Almanya’da kamu işyerlerinde çalışan yaklaşık 2,5 milyon kişiyi ilgilendiren toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinin ikinci turunda da sonuç çıkmaması üzerine, 27 Mart günü, Birleşik Hizmet Sendikası (Ver.di) ile Demiryolları ve Ulaşım Sendikası’nın (EVG) ortak çağrısıyla bir kez daha uyarı grevine gidildi.
Bu seferki grev hem kapsam hem nitelik ve hem de etki bakımından önceki grevlerden oldukça farklı oldu. Ver.di’nin daha önce tek başına gittiği uyarı grevlerinde, en fazla iki eyalet eş zamanlı greve gidiyordu. Dahası grev genellikle bir iki sektörden ibaret tutuluyordu.
Oysa dünkü grevi Ver.di ve EVG birlikte örgütlediler. Dahası Almanya’nın en büyük ve en önemli eyaletlerinde eş zamanlı gündeme getirildi. Bu birleşik grevin ulaşım (demiryolları, hava, deniz) gibi son derece stratejik bir sektörde gündeme gelmiş olması onun etki ve önemini ayrıca arttırdı. Ulaşımın dışında çocuk yuvaları da greve gittiler.
Esasında Ver.di ve EVG ayrı ayrı toplu sözleşme görüşmeleri yürütüyorlar. Ver.di, kamu işyerlerinde çalışan 2,5 milyon emekçi adına, maaşlara bir yıllığına, en az 500 euro olmak üzere, %10,5 zam talep ediyor. EVG ise, 230.000 çalışan adına, yine bir yıllığına maaşlara en az 650 euro olmak üzere, %12 zam talep ediyor. Buna rağmen iki sendikanın güçlerini bileştirmesi son derece anlamlıdır.
Nihayetinde bugün tüm Almanya’da demir, hava ve deniz ulaşımı büyük oranda durdu. Greve katılım yüksek ve oldukça etkili oldu. Başta en büyük havaalanı olan Frankfurt olmak üzere Münih, Düsseldorf, Hamburg, Stuttgart, Köln/Bonn, Leipzig/Halle, Dortmund ve Dresden gibi dokuz havaalanındaki tüm uçuşlar iptal edildi. Münih havaalanında ise grev dünden başladı. Yani burada diğerlerinden farklı olarak iki günlük greve gidildi.
Almanya’nın toplamında 16 eyaleti var. Greve tüm eyaletler katılmadı. Bu açıdan tam anlamıyla bir “genel grev” olduğu söylenemez. Fakat Hessen, NRW, Baden-Württemberg, Rheinlan-Pfalz, Bayern, Sachsen ve Niedersachsen gibi, Almanya’nın en kalabalık, en büyük ve ekonomide en önemli yer tutan eyaletlerinde greve gidilmiş olması tüm ülke grevdeymiş gibi bir etki yarattı. Ülkenin bu en önemli yedi eyaletinde şehir içi ulaşım (U-Bahn, otobüs, tramvay), bölgesel ve şehirler arası tren seferleri, yük trenleri vs. tamamen durdu.
Greve başta Hamburg olmak üzere, limanlar ve ırmak taşımacılığı yapan gemilerin de katılması, tedarik zincirinde ciddi aksamalara yol açtı. Başta otoban tünellerinde çalışanların da greve katılacağı duyurulmuştu. Eğer tünel çalışanları da greve gitseydi, özel otolar da dahil kara taşımacılığı da büyük oranda felç olacaktı. Fakat sermaye cephesi bunun önüne geçmek için canhıraş bir çaba içerisine girdi. Mahkemelerin de yardımıyla ve “acil durum hizmeti” adı altında, en kritik noktadakilerin çalışması sağlandı. Buna rağmen, toplu ulaşımı kullanamayan çalışanların, özel arabalarla işe gitme çabası karayollarında da ciddi tıkanmalara ve aksamalara yol açtı.
Ayrıca hükümet grevin etkisini sınırlamak için, yük kamyonlarının trafiğe çıkma saatlerinde kimi esnemeler yaptı.
Nihayetinde dün Almanya’da uzun on yılların ardından bir ilk gerçekleşti. İki önemli sendika güçlerini birleştirerek, ulaşım gibi önemli bir sektörde, ülkenin tamamına denk düşen, yedi önemli eyalette eş zamanlı olarak greve gittiler. Kelimenin tam anlamıyla olmasa bile, bir nevi “genel grev” provası yaptılar. Bu türden bir grev, en son 1992’de, daha uzun süreli olarak gerçekleşmişti. Ondan bu yana, 31 yıl sonra ilk defa gerçekleşiyor. Bu işçi ve emekçiler adına önemli bir kazanım ve moral olmuştur. İşçi sınıfı tüm sendikaların bir arada greve gitmesi durumunda ortaya çıkacak kuvvetin farkına daha çok varmıştır. Kamu işyerlerindeki TİS görüşmelerinin 3. tur görüşmelerine, 27 Mart’tan itibaren Berlin Postdam’da devam edilecek.
