Kapitalizmin hegemonyasındaki dünya karanlık günlerden geçiyor. Yalnızca son haftaların haber başlıkları bile mevcut dünyanın bir kıyamete sürüklendiğine ilişkin birbirini takip eden verilerle yüklü. Tam da bu noktada toplanan dünyanın en “gelişmiş”, yani emperyalist çağın en güçlü 7 ülkesinin liderleri zirvesi, sistemin bu sonuca alternatif üretmek iddiasını tümden yitirdiğinin ve kötü gidişatın devam edeceğinin ilanıydı.
2014’e kadar bileşeni olan Rusya’nın ve gittikçe zirve bileşeni adayı olan Çin’in gölgesinde, ayrıca Ortadoğu gündemlerinin göz ardı edilemez temel başlık olduğu bir dönemde toplanan G7 zirvesinde emperyalist şefler, yarattıkları sorunların üstesinden gelme çabasından başka bir şey konuşamadılar. Genel olarak varılan noktaysa emperyalistler adına son durumun verilerini daha derli toplu sunmak oldu. Bu yanıyla Fransa’da gerçekleştirilen zirvenin en somut sonucu, emperyalistler payına yeni dönemin açmazlarının sürdüğünü göstermesidir.
Emperyalist-kapitalist sistem açmazlar içindedir ve gelinen yerde politika geliştirmekte zorlanmaktadır. G7’deki emperyalistlerin, toplandıkları masada yer almayan Rusya’yı ve Çin’i hesap etmek zorunda kalmaları, İran’ın bile bir basıncının olması şaşırtıcı değil. Zira artık emperyalistlerin altın çağı kapanıyor. Zirve esasen buna dair bir itiraf sunmasa da kapitalist dünyanın deyimiyle “atılgan” davranılamadığını, emperyalist şeflerin temkinli bir denge dönemi kurmaya çalıştığını gösteriyor. Geçen yıl Trump’ın temsil ettiği Amerikan emperyalizminin ortak açıklamadan çekilmesiyle başlayan derin uyuşmazlık sürerken denge kuramıyorlar.
Zirvenin sonunda açıklanan, ticaret savaşları konusunda Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nü (OECD) baz alan ve ona misyon yükleyen mantığın altında da bu var. Ticaret savaşlarının gittiği uçurumun farkında olan Avrupalı emperyalistler zaten zirve öncesi açıklamalarla bu konuda bir kararın çıkış sinyalini vermişlerdi. ABD ile karşılıklı kozların paylaşıldığı bu kirli pazarlık masasından böyle bir “uzlaşma” görüntüsü çıktıysa bu konuda Trump’ın başka tavizler kazandığı öngörülebilir. Ortak bir taktik ve tutum geliştiremedikleri için yüzeysel bir mesajla görüntüyü kurtarma peşinde olan emperyalistler sanki tarihsel görevi bu değilmiş gibi OECD’yi işaret etti.
Burada sistemin araçlarının da iflas etmeye başladığı görülüyor. Ne kurumları ne de politikaları başarılı olabilenler, şimdi yeni icat edilmiş gibi eski kurumları canlandırmaktan, yeni misyon adıyla revize etmekten bahsediyorlar. Fakat emperyalistler arası kızışan pazar kavgasında vergiler üzerinden ortaya çıkan karşılıklı saldırganlıklar OECD eliyle aşılamaz. Sonuçta OECD’nin gelecek yıl içerisinde uluslararası vergi hususunda çözüm bulacağına dair temenni ya içi boş bir hayal ya da görüntüde bir uzlaşı yalanıdır. Daha zirve sürerken Trump’ın açıkladığı Çin’in vergi dilimlerini yükseltme adımı bu anlaşmanın kofluğunu göstermiştir. Trump’ın attığı bu adım zirve öncesi açıklamalara bir yanıttı ve Amerikan emperyalizminin sürece dair tavrını gösteriyordu. Daha agesifleşme hedefi olan ABD her ne kadar suni bir geri pozisyona kaydıysa da bunda G7’nin kapalı kapılar ardındaki kirli planları etkili olmuştur. Sonuçta 7’li zirvenin ABD üzerinde de basınç yarattığı görülüyor. Trump’ın ilk gün ve son gün arasındaki tavrı bu açıdan kişisel bir tutarsızlık değil, kendi burjuvazisinin yönelimi ve genel emperyalistlerin tutumu arasındaki uzlaşma sonucudur. İran görüşmesi de bu noktadaki diğer bir veridir. İran’la tek taraflı anlaşmadan çekilen ABD zirve sonunda tekrar görüşmelerin başlayacağını açıkladı.
