süreçten itibaren İslam Cumhuriyeti’nin temel hedeflerinden biri olan kadınlar, zorunlu başörtüsüne karşı büyük mücadeleler verdiler. Kadınlar için her şeyin neredeyse yasak olduğu İran’da Molla rejimi kadınların başlattığı toplumsal öfkeyle sarsılıyor. Kadınlar başörtülerini yakarak, saçlarını keserek “Kadın, yaşam, özgürlük!” sloganını haykırıyorlar. Kadınların ülkeyi ayağa kaldıran bu özgürlük çığlığı, dünyada da yankı buluyor.
Sokakları kadınlar tutuştursa da sokaklarda yalnızca kadınlar yok. Aşağılanan, horlanan, ezilen, özgürlükleri gasp edilen, açlığa ve sefalete mahkûm edilen, sosyal adalet ve eşitlik isteyen tüm toplumsal kesimler sokak ve alanlardadır. Katledilen Mahsa’nın ismi, toplumun farklı kesimleri için birleştirici bir “mücadele şifresi” oldu. Bir cinayetin ardından beklenmedik bir hız ve yaygınlıkla başlayan ve büyük halk hareketine dönüşen protestolar, başörtüsü üzerinde adeta “İran rejiminin ideolojik kalesine” yönelmiş ve bilinçli bir hedef olup-olmamaktan bağımsız olarak onu “yıkmayı” amaçlayan bir görünüm kazanmıştır. Hareket elbette ki örgütsüzdür, 40 yılını dolduran zorba Molla rejimin biriktirdiği kendiliğinden bir öfke patlamasıdır. Ama gelişim seyri ve yol açtığı sonuçlar bakımında derslerle doludur.
Birleştirici, ortak mücadele zemini…
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, yargıya, emniyete ve kolluk kuvvetlerine göstericilere karşı “daha kararlı”, yani daha acımasız davranma çağrısında bulundu. Duruma göre gerekirse kan banyosuyla bu isyanı bastırma kararlılığını gösterecek olan rejim, öte taraftan da etnik düşmanlıklarla hareketi bölüp bitirmeyi hedeflemektedir. Mahsa Amini’nin Kürt olması ve ayaklanmaların İran’ın Kürdistan kentlerinde başlaması, rejime etnik kimlik üzerinde kirli bir propaganda “imkânı” sağlamış oldu. Mahsa Amini’nin Kürt kimliği kullanılarak, aslında Kürtlerin Amini’yi bahane ettiği, esas amaçlarının ayrı bir devlet kurmak olduğu propaganda ediliyor. İran rejimi başka etnik gruplara da düşmanlık beslemekte ve bunu kışkırtmaktadır. Tarih boyunca da hep böyle oldu, şimdi yapılmakta olan da budur. Öte taraftan da “dış güçler”, “ABD ajanları” veya “terör örgütlerinin kışkırtmaları” propagandasıyla haklı ve meşru talepler üzerine yükselen halk hareketini gözden düşürmek istiyor. Dahası İran bayraklarıyla karşı gösteriler örgütleniyor. İran bayraklarının yakıldığı ve kutsallıklara hakaret ettikleri iddiasıyla “isyancılar” hedef gösteriliyor.
Oysa başörtüsü zorunluluğu ve şeriat kuralları sadece İran’daki Kürt kadınların değil, tüm İranlı kadınların temel sorunudur. Bu da eylemlerin hızlıca yayılmasının ortak nedenlerinden biridir. Kürt halkı ve kadınlarının ulusal ezilmişlik ve kölelik statüsünde tutulmasının Kürtlerde yarattığı öfke, eylemlere ayrı bir dinamizm katıyor olsa bile bu böyledir. Tüm kadınları kesen ortak eksenlerden biri, “İslami ahlaka uygun geyim kuralları” ve hayatın kadınlara zehir edilmesidir. Bugün yaşanmakta olan isyanın 40 yıllık Molla rejiminin kadına yönelik uygulamaları üzerinde alevlenmesi ve kadınların öncülüğünde gerçekleşmesi de bunu anlatıyor. Zira kurulduğu andan itibaren kadın düşmanı kimliğine sahip olan İslam Cumhuriyeti, kadınları ikinci cins bile görmeyerek onlara toplumsal yaşamın her alanında kölelik dayattı. Ahlak polisi ise bunu somutlayan temel bir baskı ve şiddet araçlarından biri oldu. Cinayeti, İslam Cumhuriyeti’ndeki cinsel kölelik sembollerinden biri olan ahlak polisi işledi ve öfke ilk elde ona yöneldi. Ancak isyana dönüşen öfke bunun ötesine geçti ve birleştirici oldu.
