Almanya başbakanı Olaf Scholz, hükümet ortağı ve aynı zamanda Maliye Bakanı olan FDP Genel Başkanı Christian Lindner’i görevden aldı. Ardından FDP tüm bakanlarını hükümetten geri çekti ve koalisyon fiilen dağılmış oldu. Bu “beklenmedik” gelişme büyük bir şok etkisi yarattı.
Erken seçim ihtimali gündemin merkezine otururken, hükümetin bundan sonraki süreci nasıl yöneteceği de merak konusu.
Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) arasında kurulan ve “Trafik Işığı Koalisyonu” olarak anılan üç partili hükümet, FDP’nin hükümetten çekilmesiyle sona erdi.
FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner’in görevden alınmasıyla başlayan kriz, partinin tüm bakanlarını hükümetten çekme kararıyla derinleşti.
FDP Milletvekili Christian Dürr, hükümetten çekilme kararını kamuoyuna duyururken, koalisyonun ekonomik ve sosyal politikalarda derin anlaşmazlıklar yaşadığına dikkat çekti.
Başbakan Scholz’dan sert eleştiriler
Başbakan Olaf Scholz, Maliye Bakanı Lindner’in yasama süreçlerini tıkayarak “dar görüşlü” hareket ettiğini öne sürdü.
Scholz’a göre enerji maliyetleri, otomotiv sanayisinin desteklenmesi ve Ukrayna’ya yardım gibi kritik konularda FDP ile uzlaşmaya varılamıyordu.
Scholz, Lindner’in ülkenin çıkarlarını hiçe sayarak “demokrasiye zarar verdiğini” savundu, FDP’nin taleplerinin “toplumsal kesimler üzerinde derin etkiler yaratacak ve demokrasiye zarar verecek boyutta olduğunu” öne sürdü.
Başbakan Scholz, “hükümetin ortak idealler çerçevesinde ilerlemesi gerektiğini” vurgularken, Lindner’in geri adım atmaması nedeniyle koalisyonun sürdürülemez hale geldiğini söyledi.
Görevden alınan Lindner ise Başbakan Scholz’u “anayasadaki borç frenini askıya almaya zorlamakla” suçladı. Lindner, bu talebin “anayasayı ihlal” anlamına geleceğini öne sürerek, FDP olarak bu durumu kabul edemeyeceklerini ifade etti.
FDP, koalisyonun artık sürdürülemez olduğunu vurgulayarak erken seçim çağrısında bulundu. Ancak Scholz, bu çağrıyı reddederek Almanya’nın istikrarını bozacak ani değişimlerden kaçınılması gerektiğini savundu.
Lindner, ayrıca Scholz’un ekonomi ve enerji politikalarındaki yetersizliklerini eleştirerek, Almanya’nın yeni bir “büyüme ve refah dönemine” ihtiyaç duyduğunu, SPD ve Yeşiller’in bu yöndeki önerilere bile açık olmadığını iddia etti.
Hükümetin son dönemde kamuoyunda olumsuz bir izlenim yarattığını itiraf eden Yeşiller Partisi’nden Ekonomi Bakanı Robert Habeck, Almanya’nın Ukrayna’daki “barış mücadelesine” katkıda bulunması gerektiğini belirtirken, FDP’nin bu sürece katkı sunamadığını söyledi.
Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise, FDP’nin çekilmesini “Almanya ve Avrupa için olumsuz bir gün” olarak değerlendirdi.
Muhalefetteki Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Markus Söder, derhal güven oylaması yapılması çağrısında bulundu. Söder, mevcut hükümetin ülkenin istikrarını sağlayamadığını belirterek “hızlı bir şekilde yeni bir seçim ve yeni bir hükümet” gerektiğini söyledi.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ise siyasi kriz için “dünyanın sonu değil” yorumunda bulunarak, “demokrasinin güçlü olduğunu ve koalisyonun sona ermesinin bu gücü zayıflatamayacağını” iddia etti.
Krizi derinleştiren dinamikler
Almanya’daki kriz, Ukrayna savaşının ve savaş ekonomisinin emekçiler üzerindeki ağır yüküne koalisyon partilerinin kendi iç çelişkilerinin eklenmesiyle daha da karmaşık bir hal aldı. FDP’nin mali politikalar konusundaki "katı" tutumu, 2025 bütçesi ve "ekonomik büyüme" paketi gibi konularda SPD ve Yeşiller ile çelişkiler yaşanmasına yol açarken, Scholz hükümetinin enerji ve iklim politikaları konusundaki görüş ayrılıkları da bu krizi derinleştirdi. FDP, "borç freni" ve vergi yükünü azaltma konularında sert bir tavır sergilerken, SPD’nin "sosyal güvenliği" önceleyen politikaları ve Yeşiller’in "ekolojik öncelikleri" koalisyon bileşenlerinin uzlaşmasını zorlaştırdığı savunuluyor.
Her ne kadar taraflar bu anlaşmazlıkları öne çıkarsa da esasen her partinin kendi seçmen tabanını ürkütmeden sermayenin çıkarlarına hizmet etmeye devam ettiği geniş işçi ve emekçi kitleler tarafından görülüyor ki, koalisyon ortaklarının seçmen desteği irtifa kaybediyor.
Anketler, FDP’nin seçim barajının altına düştüğünü, SPD ile Yeşiller’in seçmen desteğinin gerilediğini gösteriyor.
Kamu televizyon kanalı ZDF’nin 18 Ekim’de yaptırdığı bir ankete göre, muhalefetteki CDU/CSU yüzde 33 ile en fazla desteğe sahipken, “anayasaya aykırılığı” nedeniyle kapatılması bile tartışılan aşırı sağcı faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisi yüzde 18 destekle ikinci sırada görünüyor.
Onu yüzde 16 ile üçüncü sıraya gerileyen SPD izliyor. Yeşiller ise yüzde 12 oy oranıyla düşüşte. Eriyen FDP (yüzde beşlik) barajın altına düşerek yüzde 3’e gerilemiş görünüyor. Hükümet krizi sonrası koalisyon ortağı her üç partinin de daha fazla düşüş yaşadığı belirtiliyor.
Bu sonuçlar, seçmenin mevcut koalisyon hükümetine güvenmediğini ve çözüm arayışında olduğunu gösterse de aslında önemli bir kesimin hiçbir partiye güveninin kalmadığına işaret ediyor.
Almanya’da düzen siyasetinin krizlerin yükünü işçi-emekçilere yıkmakta birbiriyle yarıştığı, krizleri yönetmekte zorlandığı ve emekçi sınıfların ekonomik kaygılarına bir nebze olsun çözüm bulamadığı bir döneme tanık oluyoruz.
Savaş ekonomisinin yarattığı toplumsal çelişkiler, yokluk-yoksulluk, sosyal hakların budanması, özgürlük alanlarının daraltılması, özetle sermaye yanlısı politikalar bugün Almanya’da kendini hükümet krizi olarak dışa vuruyor.
Friedrich Engels’in, “Her toplum, sınıf ilişkilerinin çelişkisinden doğan krizlerle yüzleşir” sözü, Almanya’nın mevcut krizinin, sınıf çelişkilerinin ve ekonomik çöküş korkularının dışavurumunu anlamak açısından önem taşıyor.