Fransa burjuvazisi ise G7’ye ev sahipliğinin “hakkını” vererek zirvenin politik belirleyiciliğini üstlendi. Macron’un İran buluşmasını G7’ye denk getirmesi tesadüf değil. Amerikan emperyalizmi karşısında Ortadoğu üzerine söz söyleme niyetini açık eden Fransız burjuvazisi, Libya konusunda olduğu gibi, yansıyan açıklamalara göre İran için de istediğini aldı. Trump’ın son gün İran’la anlaşma için görüşülebileceğini açıklaması, İran’da rejim değişikliğini istemediklerini sözde de olsa ifade etmesi bu anlaşmanın ilk yansımasıdır. Sonuçta son süreçte İran karşıtı ambargo ve tehdidi tırmandıran emperyalistlerin hamleleri bu noktadan dahi uzak kalma yönündeydi. Diğer yandan el konulan tankerler ve düşürülen İHA üzerinden gelişen refleksler vardı. Böyle bir dönemde İran üzerinde baskının arttırılmasını isteyen ABD karşısında Fransa öncülüğünde bir karşıtlık çıktığı görülüyor.
İngiltere’de Brexit sonrası dönemin yeni başbakanı zirve görüntüleriyle Trumpvari bir mesaj peşindeydi. Macron karşısında ayak uzatan Boris Johnson esasında Trump gibi bir politik düzlemin eseri. Bu yanıyla İngiltere’nin yeni dönem sermaye temsilcileri de yaklaşımlarını ortaya koymuş oldular. Emperyalistler, metropollerindeki tedirginliği, şov yapan, yalana dayalı siyaset yürüten şarlatanların temsil ettiği baskı mekanizmaları ve yönetim taktikleri ile geçiştirmeye çalışıyorlar. Avrupa ordusu ve polisi adımlarını atanlar, dolaylı işgal ve saldırganlıklarıyla ezilen halkların katilleri olanlar, zirvede ikiyüzlülükte sınır tanımayarak, “Libya’da kalıcı ateşkesi desteklediği” iddiasıyla Birleşmiş Milletler (BM) ve Afrika Birliği üzerinden sürece yön vermeye çalışıyorlar. G7 ülkelerinde de sıkça tanık olduğumuz polis terörünü görmezden gelen bu ikiyüzlü çete, bildirgesinde, “G7, 1984’te imzalanan Çin-İngiltere Ortak Deklarasyonu’nun önemini ifade ediyor ve şiddetten vazgeçilmesi çağrısında bulunuyor” diyor. Aslında bu mesajlar hukuk önünde masum ancak gerçek yaşamda bir tehdit ve tutumu ifade ediyor. Zira emperyalistlerin asıl mesajı, kendileri dünyanın dört bir yanında emperyalist çıkarlar pahasına her türlü savaş ve baskıyı uygularken, emperyalizmin aleyhine olanlara karşı tutum geliştirmektir.
G7’nin yüzünü şekillendiren bu isimler ve zirveden çıkan kararlar ışığında gelişmişlik konusunda herhangi bir iddia ya da pratik görülmezken, karşımızda duran, iflasın eşiğindeki bir sistemin zaman kazanma uğraşlarıdır. Emperyalistler artık en güçlü merkez ülkelerden başlayarak sıkışma içinde ve bunun en açık görüldüğü yerler de bu zirveler. Zira zirvelerde sistemin kusursuz işleyişine dayalı hedef büyütme cüreti gösteren tek bir ülke yok. Askeri ya da ticari savaş ve ambargo dışında kullanabilecekleri bir politikaları da yok. Bunun için zirveler dönüp dolaşıp aynı kısırlıkta tamamlanıyor.