İran’da patlayan, bugünkü öfkeyi biriktiren baskı ve zorbalık, yokluk ve yoksunluk, ezilen ve sömürülen tüm toplumsal kesimlerin kaderidir. İranlı kadınlar tüm bunların beterini yaşıyor. Dolayısıyla İran’da kadınların talepleriyle geniş emekçi kitlelerin taleplerini buluşturan koşullar fazlasıyla ortaktır. Mahsa Amini cinayeti bunu göstermiş bulunuyor. Kadınların öncülüğünde başlayan halk direnişi, İran emekçilerini birleştiren bir rol oynadı. Aşırı petrol fiyatları, yüksek enflasyon, ağır sömürü, işsizlik ve yoksulluk, artan hayat pahalılığı, Molla rejiminin zorbalığı, şeriat kanunları, özgürlüklerden yoksunluk vb. faktörler, İranlı işçi, emekçi, kadın ve gençlerin harekete geçmesinin ortak zeminidir. Kadınlar harekete geçtiğinde işçilerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin mücadele çağrısı yaparak direnişe katılmaları, esnafın kepenk kapatması, farklı etnik kökenden azınlıkların kol kola girmesi, rejimin korkusunu büyüten bir faktör oldu. Kadın sorunuyla başlayan ama onu aşarak, sosyal, siyasal ve ekonomik talepleri kapsayan halk direnişi, iş, ekmek, adalet, cinsiyet eşitliği, laiklik ve özgürlük istiyor.
Kapitalist İslam Cumhuriyeti ekonomi başta olmak üzere krizler sarmalı ile boğuşuyor. Bunun sonucu olarak sosyal sorunlar ağırlaşıyor, siyasal gerilimler büyüyor ve toplumsal patlama dinamikleri dipten dibe mayalanıyordu. Mahsa Amini’nin katledilmesi, öfkeyi taşıran damla oldu. Tüm toplumsal kesimleri birleştiren-ortaklaştıran bir kıvılcıma dönüştü. Kadın meselesinin işçi meselesinden ayrı olmadığı, cinsel ezilmişlik ve kölelik ile sınıfsal ezilmişlik ve köleliğin temel kaynağının kapitalist İslam cumhuriyeti olduğu görülmüş oldu. Dolayısıyla İran’da kadınların talepleriyle işçi sınıfı ve emekçilerin geniş kesimlerinin taleplerini buluşturan koşullar aynıdır.
İşçi grevlerinin kadınlar tarafından, kadın mücadelesinin de işçiler tarafından desteklenip ortaklaştırılması da bunun göstergesidir. Yaşam koşulları daha da kötüleşeceğine, yoksullaşma büyüyerek devam edeceğine, siyasal baskılar ve devlet terörü daha da tırmandırılacağına, toplumsal huzursuzluklar daha da büyüyeceğine göre İslam Cumhuriyeti’nin sonunun habercisi olabilecek gelişmeler muhtemelen hızlanacaktır. Bunun, emek hareketi ile kadın hareketinin örgütlü birleşmesine evirilmesi durumunda ise rejimin kâbusu gerçekleşmiş olacak. Dolayısıyla kendisini çıkmaz bir sokağa sokan Molla rejiminin önünde, şiddeti tırmandırmaktan başka bir yol görünmüyor. Onun hükmünün nereye kadar olacağını ise işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin mücadele kararlılığı ve inisiyatifi gösterecektir.