Emekçiler alanlarda da taleplerini haykırdılar
Ülke çapında milyonlarca emekçi, sadece greve gitmekle kalmadı, aynı zamanda sokaklara da çıkarak taleplerini haykırdı. Ver.di ve EVG öncülüğünde kent merkezlerinde, tren istasyonlarında, havaalanlarında ve limanlarda düzenlenen gösterilere binlerce emekçi katıldı. Fakat bir önceki uyarı grevinde yapılan gösterilere kıyasla bu sefer daha az emekçinin alanlara çıktığı gözlendi. Bunda ulaşımdaki aksamalar, mesai günü olmasından dolayı çok sayıda emekçinin erken saatlerde işyerine gelip imza attıktan sonra geri gitmesi ve göçmen ağırlıklı işyerlerinde Ramazan ayı olması gibi etkenler rol oynadı.
Miting ve gösterilerde sendika temsilcileri yaptıkları konuşmalarda, ileri sürdükleri taleplerin son derece “makul” olmasına rağmen, işveren konumunda olan hükümetin, adeta kendileriyle alay edercesine, taleplerinin yarısını bile karşılamaya yanaşmadığını ifade ettiler. Ayrıca EVG başkanının, son dönemlerde aldatıcı bir taktik olarak gündeme getirilen tek seferlik ödemelerin, emekçiler için bir “ağrı kesici”den öte bir anlamı olmadığını, fiyatların her gün yükseldiği bir yerde bunun emekçilerin derdine deva olamayacağını ifade etmesi ayrıca önemlidir.
Taban baskısı sendikaları harekete geçiriyor
Almanya’da genelde TİS dönemlerinde yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı sendikalar greve giderler. Fakat bu yıl yaşanan grevler hem kapsam ve hem de nitelik bakımından her zamankinden farklı oldu. Bu fark hiç kuşkusuz sermaye düzeninin önemli bir parçası olan sendika bürokrasisinin tutum değiştirmesinden gelmiyor. Sendika bürokrasisinin bildiğimiz rol ve işlevinde bir değişiklik yok. Burada farkı yaratan, içerisinde bulunduğumuz tarihsel dönem ile bağlantılı olarak sermayenin yaklaşımı ve emekçilerin buna bağlı olarak değişen tavrıdır. Emekçiler son yıllarda, özellikle de pandemiden bu yana çok ciddi hak gasplarına uğradılar. Pandemi bahanesiyle imzalanan “olağanüstü durum sözleşmeleriyle” emekçilere en az iki yıl sıfır sözleşme dayatıldı. Daha bu tam atlatılmadan bu kez gündeme gelen Ukrayna savaşı, hayat pahalılığını görülmemiş derecede arttırdı. Emekçiler ciddi geçim sıkıntısıyla karşı karşıya kaldılar. Birçok insan geçinebilmek için ek işlerde çalışmak zorunda kalıyor. İş yaşamı daha ağır ve daha esnek hale getiriliyor vb.
Greve gidilen sektörlerdeki emekçilerin önemli bir kesimi asgari ve biraz üstü bir ücretle çalışıyor. Buna karşılık gittikçe artan iş yükü altında eziliyorlar. Bu durum geniş işçi ve emekçi kesimlerde ciddi bir öfkenin birikmesine yol açıyor. Sendikalar tabandan gelen bu baskıyı bir süre sonra görmezden gelemiyorlar. Yapılan grev oylamalarının büyük bir çoğunlukla kabul edilmesi buna bir göstergedir.
Öte yandan sendikalar olan bitene seyirci kaldıkları oranda, sürekli üye kaybıyla kan kaybetmeye devam ediyorlar. Bunu geçici de olsa durdurmak için harekete geçmek zorunda kalıyorlar. Zira biraz kıpırdadıklarında üye sayılarının hızla arttığını görüyorlar.
Bir de kapitalizmin krizi derinleştikçe, sermayenin esneme sınırları da gittikçe daralmaktadır. İşbirlikçi bir pozisyonda olsalar bile, sendika bürokrasisinin sınırlı taleplerini bile dikkate almamakta, onları görmezlikten gelmekte ve aşağılamaktadır. Sendikaların her zamankinden daha “ısrarlı” olmalarında bu tür muamelelere maruz kalmanın da etkisi yadsınamaz.
“Sosyal devletten” grevleri yasaklayan devlete!