Sorumluluk işçi ve emekçilerde, devrimci öznelerde!
Elbette emperyalistlerden beklentisi olmayanlar için bu zirvelerden yansıyan, sadece kirli anlaşmaların su yüzüne vurmuş pisliğidir. Bu zirvelerin, dünya işçi sınıfına ve ezilen halklarına daha fazla baskı ve sömürü getirmek, dünyanın yok oluşunu doğa talanıyla hızlandırmak dışında bir karar alamayacağını biliyoruz. Burada bu verilerin sıralanmasının asıl amacı emperyalist sistemin “gücünü” tanımlamaktır. En gelişmişleri iflas eşiğinde olan bir sistemin temsilcileri insanlığa ne vaat edebilir ki? Burada bir örnek olarak G7 gündemlerinden Amazon yangınlarına bakılması konuyu daha net yansıtacaktır. Brezilya’daki Amazon Ormanları’nda Türkiye büyüklüğünde bir bölüm yandı ve yangın haftalardır söndürül(e)medi. Ve G7’de dünyanın ciğerleri denen bir alanındaki böylesi bir felaketle ilgili çıkan karar ise Brezilya hükümetine yangın söndürme çalışmaları için 22 milyon avro fon ayrılması şeklindeydi! Dünyanın en zengin 7 ülkesi, dilenciye verilen sadaka gibi bir rakamla sadece görüntüde bir şey yapan “büyük devlet” makyajı peşindedir. Küresel ısınma ve doğa talanının en önemli sorumlularını toplayan masadaki bu kararın başka bir izahı yoktur.
Maalesef burada sorumluluk bu yanıyla sınıf ve kitle hareketlerindedir, öncülük iddiasındaki devrimci politik öznelerdedir. Somut olarak zirve sürecinden de görülebileceği gibi sistem kadar karşıtları da bugün zayıftır. Anti-emperyalist kamp adına zirve karşıtı eylemlilik de politik platform kadar sınırlı kaldı. Aylar öncesinden Sarı Yelekliler içerisinde bile çağrıları olmasına karşın ciddi bir örgütlenme ve eylemlilik gerçekleştirilemedi. Zirve karşıtı eylem, yapılanları teşhir eden protesto sınırında kaldı. Yine de Avrupa için tatil dönemi olan bir zaman diliminde birçok bölgeden gelişlerle binlerce kişinin katıldığı protestolar olması, polis terörüne karşın militan refleksler ortaya konması anlamlıdır. Ancak bu sistemin en zayıf haliyle karşımızda sallandığı bir zaman için yeterli olamaz.
Salt sistem karşıtlığı tanımını aşan, emperyalist-kapitalist dünyaya meydan okuyarak alternatif bir dünya örme iddiası bugün en yakıcı görevdir. Enternasyonalist bir mücadelenin ihtiyacı G7 üzerinden tekrar görünür hale gelmektedir. Sınıf ve emekçi kitle hareketi emperyalistlere huzur bırakmayan bir devrimci dinamizm yaratmadan, doğa tahribatına karşı direniş sınırlarını aşıp dünyayı kurtarma gücüne dönüşmeden, sosyalizmin ayakları yere basan bir alternatif olduğunu göstermeden, iflas eşiğine de gelse sistemin yıkılmasını beklemek gerçekçi değildir. Bugün bu zirvelerin eşitsizliğin, sermaye tekellerinin ve savaş baronlarının merkezi karar ayakları arasında olduğu açıktır. Öyleyse bize düşen, bizzat bu zirvelerin fiziki kentlerini de içine alarak işçi sınıfının kavga bayrağını örgütlü bir şekilde yükseltmektir.