2024 yılı başlarken…

Gazze’de Siyonist işgal ve soykırıma karşı direniş sürüyor

Filistin halkı ile ona destek veren direnişçi güçlerin geri adım atacağına dair hiçbir veri bulunmuyor. Emperyalist/Siyonist güçlerin soykırımı sürdürme konusunda ısrar etmeleri ise, bölgesel savaş riskini arttıracaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 01 Ocak 2024
  • 19:00

Filistinli direnişçilerin El Aksa Tufanı saldırısıyla fiyakası bozulan ırkçı-Siyonist İsrail rejimi, geçtiğimiz yılın 7 Ekim’inden beri Gazze’de insanlığa karşı ağır savaş suçları işliyor. ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin desteğine yaslanarak barbarca saldırılarını sürdüren İsrail, 10 binden fazlası çocuk, 22 bine yakın Filistinli katletti. Tarihin tanık olduğu en ağır yıkımlardan birini gerçekleştirdi. Halkın yaşadığı konutların büyük bir çoğunluğunu tahrip etti. Altyapı, hastaneler, okullar, camiler ve kiliseler yerlebir edildi… Siyonistler geçen yılı böyle kapattı, yeni yıla böyle giriş yaptılar.

Emperyalist/Siyonist güçler, Gazze’de yaptıklarıyla ne kadar barbar olabileceklerini dünyaya gösterdiler. Gazze’de yapılanları gören dünya halkları ise batılı emperyalistler ile himaye ettikleri İsrail’in ne kadar vahşi, derin bir ahlaki ve insani çöküş içinde oluklarını fark ettiler. İsrail’in yaptığı soykırımı gözlerden saklamaya çalışan batının medya tekellerinin inandırıcılığı da ciddi bir sarsıntı geçirdi. Kitleler, bu medyanın emperyalist/Siyonist savaşta yer alan bir tabur gibi hareket ettiğini somut bir şekilde görme imkanı buldu.

Soykırım var askeri/siyasi başarı yok

Gazze’de soykırımı yapan İsrail olmakla birlikte, Filistin halkına karşı savaş bir Amerikan savaşıdır aynı zamanda. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi emperyalist devletler de savaşta açık birer taraftır. 7 Ekim’de sergiledikleri histerik tutum, bunun dolaysız yansımalarından biriydi. Siyonist barbarlık karşıtı protesto ve gösterileri yasaklama, kriminalize etme girişimleri, Filistinlileri hedef alan iğrenç/ırkçı saldırılar, söz konusu devletlerin kimyasında bir bozulma olduğunun somut göstergeleriydi.

Sadece Joe Biden yönetiminin İsrail’e taşıdığı silah ve mühimmatlar devasa boyutlara ulaştı. Soykırım saldırısının finansmanı için on milyarlarca dolar da harcadı. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi devletler de suç ortağı olduklarını ispatlayacak miktarda silah ve para akıttılar dinci-faşist Binyamin Netanyahu hükümetine. Siyonist rejime o kadar odaklandılar ki, Rusya ile savaşa ittikleri Ukrayna’yı neredeyse unuttular. Tüm bunlara ek olarak ABD savaş aygıtının iki uçak gemisi ile bir nükleer denizaltısı bölgeye konuşlandırıldı.

Her biri öbüründen histerik olan bu çabalar, 7 Ekim’de darbelenen İsrail savaş aygıtına zafer kazandırmak için harcandı/harcanıyor. Zira İsrail’in yenilgisi bütün bu haydut takımının da yenilgisi olacaktır. Bu kadar silah ve para akıtmaları, barbar olduklarını tüm dünyaya gösteren bir soykırımı desteklemeleri, olaya nasıl yaklaştıklarını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.  

Filistin halkının direniş iradesini kırmak, onlar için en kritik sorundur. Bunu başarabilirlerse ilan ettikleri hedeflerine ulaşmanın önünde bir engel kalmayacağını sanıyorlar. Silahlarına ve barbarlıklarına güvenerek üç temel hedef ilan ettiler: Filistin direniş hareketini tasfiye etmek, İsrailli esirleri kurtarmak, Gazze’de etnik temizlik yapmak…

Emperyalist/Siyonist şefler, birkaç hafta içinde bu iddialı hedeflerine ulaşabileceklerini var saymıştı. O durumda Filistin halkının direnişi kırılır, siyonist savaş aygıtı zafer ilan edip imajını düzeltebilirdi. Oysa Filistin halkının direnişi, savaş baronlarının heveslerini kursaklarında bıraktı. Ne halka ne direniş hareketlerine bir milim geri adım attırabildiler.

Üç ayın ardından direniş kararlılığı devam ediyor

Filistinli direnişçiler, karşılarındaki ordunun güçlü, son teknoloji ürünü silahlarla donanmış, bütün savaş kurallarını çiğneyen bir ölüm ve yıkım makinesi olmasına rağmen üç aydan beri kararlılıkla savaşıyorlar. İşgalci İsrail ordusuna ağır kayıplar verdiriyor, psikolojik yönden yıpratıyor, reklamı çok yapılan tank ve zırhlı araçlarını tünellerde üretilen füzelerle tahrip ediyorlar. ABD-İsrail ortaklığı ile yapılan tüm gözetlemelere rağmen, halen Tel Aviv’e ulaşan füzeler atılabiliyor.