Batı Avrupa işçi sınıfı, ikinci dünya savaşından bu yana, uzun on yıllar boyunca “sosyal devletin” ve “burjuva demokrasisinin” ayrıcalıklarını kullandı. Fakat bu “ayrıcalıklar” hiç de emperyalist burjuvazinin işçi sınıfına “bahşettiği” haklar değildi. Gerek işçi sınıfının mücadelesi ve gerekse de Sovyetler Birliği’nde gündeme gelen sosyalizmin bu toplumlardaki etkisini sınırlamak için gündeme getirilmiş özel ve geçici politikalardan başka bir şey değildi.
Nitekim 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, burjuvazi geçici bir süre için katlanmak zorunda olduğu bu “sosyal devlet” kamburunu hızla sırtından atmaya başladı. Ondan bu yana emekçilerin kazanılmış sosyal ve siyasal hakları adım adım gasp edilmeye başlandı. Avrupa burjuvazisinin bu son birkaç yılda yaptığı hamleler, “sosyal devletin” tabutuna son çivileri çakmaktan başka bir anlama gelmiyor.
O yüzden Avrupa’da ve Almanya’da son yaşanan grev dalgasını ve direnişleri, bir toplu sözleşme dönemiyle ve kendi dar sınırları içerinde değil de içerisinde bulunduğumuz yeni tarihsel dönemle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Burjuvazi grevlere her zaman düşmandı. Ancak bu son grevlere karşı tutumu her zamankinden farklıdır.
Komünistler içerisinde bulunduğumuz tarihsel dönemi, bir “krizler, savaşlar ve devrimler dönemi” olarak niteliyorlar. Yaşanan her şey bu dönemin gerekleriyle uyumludur. Burjuvazi gelinen yerde, işçi sınıfının, gasp ederek kuşa çevirdiği kazanılmış haklarını bile fazla görmektedir. Gittikçe derinleşen kapitalist krize bağlı olarak gündeme gelen ve Ukrayna’da sıcak savaşa dönüşen emperyalist hegemonya yarışı, dünya ölçüsünde savaşa, silahlanmaya ve militarizme daha fazla kaynak aktarılmasını koşulluyor.
Alman devletinin yaptığı da budur. Yüz milyarlarca euroyu emekçilerden keserek, savaşa ve silaha aktarıyor. Bu durum emekçileri gittikçe daha fazla yoksullaştırıyor. Geçen sene Alman devleti önceki yıllara göre 54 milyar euro daha fazla vergi topladı emekçilerden. Bu, %7 daha fazla vergi soygunu demektir. Fakat emekçilerin maaşlarına %10’luk artışı kabul etmemek için bin dereden su getiriyor.
Öte yandan Topluma bu deli gömleğini giydirebilmek için de siyasal baskılara ve polis devleti uygulamalarına başvuruyor. O çok kutsadığı “burjuva demokrasisi”ni bir tarafa bırakıyor. Fransa’da olduğu gibi, “kutsallık” addettiği burjuva parlamentosunu devre dışı bırakarak yasa çıkarıyor. İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da grev hakkını kısıtlamayı veya yasaklamayı gündeme getiriyor.
Özcesi dünyanın her yerinde olduğu gibi, Avrupa’da ve sosyal mücadele bakımından genelde durgun olan Almanya’da bile sınıf mücadelesi gittikçe sertleşiyor. Fransa’dan İtalya’ya, İngiltere’den Portekiz’e, Almanya’nın etrafı daha sert sınıf mücadeleleriyle çevrili. Alman burjuvazisi bundan müthiş ürküyor. Gelişen grevlerin ve direnişlerin domino etkisi yaratmasından korkuyor.
Son gelişen grevler vesilesiyle ING Bankası’nın şefi Carsten Brzeski şöyle diyor: “Ülke çapındaki grevler, grevden etkilenenler için sinir bozucu. Fakat bu bizim için henüz konjonktürel olarak telafi edilebilir bir şey. Ama eğer bir günle sınırlı kalırsa.” Aynı şef söz konusu açıklamada sözü Fransa’ya getirerek, Fransa’daki bir haftalık grevin, ülke ekonomisinin %0,1’ine mal olduğunu belirtiyor. Yani Alman burjuvazisi bir yandan “mega grev” diyerek, grevlere koro halinde saldırırken, öte yandan sendika bürokrasisi üzerinden sınıfı hala kontrol altında tutabildiği için de seviniyor. Adeta durumuna “şükrediyor.”
Almanya’da ve her yerde geleceği, işçi sınıfının ortaya koyacağı, fiili, meşru ve militan mücadele tayin edecektir. Bu yüzden sınıf devrimcileri Avrupa’da gelişen sınıf mücadelesine daha fazla ilgi göstermeli, ona kendi çapında etki etmenin ve ondan beslenmenin olanaklarını daha fazla değerlendirmelidirler.
BİR-KAR İşçi Komisyonu