Geçtiğimiz mart ayı itibariyle ülke geneline yayılmaya başlayan koronavirüs salgını, AKP-MHP rejiminin toplum sağlığını hiçe sayan uygulamaları nedeniyle hızını artırarak devam devam ediyor. Salgının seyrine bakıldığında tüm ülkede tehlike çanlarının çaldığını ve toplumu tehdit altına aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Sağlık emekçilerinin her vesileyle vaka sayılarındaki artışın nisan ayını geçtiğini, yoğun bakımların dolduğunu, test kuyruklarının uzadığını belirtmesine rağmen, Saray rejiminin sözcüleri ekranlara çıkıp yüzsüzce virüse karşı başarı hikâyeleri yazdıklarını söyleyebilmektedirler. Halkın sağlığıyla zerre kadar ilgilenmeyen rejim, yükü sağlık emekçilerin sırtına yıkıp kendi kirli işleri ile uğraşmayı daha çok önemsemektedir.
Başta ekonomik krizi bir türlü kabul etmeyerek “güçlü Türkiye” görüntüsü çizmeye çalışan rejim, yerinde durmayan döviz kuruna yenilip kendi içinde tasfiyelere girişmiştir. Derdi uluslararası sermayeye karşı güven tazelemek olan rejim, yeni yüzlerle durumu kurtarmaya çalışırken, tökezleyen iktidarını toparlama peşindedir.
Salgının tablosu “normalleşme” öncesi dönemden daha vahimken, AKP iktidarının hiçbir şey yokmuş gibi davranması, salgına karşı alınacak önlemleri “maske-hijyen-sosyal mesafe”ye indirgemeleri ve bireyin sorumluluğuna bırakmaları nedeniyle önümüzdeki ayların daha da ağır geçeceği aşikardır. Kafe, restoran vb. yerlerinin sadece paket servis yapması, hafta sonu belirli saatlerde sokağa çıkma yasağı veya açık alanlarda sigara içilmesinin yasaklanması vb. önlemlerin ise elle tutulur bir yanı bulunmamaktadır. Ayrıca, 65 yaş üstü ve 20 yaş altı olan, üretim dışında yer alan kişilere pandeminin faturası kesilerek sokağa çıkma yasağı getirilmiştir.
AKP-MHP iktidarının diline doladığı salgına karşı “başarı öykülerinin” asıl amacı ise salgının gerçek tablosunu gizlemek ve sömürüyü dizginsiz bir şekilde devam ettirmektir. İşçi ve emekçileri açlık ve ölüm ikilemi arasında bırakarak, ‘ölen ölür, kalan sağları sömürürüz’ anlayışıyla süreci yönetmeye çalışan rejim, insanların ölümüne kayıtsız kalmaktadır. Artan salgına rağmen emekçileri daha da zor durumda bırakacak yeni uygulamaları hayata geçirmeyi de unutmamaktalar. Sağlık emekçilerinin “Tükeniyoruz, ölüyoruz, yönetemiyorsunuz” çığlığına kulak tıkayan iktidar, üstüne üstlük sağlık emekçilerinin hastalık belirtileri olsa dahi 10 gün sonra iş başı yapmasını istenmektedir.
Ayrıca, devlet bürokrasisine, sarayın bekçilerine, sermayedarlara tarama amaçlı test yapılırken, emekçilere sıra gelince hastayla temas halinde olsa dahi test yapılmaması, ağır semptom gösteren kişilerin hastaneye yatırılmaması gibi sorunlar ülkenin yangın yerine dönüştüğünün kanıtıdır.
İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Osman Öztürk, Türkiye’de koronavirüse bağlı ölümlerin 30 bin civarında olduğunu söyleyerek “İstanbul yangın yerine döndü. Gerçek sayı, açıklananın iki katı kadar. İstanbul ölüyor, iktidar salgında başarı hikâyesi çıkarmaya çalışıyor, verileri de düşük gösteriyor. Türkiye’nin asıl ihtiyacı yeni bir salgın politikası” diyerek salgında yaşanan gerçek tabloyu gözler önüne sermektedir.
Sağlık Bakanı ise toplum nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmayan günlük koronavirüs tablosunu açıklayarak, sözde kaygılarını dile getirip topu emekçilere atmaktadır. Kısa süre içinde faydasının görülmeyeceği aşı haberleriyle gündemi meşgul eden Sağlık Bakanı, kontrolden çıkan salgını ört bas etme çabasını sürdürmektedir.
Üretimin aksamasını istemeyen AKP-MHP rejimi, göstermelik önlemlerle süreci yönetmeye çalışarak toplumu adeta ateşe atmış durumdadır. Bu ise emekçilerin çalışma, yaşam, sağlık, eğitim, beslenme, barınma gibi temel alanlarda yaşadıkları sorunların daha da büyüyeceği anlamına gelmektedir.
Saray rejimimin toplum yaşamında yarattığı enkaz salgınla beraber daha da artmışken, emekçilerin önünde tek seçenek bulunmaktadır. O da tüm bu sorunların kaynağı olan kapitalist sisteme ve onun koşulsuz hizmetkârı saray rejimine karşı örgütlü mücadeleyi büyütmektir.