Almanya eski kodlarına geri mi dönüyor?

Sistemin faşistlere vereceği rol olayların gelişimine bağlı olsa da kriz içinde olan kapitalizmin faşizm üretme tehlikesi bakidir. Kriz derinleştiğinde bunu önlemenin tek yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü-devrimci mücadeleyi yükseltmeleridir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 13 Ocak 2024
  • 19:00

“Safkan Alman, Ari Irk” söylemi II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Nazilerin en büyük “motivasyonu” idi. Bu “motivasyon” milyonlarca “safkan” Alman olmayan insanın katledilmesine yol açmakla kalmadı. Katliamlar serisi soykırım ve etnik temizlikle “taçlandırıldı”. Nazilerin peşine sürüklenen Alman toplumunun kendisi de tarihinin en ağır yıkımlarına maruz kaldı. 

Kızıl Ordu’nun Nazileri ezmesinden yaklaşık 80 yıl sonra, bugünlerde Almanya’nın eski kodlarına geri dönmesi için planlar yapanların etkinlikleri yeninden gündemde.

Ukrayna savaşı üzerinden yaratılan gerici atmosferle Almanya’nın silahlanmaya devasa bir bütçe ayırmasının önü açıldı. Sendikalar ve “sol” partiler de yaratılan ırkçı-şoven iklimde kendilerine biçilen rolü layıkıyla sahnelediler. Bu ırkçı-şoven atmosferi, faşist parti ve hareketler “bulanık suda balık avlama” misali güç kazanmanın vesilesi yaptılar. Irkçı-faşist çizgisi ile bilinen Almanya için Alternatif (AfD), Almanya’nın önde gelen düzen partilerinden biri konumuna yükseltildi. Öyle ki, arkasına rüzgarı alan AfD ve bileşenleri işi 25 Kasım 2023’de “Göçmenleri “Almanya’dan nasıl süreriz-temizleriz” konulu bir konferans yapmaya kadar vardırdılar. 

Yansıyan haberlere göre 25 Kasım 2023’de Berlin Postdam’da bir otelde 24 kadar “seçkin” neo-faşist, sözü geçen konferans için bir araya gelir. Aralarında AfD üyesi ve yöneticileri dahil, Almanya, Fransa ve Avusturya’dan “Kimlikçi Hareket”in önde gelen isimleri, “Sivil Toplum Kuruluşlarında” kendilerini kamufle eden CDU (Hristiyan Demokrat Birliği) üyeleri, Zengin iş adamları, orta sınıftan avukatlar, politikacılar, girişimciler, doktorlar yer alır.

“Buluşma” çağrısı “resmi” olarak iki kişi tarafından yapılmış. Çağrıcılardan biri Gernot Mörig, Düsseldorf'lu eski bir diş hekimi. 70'ine dayanmış ve neredeyse tüm hayatını aşırı sağcı ve faşist çevrelerin içinde veya başında geçirmiş bir isim. Diğeri, Gastronomi ve gıda tedarikinde tanınmış Hans-Christian Limmer isimli bir parababası. Mörig'in aksine Limmer toplantıda görünmüyor. Anlaşılan “zengin iş adamı” olarak arka planda kalmayı tercih etti. 

Bu “buluşmada”, aşırı sağcı faşist “fikir sağlayıcılar”, AfD ile CDU temsilcileri ve sağcı sahnenin finansörleri bir araya gelir. 

Hedef; “Alman pasaportuna sahip olsun veya olmasın, insanların ırkçı kriterlere göre Almanya'dan sınır dışı edilebilmesi.” “Safkan, Ari Irk”ın ikinci perdesi sahneleniyor gibi.    

Toplantı “gizli” yapılmış ve öyle kalması planlanmış. Organizatörler ve konuklar arasındaki iletişim sadece mektupla gerçekleştirilmiş. Ancak toplantı tutanakları “sızdırıldı.” Ve hatta katılımcılar “gizlice” fotoğraflanmış. Her ne hikmetse “gizli” toplantı “gizlice” fotoğraflanmakla yetinilmemiş videoya da kaydedilmiş.

