Almanya’da faşist partinin yükselişi!

AfD’nin bu yükselişine barikat olabilecek, toplumun işçi ve emekçi sınıflarına soldan bir yeni yol açarak bu ırkçı faşist yükselişe dur diyebilecek dinamikler ne yazık ki zayıf, dağınık ve örgütsüzdür. Alman işçi sınıfı kendi adına ve kendisi için sözünü söylemedikçe ya da bunun olanakları yaratılmadıkça yazık ki bu gidişatı değiştirmek zor olacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 14 Ekim 2023
  • 19:00

Bavyera ve Hessen eyaletlerinde 8 Ekim tarihinde yapılan seçimlerin galibi CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi) ile CDU (Hıristiyan Birlik Partisi) oldu. İktidardaki üçlü koalisyonun partileri SPD, Yeşiller ve Liberal Parti/FDP ağır bir yenilgi alırken, Sol Parti/Die Linke ise kelimenin gerçek anlamında hezimete uğradı.

İki eyalette 14 milyona yakın kayıtlı seçmen bulunuyor. Bu ise Almanya’daki toplam seçmen sayısının beşte birine tekabül ediyor. Önceki seçimlere nazaran katılımın nispeten yüksek olduğunu (%64) belirtmek gerekiyor. Bavyera’daki seçimlerde Sosyal Demokratlar %8,4, Yeşiller %14,4, koalisyonun küçük ortağı FDP ise %3 oy aldı. Bu oranlar hükümetin bir güvenoyu sorunu olduğunu ortaya çıkardı. 1957 yılından beri Bavyera’da iktidarda olan CSU %37’lik seçmen desteğini cüzi bir oy kaybıyla korumayı başardı, Hür Seçmenler Partisi (Freien Wehler %15,8 ) ile koalisyonuna devam edecek. Bavyera Eyalet meclisinin tablosu, Afd’nin %14,6’lık oya ulaşmasıyla sağcı-muhafazakar-faşist bir renge büründü.

Pervasız bir şekilde seçim malzemesi olarak kullanılan göçmenler ve mülteci sorununa ek olarak, derinleşen ekonomik kriz ve yarattığı sonuçlardan yabancıların sorumlu gösterilmesi bu sonuçların ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler oldu. Mültecileri sosyal devletin imkanlarını kullanan “asalak sürüsü” olarak gösteren sağcı-ırkçı dezenformasyona dayalı seçim politikası toplumun bir kesimini etkilemiş ve bu sonuçların ortaya çıkması sağlanmıştır. Seçim dönemlerinin nispeten sessiz geçtiği, katılımın düşük olduğu Almanya’da ilk kez bu denli kirli bir propaganda makinası çalıştırılmış ve deyim uygunsa bir toplum mühendisliği projesi hayata geçirilmiştir.

Aynı mühendislik Hessen Eyalet seçimleri ve sonuçları için de geçerlidir. Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) %34,6 oy oranıyla eyalet hükümetini elinde tutmayı başarmasının yanı sıra, ırkçı-faşist Afd’de %18,4 oy alarak eyalette güçlendi. İktidar ortaklarından Sosyal Demokratlar %15,1, Yeşiller %14,8, FDP ise %5 oy alarak sandığa gömüldüler.

Her iki eyalette de bu seçimlerin asıl kazananı ırkçı faşist parti Afd (Almanya İçin Alternatif) oldu. Muhafazakar partiler Afd ile bir koalisyon kurmaya henüz hazır değiller. En azından bu seçimlerin ortaya çıkardığı denklemde hükümet kurmada zorlanmayacakları için şimdilik bunu tercih etmeyeceklerdir. Özellikle de Hessen eyaletinde Afd ile bir ortaklığın şimdilik söz konusu olmayacağı ve CDU’nun bu riski göze almayacağı yapılan açıklamalardan da anlaşılıyor. Her ne kadar kardeş partisi CSU’nun Bavyera’daki koalisyon ortağı olan Hür Seçmenler Partisi Afd ile aynı dalga boyunda olsa da ülkedeki siyasal dengeler CDU’nun böyle bir adım atmasına engel görünüyor.

