Aralarında ABD, Almanya, Fransa gibi emperyalist devletlerin de bulunduğu 10 ülke büyükelçisinin Osman Kavala’nın serbest bırakılması için Dışişleri Bakanlığı’na ‘uyarı mektubu’ vermesi sarayda paçaları tutuşturmuş görünüyor. Emperyalistler tarafından kurulan, bir dönem “ılımlı İslam modeli” diye pazarlanan, onların desteği ile iktidara taşınan AKP her zaman sırtını onlara dayayarak var oldu. Bu destek boşuna değildi elbet. Zira siyasal İslamcı bir odak olan AKP, emperyalist ve siyonist güçlerin Ortadoğu’ya dönük kanlı planlarının hayata geçirilmesi için elinden geleni ardına koymadı. Bu suç ortaklığının en bariz en iğrenç örneği, AKP iktidarının Suriye’nin yakılıp yıkılmasında oynadığı roldür.
Tayyip Erdoğan’la AKP’sinin emperyalistler için eskisi kadar kullanışlı olmadığına dair veriler önceden de vardı. ABD Başkanı Joe Biden’ın AKP şefine karşı aldığı tutum bu durum hakkında fikir veriyordu. Yine de ABD tarafından organize edildiği söylenen ‘10 büyükelçinin mektubu’ olayı, dinci-faşist rejime dolaysız bir uyarı niteliği taşıyor. Tayyip Erdoğan’ın bu kadar hiddetlenmesi, emperyalist efendileri nezdindeki itibarının düzelme ihtimalinin çok düşmüş olduğunu idrak etmesinden kaynaklanıyor.
Olağan koşullarda, yıllardan beri tek bir delil olmadan hapiste tutulan Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının istenmesi, AKP şefini çok rahatsız etmezdi. Zira daha önce “Hayatta kaldığım sürece Rahip Branson hapisten çıkmayacak” diye nara atan adam, Trump’tan gelen “Bırak” emriyle yelkenleri indirmişti. Trump’ın kendisine “Aptal olma” demesini de gıkını çıkarmadan sineye çekmişti. Ne de olsa Trump işbirliğinden memnundu. Oysa şimdi durum farklı; mafyatik rejim içeride meşruiyetini tamamen yitirmiş, dışarıda ise itibarı yerlerde sürünüyor. Belli ki, dinci diktatör kokuşmuş saltanatını ayakta tutmanın giderek zorlaştığını görüyor ve bundan dolayı zıvanadan çıkıyor.
***
10 büyükelçinin “istenmeyen kişi” (persona non grata) ilan edileceğini söyleyen Tayyip Erdoğan, emperyalist efendilerine “size bu kadar hizmet ettim, beni silip atamazsınız” mesajı vermeye çalışıyor. AKP şefi rejimin tek adamı olmasına rağmen büyükelçileri sınır dışı etme kararı alamadı. Güya bu adımı atması için bakana talimat verdi. AKP’li bakanların birer ‘iradesiz saray kuklası’ olduğu dikkate alındığında, büyükelçileri sınırdışı etme kararının ancak Tayyip Erdoğan tarafından alınabileceği aşikar. Böyle bir kararın pahalıya mal olacağını bilen AKP şefi, kameralar önünde nara atarken perde arkasında emperyalist efendileriyle pazarlık yaparak anlaşmaya vardı.
AKP şefinin yanısıra çetebaşı Dışişleri Bakanı, Meclis Başkanı ve saray beslemesi medya koro halinde büyükelçilere saldırdı. Oysa perde arkasından pazarlık yapılarak en azından şimdilik bir anlaşmaya varıldı. “Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi'nin 41. Maddesi” vurgusu yapılarak, saray rejimine propaganda yapma olanağı sağlandı. Tayyip Erdoğan’ın bu pazarlıkta neler vadettiği ise, bir süre sonra açığa çıkacaktır.
"Talimatı Dışişleri Bakanımıza verdim, 'Bu 10 büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmesini hemen halledeceksiniz' dedim” diye açıklama yapan AKP şefi, bu mealdeki lafları birden fazla kez tekrarladı. Buna rağmen bir kez daha sözlerini yuttu ve tam bir pişkinlikle “geri adım atmam” havalarına girdi. Besleme medya ise “zafer naraları” atarak saray dalkavukluğu yarışına girmiş halde.