“Yakın takibe” alınan toplantıya kimlerin katıldığı isimleriyle belgelenmiş. Greenpeace’sin toplantıyı yakın takibe aldığı ve belgeleyerek “Correctiv” adlı internet yayın kuruluşuna aktardığı “Correctiv” tarafından kamuoyuna açıklandı. 

Kimilerine göre bu toplantı, bazı sağcı zenginlerin, bazı politikacıların ve bazı sağcı ideologların buluşmasından öte bir olaydır. 

Toplantıda kimler yok ki: AfD’den partinin şefi Alice Weidel'in sağ kolu Roland Hartwig, Federal Meclis üyesi Gerrit Huy, Ulrich Siegmund, Saksonya-Anhalt parlamento grup şefi Tim Krause, Potsdam bölgesi başkan yardımcısı… Görig Klanı; Gernot Mörig, Düsseldorflu emekli diş hekimi, Arne Friedrich Mörig, Astrid Mörig, 

Neo-Naziler: Avusturyalı aşırı sağcı faşist Martin Sellner, Mario Müller, hüküm giymiş bir faşist. Otel sahipleri, Wilhelm Wilderink, Mathilda Martina Huss.

“Sivil Toplum Kuruluşları’ından” Simone Baum, Kuzey Ren-Vestfalya Değerler Birliği Yönetim Kurulu üyesi Michaela Schneider ile yardımcı üye Silke Schröder, Alman Dil Derneği yönetim kurulu üyesi Ulrich Vosgerau, Desiderius, Erasmus Vakfı mütevelli heyeti eski üyesi “ünlü” Bismarck ailesinden, Alexander von Bismarck, Henning Pless, Avusturyalı bir beyin cerrahı ve iki otel çalışanı…

Katılımcıların minimum 5 bin Euro “bağış" yapması şart koşulmuş. Toplantı öncesi ve sonrası 1 milyonu aşan bir meblağın “bağış olarak toplandığı da sızdırıldı.”

Toplantıyı Mörig yönetiyor. Yazar ve “Yeni Sağ'ın” önde gelen isimlerinden biri olan Martin Sellner, toplantının ilk konuşmacısı ve teorisyeni. 

Toplantının ana teması, “mülteci, göçmen ve göçmen geçmişi olan Almanların Almanya’yı terk etmeye ‘özendirilmesi’, göçün tersine çevrilmesi.”

Sözü geçen göçmen ve göçmen kökenli Almanların “özendirme planı” çerçevesinde ülkeyi terk etmemeleri durumunda, ismi açıklanmayan bir Afrika ülkesine sürülmesi de masaya yatırılıyor. Sellner söz alanlara, soru soranlara cevap veriyor ve “Master Plan” adını verdiği planını detaylandırıyor.

***

Emperyalist/kapitalist sistem Almanya’da ve başka ülkelerde ırkçı-faşist akımların önünü açıyor. Bu partileri palazlandıran egemenler, “gerekirse bunları yine kullanırız” mesajı vererek halkları tehdit ediyor. Faşist parti ve hareketler her ne kadar ırkçılık üzerinden yabancı düşmanlığını merkeze alsalar da sermayenin çıkarlarını en üst düzeyde savunmanın aracıdırlar. Sermaye onları göçmenlerden çok, içeride gelişebilecek toplumsal hareketlere karşı kullanmak için yedekte tutuyor. 

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası “bir daha asla” ifadesiyle “sırt dönülen” faşizm, özellikle yaşlı Avrupa kıtasındaki sermaye devletleri tarafından yeniden sahneye çağrılıyor. İtalya’da Giorgia Meloni, Hollanda’da Geert Wilders, Macaristan’da Viktor Orban gökten zembille inmedikleri gibi, Hitler, Mussolini, Salazar, Pinochet ve onlar gibi daha niceleri de zamanında gökten zembille inmemişlerdi. Sermayenin bugünkü/o günkü ihtiyaçları onları besledi, büyüttü ve iktidara taşıdı. 

