Alman otomotiv devi Volkswagen’ın (VW) CEO’su Herbert Diess, profesyonel iş ağı LinkendIn platformunda paylaştığı yazısında, Manisa’ya fabrika açma planları konusunda açıklamalar yaptı. Tekelin sözcüsü, Türk sermaye devletinin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik işgalci saldırılarını gerekçe göstererek, “İnsanlar öldürüldüğü müddetçe, bir harp meydanının yanına temel atmayacağız” diyor. Alman kapitalizminin uluslararası en büyük tekellerinden biri olan VW’nin Türkiye’de kurmak istediği fabrikayla ilgili bu açıklamalar adeta göz yaşartıyor.
İngilizce kaleme aldığı “Küresel Şirket Olmanın Anlamı” başlıklı yazısında, son dönemde birçok mektup aldıklarını, kamuoyunda kendilerine çağrılar yapıldığını belirten Diess, “Bir taraftan Volkswagen’ın siyasi bakımdan tarafsız, salt ekonomik değerlendirmeler ışığında karar alması beklentisi dile getirilirken, diğer taraftan Türkiye kararının ahlaki açıdan gözden geçirilmesi beklentisi gündeme getiriliyor” demektedir. Diess, Türkiye’nin büyük pazarı ve gelişmiş sanayisi ile çok uygun bir yatırım lokasyonu olduğunu vurgularken, burada yatırım yapmanın Volkswagen’ın “ekonomik çıkarına olduğunu” ama buna rağmen son gelişmeler ışığında yeni fabrika açma kararlarını ertelediklerini hatırlatıyor.
VW CEO’su Diess, Manisa’da inşa edilmesi hedeflenen otomotiv fabrikası konusunu bizzat sermaye devletinin temsilcisi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştü. Fabrikanın yıllık 300 bin araçlık kapasiteye sahip olması ve yaklaşık 4 bin kişiyi istihdam etmesi planlanıyordu. Volkswagen Passat ve Skoda modellerinin üretileceği belirtilen fabrikanın inşasının 2020 yılı sonunda başlamasının hedeflendiği açıklanmıştı. Alman kamuoyunda da artan tepkiler üzerine VW, Manisa’da kurulması planlanan yeni üretim tesisi için kararını aralık ayı sonuna ertelediğini duyurmuştu.
VW Alman tekelci sermayesinin kanlı diktatörü Hitler’in eseridir
Dünyayı saran 1929 ekonomik krizini takip eden günlerde, Alman sermaye gurupları ve Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) ihanetiyle iş başına getirilen Hitler faşizminin en önemli icraatlarından birisi de günümüzün en büyük otomobil devi olan VW isimli şirketi kurmak olmuştur. 1934 yılında Almanya’nın Berlin şehrinde yapılan Uluslararası Otomobil Fuarı’nın açılışını yapan Hitler, Alman ulusunu temsil edecek bir otomobil üretimi için talimat vermiştir. Bugün VW gurubunun bir parçası olan Porsche’nin sahibi olan Ferdinand Porsche bu iş için görevlendirilmiştir. Kendisine sunulan üretim giderlerini yüksek bulan Hitler, teklifleri reddederek, çevresindeki faşist çetelerden oluşturulan Deutsche Arbeitsfront (DAF-Alman İşçi Cephesi) adında bir girişim başlatmıştır. 1937 yılında Robert Ley’in başına getirildiği DAF öncülüğünde Avrupa’nın en büyük otomobil firması olan VW’nin ilk kuruluşu Berlin’de ilan edilmiştir.
Şirketin kuruluşunda ihtiyaç duyulan sermaye ise, 1933 yılında Alman sendikalarının mal varlıkları ve işçilerin ödedikleri aidatlara Hitler faşizmi tarafından zorla el konularak sağlanmıştır. 1938 yılında ise bugünkü Porsche’nin sahibi olan Ferdinand Porsche da kurulan bu şirkete dahil olmuştur. ABD malı Ford markalı arabanın üretim tekniği kullanılarak 1939’da yıllık 150.000 araba üretimine başlanmıştır. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlaması ile birlikte diğer birçok Alman tekeli gibi VW de Hitler faşizminin sürdürdüğü insanlık dışı savaşa tank ve zırhlı araç üretimi yaparak dahil olmuştur.
On binlerce savaş esirinin çok ağır şartlarda, zorla çalıştırıldığı bu firmalar aracılığı ile Hitler faşizmi birçok kıtada, ama aslen Sovyetler Birliği’nin yıkılması için sürdürülen barbarca savaş gücüne kavuşabilmiştir. 1940 ile 1945 yılları arasında VW denilen bu şirket için 20 binden fazla savaş esiri çalıştırılmış, en az bir o kadarı da ağır çalışma şartları altında öldürülmüştür. Hitler faşizminin yenilgisinin ardından İngiliz emperyalistlerince el konulan şirket tekrar Alman devletine teslim edilmiştir. Ağır bir savaş suçu işlemiş olmasına rağmen ne şirkete ne de yöneticilerine karşı tek bir yaptırım uygulanmıştır. Tam tersine, 1960 yılında şirket tekrar eski sahiplerine iade edilmiştir.