Seçim sonuçları mevcut sermaye partileri için yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş bulunuyor. Hıristiyan Demokratların aldıkları oy oranından bağımsız olarak, Sosyal Demokrat Parti’yle beraber birer “Halk Partisi” olma kimlikleri giderek aşınıyor. Özellikle de hükümet ortağı üç partinin içindeki farklı kanatlar, “Berlin yolculuğuna sevdanın” partileri bitirme noktasına getirdiğini iddia etmekte ve farklı yol arayışına girmenin zorunlu olduğuna dikkat çekmekteler. Mevcut sermaye partileri toplumun ihtiyaçlarına cevap olamadıklarını, bunun yeni arayışlara yol açtığını görüyor ve önden tedbir almaya çalışıyor gibi yapsalar da nafile. Aralarında sanki anlaşamadıkları konu varmış gibi bir kayıkçı kavgası yürütseler de “ihtiyaç hasıl olduğunda” aynı garnizonun birliğine kayıt yapacak kadar birbirine yakınlar.

Bu seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı gerçek, Afd’nin Almanya’nın toplamında bir kitle partisine dönüştüğü ve “yükselen değerler” sıralamasında basamak atladığıdır. Düne kadar Afd’yi Doğu Almanya’nın bir sorunu olarak gören, birleşmenin yarattığı sorunlar üzerinden nötralize eden ve “kafası bozulmuş sinirli çocukların aksiyonları” olarak tanımlamaya çalışanlar, nur topu gibi çocuklarını emekleme halinden maraton koşucusuna dönüştürdüler.

Seçim sonuçlarını kutlamaya doyamayan Afd’nin şeflerinden Alice Weidel yaptığı açıklamada, “gelecek yıl Sachsen, Brandenburg ve Thüringen’de yapılacak eyalet seçimlerinde %30 üzerinde oy alacaklarını” iddia edecek noktaya geldi. Afd’nin pandemi, yükselen enflasyon, enerji politikası ve mültecilere ilişkin yürüttüğü kara propaganda toplumun alt katmanlarında karşılık bulmuş ve seçim sonuçlarına yansımıştır. Öyle ki, Sosyal Demokrat Cumhurbaşkanı Frank Steinmeier de bu basınca dayanamayarak “ülkesinin yüce çıkarları” adına mültecileri “en büyük problem” olarak tanımlamaktan geri durmamıştır. Alman Sosyal Demokrat Partisi tarihinden aldığı güçle kendisine yakışanı bir kez daha tekrar ederek Alman faşizminin platformuna güç devşirmekte bir sakınca görmemiştir.

Bu seçimin “en kaybedeni yarışmasını” kazanan ise Sol Parti/Die Linke oldu. Bu partinin seçimlerde yaşadığı ağır yenilgi, kendi içinde yaşadığı dağınıklık ve kanatlar arası mücadelenin giderek farklı mecralara akıyor olmasıyla birleşince parçalanması an meselesidir. Gerici partilerin seçim sürecinde mülteciler üzerinden yürüttükleri uğursuz propagandaya cepheden tavır alamayarak bu konuda yaratılan basınca teslim olması nereye savrulduğunun en somut işareti olsa gerek.

Afd’nin bu yükselişine barikat olabilecek, toplumun işçi ve emekçi sınıflarına soldan bir yeni yol açarak bu ırkçı faşist yükselişe dur diyebilecek dinamikler ne yazık ki zayıf, dağınık ve örgütsüzdür. Alman işçi sınıfı kendi adına ve kendisi için sözünü söylemedikçe ya da bunun olanakları yaratılmadıkça yazık ki bu gidişatı değiştirmek zor olacaktır.