Bugün bu “hayalet”, kıta Avrupası başta olmak üzere, “sosyal olarak kabul edilebilir” (salonfähig) diye palazlandırılıyor. 

Avrupa’nın “ana akım” partileri, siyasetçileri ve Avrupa Birliği sistemin ortalığa saldığı bu “hayalete” karşı sadece üç maymunu oynamakla kalmıyor, onları iktidara taşımanın toplumsal zeminini de yaratıyorlar. Sosyal hakların budanması, yoksulluğun toplumsallaşması, demokratik hakların peyderpey rafa kaldırılması, düzen karşıtı parti ve hareketlerin güç kazanmasına zemin hazırladığı gibi, faşist parti ve hareketlerin güçlenip palazlanmasının önünü de açıyor. 

“Krizler ya devrime ya da karşı devrime yol açar” sözü burada daha anlamlı hale geliyor.  

Ne var ki gerçek solun güçsüzlüğünden hareketle, sol söylem ve argümanları faşizm sosuna bandırarak kendisine kitle tabanı yaratan faşist parti ve hareketler, birçok ülkede ya hükümet kuruyor ya da hükümetlere ortak ediliyorlar. 

Yakın geçmişte sermayenin akıl hocası “tarihçiler”, “kapitalizm ile faşizm arasında diyalektik bir bağ olmadığını” kanıtlamaya çalışarak, “Batı demokrasisi ırkçılığa, anti-Semitizme, diktatörlüğe ve faşizme karşı en etkili araçtır” diyecek kadar ileri gidiyorlardı.

Oysa sosyalist deneyimin o kısacık tarihi bile ulusların, milliyetlerin, ırkların, dillerin, dinlerin “bu senin bu benim” kavgası gütmeden bir arada, kardeşçe yaşayabildiklerine tanıklık etmekle bilinir.

Kapitalizmin tarihi ise sömürüye, sömürgeciliğe, faşizme, ırkçılığa, katliamlara, soykırıma, savaşlara ve iç savaşlara tanıklık etmekle bilinir. 

Nitekim Avrupa’da ve dünyanın farklı yerlerinde çürüyen kapitalizm daha ırkçı daha faşizan bir şekilde dışa vuruyor.

“Evvel zaman içinde” Avrupa'nın en “hoşgörülü ve liberal” ülkeleri olarak “kabul gören” ülkelerde, ırkçı-faşist parti ve hareketler artık hükümetler kurabiliyor.  

Bu dalga ile palazlandırılıp Almanya’nın önde gelen düzen partilerinden biri haline getirilen AfD’ye, sermayenin belli bir sınır çizmeye çalıştığı görülüyor. AfD’nin kapatılıp kapatılmayacağı tartışılıyorken, bir “yasal takip de” söz konusu iken, böyle “gizli” bir toplantının basına “sızdırılması” da “öngörülmüş” gibi duruyor. 

Daha şimdiden sözü geçen toplantının “Anayasal düzeni hedef aldığı” varsayılıyor. Göründüğü kadarıyla Alman sermayesi AfD ve bileşenlerini şimdilik kendi istediği sınırlar içinde tutabilmek ve zamanı geldiğinde sahaya sürmek için, sözü geçen “gizli” toplantının sızdırılmış belgelerini elinde bir koz olarak tutuyor. 

Sistemin faşistlere vereceği rol olayların gelişimine bağlı olsa da kriz içinde olan kapitalizmin faşizm üretme tehlikesi bakidir. Kriz derinleştiğinde bunu önlemenin tek yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü-devrimci mücadeleyi yükseltmeleridir.