Sahte zaferle idare etmeye çalışan dinci-faşist rejim, büyükelçiler meselesini gündemde tutmaya devam ediyor. 29 Ekim resepsiyonuna 10 büyükelçiyi çağırmayan Tayyip Erdoğan, güya kokuşmuş rejimine itibar devşirmeye çalıştı. Oysa 41. maddeye atıf somut bir geri adımdan çok ‘gerilimi düşürme taktiği’dir. Nitekim emperyalist merkezlerdeki medya, AKP şefinin geri adım attığını savunuyor. Yani her iki taraf diğerine geri adım attırdığını söylüyor. Göründüğü kadarıyla iki taraf da şimdilik ‘orta yol’ bulunması konusunda anlaşmış. Tabii bu tür pazarlıklarda efendilerden çok işbirlikçilerin tavizler vermesi kuraldır. Çöküşün eşiğindeki ekonomisi büyük ölçüde emperyalist merkezlere bağımlı olan bir rejimin tavizler vermek dışında seçenekleri bulunmuyor. Hal böyleyken Tayyip Erdoğan’la müritlerinin Türkiye’nin büyüklüğü üzerine savurdukları palavraları, doğal olarak pek az kişi yutar.
***
Emperyalistlerin, uyarı mektuplarını Osman Kavala üzerinden vermeleri, sanki saray rejiminin zorbalığına karşı alınan bir tutummuş gibi gösteriliyor. Oysa bu, kaba riyakarlıktan başka bir anlam taşımıyor. Zira AKP-MHP rejiminin faşist baskı ve zorbalığının on binlerce kurbanı var. Bunları izlemekle yetinenlerin sadece Osman Kavala olayını gündeme getirmeleri, esas dertlerinin baskı ve zorbalığa karşı tutum almak değil, saray rejimine ayar çekmek olduğuna işaret ediyor. Pazarlığa oturup anlaşmaya varmaları, insan hakları ihlallerinin umurlarında olmadığını ispatlıyor.
Demokratik hakların, özgürlüklerin ya da genel anlamıyla insan haklarının hoyratça çiğnenmesi emperyalistler tarafından korunan rejimlerin ‘olağan’ icraatlarıdır. Bütün faşist rejimler, ABD başta olmak üzere emperyalist merkezlerden güç alarak ayakta durmuştur. 1980’deki 12 Eylül askeri faşist darbesinin olduğu gibi, AKP-MHP koalisyonunun kurduğu dinci-faşist rejimin de arkasında emperyalistler var. Saraya uyarı yapılması ise insan hakları ihlallerinin artmasından değil, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin eskisi kadar işlevsel olmamasından kaynaklanıyor. El Kaide, IŞİD, Taliban, Suudi Arabistan gibi vahşi şeriatçı güçlerle işbirliği yapan emperyalistlerin, Türkiye’de hakların ve özgürlüklerin hoyratça ayaklar altına alınmasından rahatsızlık duymasını beklemek, abesle iştigal olur.
***
Vurgulamak gerekiyor ki, emperyalistler ne kadar “demokrat”sa Tayyip Erdoğan’la avenesi de o kadar “‘kabadayı”. Ortada gerici, sefil çıkarların çatışmasından doğan bir gerilim var. Bu bahiste ne 10 büyükelçinin “demokratlığına” inanılabilir ne de saray rejiminin ‘kimse içişlerimize karışamaz’ palavrası ciddiye alınabilir.
AKP-MHP rejiminin dinci-faşist zorbalığı anacak işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesiyle püskürtülebilir. Böyle bir mücadele geliştiğinde ise, emperyalist güçlerin saray rejimini savunacaklarından kuşku duymamak gerekiyor. Zira dinci-faşist rejimi geriletecek güçte bir toplumsal muhalefet, doğası gereği anti-emperyalist de olacaktır. Çünkü bu çağda dinci-gericilik dahil her tür gericiliğe karşı yükseltilen samimi mücadele aynı zamanda anti-emperyalist olmak zorundadır.