19. yüzyılın son çeyreği, kapitalizmin bir avuç büyük tekelin egemenliği demek olan emperyalizm dönemine geçiş sürecidir. Bu süreci hızla yaşayan güçlerden biri de Prusya İmparatorluğu altında birleşmiş Almanya idi. Alman emperyalizmi ulaştığı bu düzey üzerinden, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda dünyanın yeniden paylaşılması konusunda saldırgan, yayılmacı bir güç haline gelmişti.
I. Emperyalist Paylaşım Savaşı tam da bu gelişmenin sonucunda, Alman emperyalizminin pazar ihtiyacı ve arayışı, buna karşı İngiltere ve Fransa gibi rakiplerinin pazarlarını koruma çabaları üzerinden patlak verdi. II. Enternasyonal’in ihanet partilerinden olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) savaş bütçeleri konusunda tam desteğini alan Alman emperyalizmi Fransa’ya karşı savaş açtı. Milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu emperyalist paylaşım savaşından yenilgiyle çıkan Almanya, Fransa’ya karşı büyük savaş tazminatları ödemek mecburiyetinde kaldı.
Dört yıl süren emperyalist paylaşım savaşının yarattığı yıkım, açlık, sefalet ve ağır baskı koşulları, 1918 Kasım’ında Alman işçi sınıfını büyük kahramanlık örnekleri sergilediği bir devrimler sürecine yöneltti. Bir kez daha sosyal demokratların alçakça ihanetine uğrayan ve kanla bastırılan Alman devrimi, devrimci öncüsünü yaratamadığı için yenilgiyle sonuçlandı. Birçok şehirde işçi konseyleri ilan eden Alman proletaryası, üzerine salınan Freikorps (Prusya imparatorluğu ordusunun kalıntılarından, özellikle de subaylarından devşirme, daha sonra Nazi partisinin çekirdeğini oluşturan Gönüllü Birlikleri) tarafından yapılan katliamlarla yüz yüze kaldı. Aynı tarihsel dönemde Rusya’da Bolşevik Partisi önderliğindeki işçi sınıfı ve köylü ağırlıklı emekçi kitleler, tarihin görmüş olduğu en görkemli işçi-köylü devrimini gerçekleştirdiler. Bolşevikler, 1917 Ekim’inde devrimi zaferle taçlandırarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdular.
Sosyal demokrat ihanet ve Alman faşizminin doğuşu
Sermaye sınıfının tam desteğiyle iktidarda olan Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1920 yılında devrimi boğması için tam destek vererek örgütlediği Freikorps çetelerinin bir bölümü tarafından düzenlenmiş olan Kapp darbesiyle karşı karşıya kaldı. Bu darbecilere karşı en küçük bir direniş göstermeyen SPD şefleri çareyi Berlin şehrinden kaçmakta buldular. Emirlerindeki ordu ise “Alman askerleri, Alman askerlerine ateş açmaz” diyerek bu darbeye dolaylı destek sundu. Darbe işçi sınıfının Almanya çapındaki genel grevleriyle püskürtüldü. Bu başarı sayesinde tekrar iktidarı ele geçiren devrim düşmanı bu ihanet partisi, ordu içinde yuvalanan faşist çetelerin ezilmesi yerine, onlarla birlikte hareket etmeyi tercih etti.
İşçi ayaklanmaları ve komünistlere karşı kullanılmak üzere, SPD’li başbakan Ebert ve Savunma Bakanı Gustav Noske, daha sonra Adolf Hitler’in faşist partisinin omurgasını oluşturan, karşı devrimci milis gücü Freikorps’u tekrar tahkim ettiler. Hitler faşizmine ait olan gamalı haç sembolleri daha o tarihte bu faşist çeteler tarafından kullanılmaktaydı. 1933 tarihinden sonra ortaya çıktığı iddia edilen Alman faşizmin temelleri 1920’li yıllarda atılmış bulunmaktaydı.
Alman faşizminin iktidara gelişi
1929 krizi dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Alman ekonomisi için de büyük yıkımlar getirdi. Açlık ve sefaletle eş anlama gelen bu süreç Alman faşizmini iktidara taşıyan bir işlev gördü. SPD ihanetinin yarattığı hayal kırıklığı ve ırkçı faşist düşüncelerle boğulan emekçiler faşizmin toplumsal zemini haline getirildiler. 1933 yılında sermaye sınıfının en kanlı diktatörlüğü olan ve başını Hitlerin çektiği NSDAP (Almanya Ulusal Sosyalist Partisi) adlı faşist parti iktidara geldi. Devleti ele geçirmeye giden yolda her türlü entrikayı çeviren faşist parti, Alman sermayesinden büyük destek gördü. Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından imzaladığı ağır anlaşmalarla silahlanmasına sınır getirilen Almanya’nın, uluslararası işçi sınıfı hareketine ve SSCB’ye karşı Avrupa’da kapitalizmi korumak için bu anlaşmaları ihlal etmesine ve hızla militaristleşmesine göz yumuldu. Faşist parti iktidardayken dahi ABD’li şirketler Almanya’ya büyük yatırımlar yapmaya devam ettiler. Başta Ford ve General Motors olmak üzere Amerikan tekelleri, Alman faşizminin silahlanma programına aktif olarak katıldılar.