Yine bu aynı şirket 1964 ile 1985 yılları arasında Brezilya’daki faşist diktatörlükle birlikte çalışmasıyla da ünlüdür. Şirket sahipleri, bu tarihler arasında Brezilya’nın São Paulo şehrindeki fabrikalarında çalışan ilerici-devrimci işçilerin listesini yaparak, bizzat kendi elleriyle işkencecilere teslim etmişlerdir. Bu devrimci işçilerin yüzlercesi işkence merkezlerinde öldürülmüştür. VW’nin Brezilya’daki faşist diktatörlüğe sunduğu bu hizmet “VW und die brasilianische Militärdiktatur” isimli bir dokümanter film ile belgelenmiştir. Şirketin yöneticilerinden olan Manfred Krieger, 2014 yılında Brezilya’daki bu işçiler adına yapılmış olan anıtı ziyaret ettiği için işinden atılmıştır.
Varoluşunu Alman faşizmine borçlu olan VW isimli bu kapitalist tekel dünyanın birçok kıtası ve ülkesinde üretim ünitelerine sahiptir. Bugün ise sahip olduğu 235,8 milyarlık sermayesi ve 665.000 çalışanı ile dünyanın ikinci büyük otomobil üreticisi kapitalist tekellerden birisidir. Alman işçi sınıfının yarattığı değerlere zorla el koyarak kuruluşunu ilan eden bu şirket, bu devasa sermaye birikimine, bugüne kadar dünyanın dört bir yanında işçi sınıfının kanını emerek sahip olmuştur. Bu şirketin bütün bir tarihi entrikalar ve sahtekarlıklarla anılmaktadır.
Uzun bir zamandır dizel motorlu araçların egzoz emisyon salınımı üzerinden yaptığı manipülasyonlar nedeniyle mahkemelik olan VW birçok sıkıntılar yaşamaktadır. Şirketin ürettiği arabaların satış oranlarındaki düşüş, ödemek zorunda kaldığı 30 milyar para cezası, 30 bine yakın işçinin işine son verilerek giderilmek istenmektedir. Bu amaçla her türlü yola başvuran şirketin, Almanya’nın Braunschweig kentindeki işyeri temsilcisi başkanı olan Bernd Osterloh’a ve 15 işçi temsilcisine üçer milyon avro rüşvet verdiği de ortaya çıkmış ve bundan dolayı şirket yönetimi yargılanmaktadır.
Türk sermaye devletinin VW’ye rüşveti
Birçok ülke, ürettiği arabaların insan sağlığına zararlı aşırı miktarda gazları saldığını saklayan VW’yi cezalandırırken, Türk sermaye devleti ise olanlara gözlerini kapatmıştır. Tam tersine Türkiye hiçbir inceleme yapmadan bu şirkete kucak açarak ödüllendirmektedir. Türk sermaye devleti bu şirketi vergiden muaf tutmaktan sosyal konut, lojman ve eğitim binalarının belediye tarafından yapılmasının garanti edilmesine sayısız teşvik sağlamaktadır. Yani anahtar teslimi fabrika, işçi ve emekçilerden alınan vergilerle finanse edilecektir. Üstüne, iç piyasada yıllık 40 bin araçlık alım garantisi verilmektedir. ABD piyasasından çekilen ya da banttan çıktıktan sonra satılmayan arabalar Türkiye’deki iç pazarda tüketilecektir. Yanı sıra Kaliforniya Çölü’nde, Baltimore Limanı’nda, Seattle yakınlarındaki bir nükleer santralin yanındaki bir tarlada bulunan 102 bin yeni ama gaz salınımları manipüle edilmiş, aşırı derecede çevreye zararlı Volkswagen marka otomobillerin yeni adresi Türkiye olacaktır.
Bütün bir tarihi boyunca faşizme hizmet etmiş, işçi sınıfının kanını emerek bu günlere gelmiş olan bir şirketin, “İnsanlar öldürüldüğü müddetçe, bir harp meydanının yanına temel atmayacağız” şeklindeki açıklamaları ne kadar samimi olabilir ki? II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda barbarca katledilen 60 milyon insanın kanıyla beslenmiş olan bu tekeller ne kadar inandırıcı olabilirler?
Kapitalizm, işçi ve emekçilerin yarattığı tüm değerlere zorla el koyarak, onları açlık ve sefalet içerisinde yaşamaya mahkum eden tekellerin diktatörlüğüdür. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bugün Suriye’de de mazlum halklar onların ürettiği silahlarla katledilmektedir. Sömürgeci Türk sermaye devletinin Suriye’de savaşa sürdüğü Altay isimli tanklar Rhein-Metal, MAN, Mercedes-Benz, VW gibi kapitalist Alman tekelleri tarafından üretilmektedir. Onların insan hakları, güvenceli iş garantisi, demokrasi, barış vb. türden bütün sözleri koca bir yalandan ibarettir. Yaşanan tarihsel gerçekler ışığında dünya halkları bu yalanlara inanmadıklarını, milyonların katıldığı militan sokak gösterileri ile orta koyuyorlar. Tarih asalak ve insanlığa düşman olan bu sistemlerin yıkılışına da mutlaka tanıklık edecektir. İşçi sınıfının, devrimci bir sınıf olarak sosyal mücadele alanlarına çıkması bu yolda bir dönüm noktası olacaktır.