Almanya’ya ait bir savaş ve bir ikmal gemisi Tayvan Boğazı önlerinde bekleyişte.
ABD’nin Pasifik'teki 7. Filosu’na ait “Arleigh Burke” sınıfı güdümlü füze taşıyan USS Johnson muhribinin üç gün önce 'Tayvan Boğazı'nı geçtiği açıklandı.
Çin teyakkuzda
Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Doğu Cephesi Komutanlığı Sözcüsü Albay Li Şi, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“ABD savaş gemisi seyri boyunca Çin Deniz ve Hava Kuvvetlerince takibe alındı. Geçişi baştan sona izlendi. Birlikler daima teyakkuzda kalarak ulusal egemenlik ve güvenliğin yanı sıra bölgesel barış ve istikrarı da karalılıkla koruyacaktır."
ABD’nin yanı sıra Almanya da son dönemlerde Güney Çin Denizi ve Kore Yarımadası'nda militarist adımlarla uluslararası sahnede “ben de varım” demeye başladı.
Alman Donanması'na ait "Baden-Württemberg" firkateyni ile "Frankfurt am Main" görev gücü ikmal gemisinin ağustos ortalarından buyana Tayvan boğazı önlerinde “geçiş emri” beklemesi, Almanya'nın küresel düzeydeki saldırgan militarist çabalarının somut bir göstergesidir.
ABD ile birlikte Almanya'nın uluslararası düzeyde sergilemeye başladığı saldırganlık “hayra alamet” değil.
ABD Almanya’yı Çin’e karşı kullanarak, Çin’in “durdurulamaz ilerleyişini” dengelemeyi amaçlarken, Almanya ise ABD üzerinden küresel sömürü ve talandan aldığı “payı” garantileme, mümkünse arttırma hesapları yapıyor. Diğer bir deyişle bu hamleler, jeopolitik hedeflerin ekonomik çıkarlarla iç içe geçtiği bir stratejinin parçası olarak görülmelidir.
ABD'nin bölgede artan askeri varlığı ve Çin'e karşı izlediği saldırgan strateji, Almanya'yı kendi çıkarlarını koruma adına bu politikaları desteklemeye itiyor.
Bu nedenle, Almanya'nın Tayvan Boğazı'ndan geçme kararı, ABD ile olan stratejik ortaklığını “güçlendirme arzusu” taşısa da bu adım Çin ile olan ekonomik bağlarını zayıflatma riski de taşıyor. ABD’nin amacı da zaten bu.
Almanya buna ne kadar hazır, tartışmalı bir konu. ABD'nin Asya-Pasifik bölgesindeki hegamonik politikalarıyla uyumlu hareket etmek, Almanya’nın ekonomisinin daha da zayıflamasına, yoksulluğun kitleselleşmesine yol açabilir.
İki arada bir derede kalan Almanya, bir taraftan ABD ile Çin’e karşı bir cephede, diğer taraftan Çin ile ekonomik ilişkilerin bozulmaması için başka bir cephede durumu idare etmekten yana. Şimdilik…
Almanya bir süredir Çin ile olası iplerin kopması halinde, şimdiden kendince önlemler almaya çalışıyor.
Berlin, stratejik konuma sahip yatırımları teşvik ederek teknolojik bağımlılığını azaltma yoluna gitmeye çalışıyor. Federal Hükümet, Tayvan merkezli TSMC gibi şirketlere sağlanan milyarlarca dolarlık sübvansiyonlarla, yarı iletken üretiminde kendine bir yer edinmek istiyor.
Dresden'de inşa edilecek yeni fabrika ile Almanya Çin'den bağımsız bir teknoloji üretimi gerçekleştirmeyi hedefliyor. Böylece tedarik zincirlerini güçlendirebileceğini var sayıyor.
Ancak bu tür adımlar, ülkenin en büyük ticaret ortağı olan Çin'e olan bağımlılığı azaltmak için yeterli olacak mı? Orası halen belirsiz görünüyor.
Almanya'nın bu ekonomik ve askeri politikaları, ülkenin gelecekteki stratejik yönelimini belirleyecek önemli adımlara işaret ediyor.
Ancak, Almanya'nın Çin'e karşı “daha bağımsız” bir duruş sergileme çabası, kendi sanayi ve ekonomik yapısında derin etkiler yaratabilir ve onu ABD’ye daha bağımlı hale getirebilir. ABD’ye ödenecek fatura da kuşkusuz Çin’inkinden daha ağır olacaktır. Hele de ABD’nin saldırganlık ve savaş politikasına tam angaje olursa…
“Gemiyi alan Tayvan boğazını geçmiş” olsa da boğazın önlerinde hala “geçiş emiri” bekliyor oluşu, Almanya'nın askeri ve ekonomik politikalarının doğuracağı sonuçların, küresel güç dengelerindeki değişimlere bağlı olarak şekilleneceğine işaret ediyor.
Almanya'nın bu yeni jeopolitik yönelimi, şimdiden yalnızca uluslararası arenada değil, iç politikada da ciddi sonuçlar doğuruyor.
Silahlanma ve yarı iletken yatırımlarına yönelik “cömert” sübvansiyonlar, sosyal harcamalarda kesintilere neden olurken, militarizme yönelişin yaratacağı yükler içerde yoksullaşmanın dada da yayılmasına ve polis devleti uygulamalarının artmasına neden olacak.
Berlin’in bu stratejik tercihleri, Alman sermaye devletinin içerde ve dışarda asker postallarının sesine aşina olunmasına giden yolu gösteriyor.
Almanya'nın askeri ve ekonomik politikalarının gelecekte nasıl bir etki yaratacağı, küresel güç dengelerindeki değişimlerle yakından ilişkili olacaktır.