Öte yandan SSCB’de 1917 Ekim Devrimi’nin görkemli başarıları dünya işçi sınıfına ve ezilen halklara umut ışığı oluyordu. Dünyanın birçok kıtasındaki ulusal kurtuluş mücadeleleri ve sosyal devrimler emperyalistleri, sömürücü egemen sınıfları tedirgin etmekteydi. Bu tedirginlik ve saldırganlığın başını ise faşistlerin iktidarda olduğu Almanya, İtalya ve Japonya çekiyordu. Bu üç ülke 25 Kasım 1936’da Anti-Komintern Paktı’nı imzalayarak Sovyet devrimine, sosyalizme ve genel olarak tüm insanlığa karşı saldırıya geçmek üzere anlaştılar.
Faşist ittifak farklı kıtalarda, birçok ülkeyi işgal ve talan etmek üzere harekete geçti. 1937 Temmuz’unda Japonya Çin’e savaş açtı. İtalya ise daha bu pakta dahil olmadan Ekim 1935’te Etiyopya’yı işgal etmişti. Emperyalist savaşın mimarı olan faşist Almanya Çekoslovakya ve Avusturya işgallerinin ardından 1 Eylül 1939’da Polonya’ya girdi. Böylece milyonlarca insanın yaşamına mal olan, dünyayı adeta bir harabeye çeviren II. Emperyalist Paylaşım Savaşı başladı.
Nazi Almanya’sı ve mihver güçleri olarak anılan faşist ordular, herhangi bir direnişle karşılaşmadan Polonya’yı, Paris dahil olmak üzere Fransa’nın yarısını, Yunanistan’ı, kısacası Avrupa’nın büyük bir kısmını ele geçirdiler. Nazi Almanya’sının ilerleyişine herhangi bir direniş gösterilememesinin gerisinde Alman savaş makinesinin gücünden çok, Avrupa hükümetlerinin baş düşman olarak işçi sınıfı hareketini ve Sovyetler Birliği’ni görmesi vardı.
1941 yılında faşist Alman ordusu ölüm makinaları ve tüm güçleriyle Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçti. Faşizmin vahşet ve barbarlığına karşı işçi ve yoksul köylülerden oluşan Sovyet Kızıl Ordusu kahramanca bir direniş ile her cephede faşizme karşı direndi.
Stalingrad geçilmez!
17 Temmuz 1942’de başlayan ve 2 Şubat 1943’te sona eren Stalingrad Muharebesi’nde Kızıl Ordu askerleri ve sivillerle birlikte 1 milyon üzerinde Sovyet yurttaşı hayatını kaybetmişti. Yalnızca bu cephede 900 uçak, 500 tank, 5 bin top ve sayısız miktarlarda teçhizatını kaybeden Alman faşizmi, büyük bir darbe alarak moral üstünlüğü kaybetti. ABD ve İngiltere gibi emperyalist güçleri de faşist Almanya’ya karşı geniş kapsamlı operasyona katılmak zorunda bırakan yine Stalingrad zaferi oldu.
13 Mayıs 1943’te faşist güçler, Tunus’ta teslim oldular. Böylece faşizmin Afrika işgali hayalleri yenilgiyle sonuçlandı. Halkların faşizme karşı ölümüne direnişleri, her geçen gün artarak devam etti. Kızıl Ordu, Kasım 1943’te Kiev’i kurtardı. Fransız direnişçileri Ağustos 1944’de Paris’i yeniden özgürlüğüne kavuşturdular. Faşist birlikler Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Yugoslavya’dan (Balkanlar) Ekim 1944’ten itibaren bir bir çekilmek zorunda kaldılar. Ocak 1945 itibariyle, sermayenin yaratmış olduğu faşizm barbarlığına son darbeyi indirmek için başta Kızıl Ordu ve komünistler olmak üzere, dünyanın mazlum halkları faşizmi yok etmek için hücuma geçtiler.
8 Mayıs 1945’te, faşizme son darbeyi vuran Sovyet Kızıl Ordusu, Alman emperyalizminin faşist ordusunun komutanı Mareşal von Keitel’a Alman silahlı birliklerinin kayıtsız şartsız teslim olduğuna ilişkin anlaşmayı imzalattırdı. 70 milyondan fazla insanın yaşamını mal olan bu faşist barbarlığa karşı, özgürlük ve sosyalizmi korumak için savaşan Kızıl Ordunun askerleri, Berlin’de Alman parlamentosunun tepesine kızıl bayrağı dikerek nihai zaferi ilan etmiş oldular.