İşgalci siyonist ordu, kara saldırısını “en seçkin” diye tanımlanan birliklerini savaşa sürerek yürüttü. Oysa bu birliklerin kayda değer bir başarıya ulaşamadıkları ancak ağır darbeler aldığını İsrailli emekli subaylar da açıklıyor. Kimileri “seçkin birliklerin” en az %25’inin, Filistinli direnişçiler tarafından savaş dışı bırakıldığını ifade ediyor. Nitekim Netanyahu rejimi, bu birlikleri oluşturan bazı alayları geri çekmek zorunda kaldı. Geri çekilmeleri, o alayların ağır kayıplar verdiğini gösteriyor. Öldürülen ya da yaralanan İsrail askerleri arasında çok sayıda subayın olması da savaşma kapasitesini yıpratan faktörlerden biridir.

İşgalcilere verdirilen kayıplar, “Hamas (kastedilen Filistin halkının direnişi) yok edilmelidir” diye vaaz verenlerin bir kısmını farklı yorumlar yapmaya zorladı. Siyonizm destekçisi birçok yetkili, emekli asker veya analist “Hamas’ı yok etmek yıllar alabilir. Bu gerçekçi bir hedef değil” yönlü açıklamalar ya da analizler yapmaya başladı. Bu ise hem siyonist rejimi hem Joe Biden yönetimini açmaza alan bir sorun alanına işaret ediyor. Zira savaşa son vermek İsrail ordusunun yenilgisi anlamına gelecektir. Çünkü sivilleri toplu şekilde katletmek orduların hanesine zafer olarak yazılmaz. Soykırım ve işgal saldırısını sürdürmek ise, sürekli kayıplar veren siyonist ordunun savaşma kapasitesini yıpratıyor. Gazze’ye karşı savaşta gelinen nokta, kuşatma altında tutulan, aç-susuz-ilaçsız bırakılan bir halkın kararlı direnişinin, dünyanın en güçlü savaş makinelerinden birini aciz duruma düşürebileceğinin yeni bir örneği olmuştur.    

“Direniş ekseni” ABD’nin “caydırıcı gücü”ne meydan okuyor

İşgalci İsrail ordusu Gazze’ye saldırdığı gün harekete geçen Joe Biden yönetiminin Siyonist rejimi koruma telaşı dikkat çekiciydi. Filistin halkıyla dayanışma içinde olan direniş ekseni güçlerine dört koldan “sakın savaşa katılmayın, aksi halde…” diye başlayan tehdit mesajları göndermeye başladı. Yansıyan kimi bilgilere göre ABD, Lübnan Hizbullah’ı başta olmak üzere direnişçi güçlere birtakım rüşvetler de önermiş. Beyrut’a, Şam’a, Bağdat’a, Tahran’a, Sana’ya elçiler göndererek savaşın Gazze dışına taşırılmasını önlemeye çalıştı. Bunun için hem tehditler savurdu hem havuç uzattı.

Hala dünyadaki en güçlü emperyalist güç olarak kabul edilen ABD’nin tüm çırpınışları direnişçileri caydıramadı. Hizbullah 8 Ekim’de savaşa dahil oldu. Lübnan sınırına konuşlanmış işgalci İsrail ordusunun birliklerine sayısız saldırı düzenledi. Bu sınırda da üç aydan beri çatışmalar devam ediyor. İşgal edilmiş Filistin topraklarına yerleştirilen 220 bin Yahudi bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Irak’taki direnişçiler ise, yine tehditlere aldırmayarak hem Suriye’deki hem Irak’taki ABD üslerine saldırı düzenliyorlar. En etkili çıkış ise, Sana’daki Yemen hükümetinden geldi. Ansarullah Hareketi (Husiler) liderliğindeki hükümet, Gazze üzerindeki kuşatma devam ettiği sürece İsrail’le bağlantılı ya da İsrail’e mal taşıyan gemilere Babülmendep’ten geçiş izni verilmeyeceğini ilan etti.

Ansarullah liderleri, Gazze üzerindeki abluka kaldırılmadan bu kararın geri alınmayacağını defalarca ilan ettiler. Yemenliler ABD’nin tehditlerine, Kızıldeniz’de görev gücü oluşturmasına da meydan okudular. Ansarullah liderleri, ABD ya da işbirlikçilerinin Yemen’e saldırmaları durumunda, sert bir şekilde karşılık vereceklerini hemen her açıklamada dile getiriyorlar. ABD’nin caydırıcı gücünü tartışmaya başlayan siyonist medya, Biden yönetiminin bu alanda başarılı olamadığını, tehdit ve uyarıların etkili olduğuna dair bir gösterge bulunmadığını dile getiriyor.

Filistin halkı ile ona destek veren direnişçi güçlerin geri adım atacağına dair hiçbir veri bulunmuyor. Emperyalist/Siyonist güçlerin soykırımı sürdürme konusunda ısrar etmeleri ise, bölgesel savaş riskini arttıracaktır. Verili koşullarda emperyalist/Siyonist saldırganlığa karşı duruş ve Filistin halkıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltmek halen kritik bir önem taşımaktadır.