Hapishanelerdeki kötü koşullar ve hak ihlalleri, sürekli yeni hasta mahpus yaratıyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre, 2011 yılında 106’sı ağır olmak üzere 256; 2013 yılında 162’si ağır 554; 2014 yılında 228’si ağır 678; 2015 yılında 282’si ağır 731 hasta tutuklu cezaevlerinde bulunuyordu. İlk başta cezaevlerindeki ihlallerle kendini gösteren Olağanüstü Hal’in ilan edilmesi ardından hasta tutuklu sayısında ciddi artış yaşandı. İHD’nin 22 Haziran 2017 tarihli raporunda, 357’si ağır olmak üzere bin 25 hasta mahpusun hapishanelerde olduğu kaydedildi.
2011 yılından bu yana cezaevlerinde tutulan hasta mahpus sayısı pandemi döneminde hapishanelerde alınmayan önlemler ve tedavilerin yapılmaması sonucu yaklaşık 6 katı katına ulaştı. İHD’nin 2020 verilerine göre, cezaevlerinde şimdilik 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta mahpus bulunuyor.
İnsan hakları kurumlarının açıkladığı raporlarda, kalabalık koğuşlar, hastaları olumsuz etkileyen tek hücreli nakil araçları, sevklerde çıplak arama baskısı, revir ve sağlık kuruluşları için uzun süre beklenen sıralar, sıcak su ve hijyen malzemelerine erişimde aksaklıklar, sağlıksız yemekler, doktorların kelepçeli muayene dayatması, koğuşların yetersiz sıcaklığı, diyet yemeklerinin tedarik edilmemesi gibi koşulların hapse giren sağlıklı insanların hastalıklara yakalanmasının temel sebepleri arasında gösteriliyor.
Delal Akyüz’ün Mezopotamya Ajansı’nda yer alan haberinde, hapishane koşulları ve hasta mahpusların durumunu 33 yıldır insan hakları alanında ve hasta tutuklular üzerine çalışan Ankara Tabip Odası (ATO) İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Aysel Ülker, değerlendirdi.
“Neler oluyor, bilemiyoruz”
Ülker, hasta mahpuslar ile kendilerine gelen müracaatlar dışında bir bağlantı kuramadıklarını, son yıllarda hapishanelere gitmelerine izin verilmediğini ve çalıştıkları hastanelerin bile mahpuslar için ayrılan odasına girmek için mahkeme kararı almak zorunda kaldıklarını söyledi. Ülker, “Çok çeşitli hükümetler, adalet bakanları gördük ama cezaevleri ile iletişimimizin bu türlü kesildiği, tamamen bir duvar olduğu bir dönem görmedik. Eskiden cezaevleriyle görüşmek için Cezaevi Tevkif Genel Müdürlüğü’nden izin alır, giderdik. Mahkeme kararıyla kendi hastanemizin mahkum koğuşuna girme izni alabildik. Kaç yıldır Sincan Cezaevi’nde ne oluyor ne bitiyor, bize müracaatlar dışında hiçbir bilgimiz yok, gidemiyoruz. Hiçbir şekilde bize izin verilmiyor” şeklinde belirtti.
“Sağlığa erişim hakkı
Dışarıdaki insanlar kadar hapisteki insanların da sağlık hakkına sahip olduğunu söyleyen Ülker, “Ama uygulamada böyle değil. Cezaevleri işkencehaneye dönmekte. Tutuklular cezaevine girdiği anda artık devletin güvencesindedir. Devlet bu güvenceyi kötüye kullanıyor. Tutukluların yaşamlarını olabildiğince çok daha zor hale getiriyor. Özellikle pandemi döneminde hastaların veya sağlıklı tutukluların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için belirli kurallar gerekir. Koruyucu sağlık hizmeti çok önemlidir ama ne yazık ki koruyucu sağlık hizmeti sekteye uğramış durumdadır. İzole ve kötü şartlarda yaşayan insanlar diğer insanlara göre daha sık hasta oluyorlar” dedi.
“Hastaneye gitmek işkence”
Mahpusların hastaneye gitmelerinin engellerin olduğunu söyleyen Ülker, “Tutuklular hastayım diye hapishane doktoruna başvurduklarında bir tektik olanağı yok. Hastanın şikayetlerine göre ilgili hastaneye sevkini yazıyor, sevki yazmakla bitmiyor. Güvenlik güçlerinden hastaneye götürülmesi isteniyor. O gün güvenlik güçleri bir başka yerde ise hastaneye sevki oluyor. Sevk ring araçlarıyla oluyor. Ring araçları gerçekten ikinci bir işkencedir. Erkek mahkumların hastanede bekletildiği bir oda vardır. Kadınlar için oda bile yoktu ve saatlerce ring aracı içinde beklemek zorundaydılar. Tabip odası olarak girişimlerimiz sonucunda kadınlar için de hastane odalarında beklemesi sağlandı” ifadelerini kullandı.
Birçok tutuklunun hastaneye gitmeme sebebi olan kelepçeli muayenenin en büyük problem olduğunu söyleyen Ülker, “Kelepçeli muayene insan haklarına tamamen aykırıdır. Kişinin tüm olarak vücudunun soyulması, çıplak olarak muayene olması gerekir. Doktorlar güvenliklerinden şüphe duyuyorsa hastane güvenliğinden bir kişi doktorun kendi güvenliği için alınması gerekiyor ama içeriye polis, jandarma giriyor. Bu şekilde sağlıklı bir muayene yapılamamaktadır” diye konuştu.
Tedavi süreci
Ülker, mahpusların hastalıklarının çok geç teşhis edildiğini ve bunun hastalık oranını arttırdığını söyledi. Ülker, şunları söyledi:
“Doktor tetkik, MR, tahlil istiyor. Kişi tekrar cezaevine gönderiliyor. Tekrardan hastaneden randevular alınıyor. 3-5 ay sürebiliyor. Beş ay sonra randevusu geldiğinde güvenlik güçlerinin bir işi varsa mahkum hastaneye gidemiyor. Tekrar bir randevu alınıyor, oda 6 ay sonra oluyor. Mevcut hastalıkları erken teşhis yerine maalesef çok geç olarak tanımlanıyor. Tedavide en çok karşılaştığımız devletin güvencesinde olan tutuklular, SGK ile bir güvencesi yoksa kendi parasını verirse ilaçlarını alabilmekte. Tamamen insan haklarına aykırı. Tanı geç konuluyor. Eğer kanser hastası ise ölümüne 4-5 ay kalmıştır, çünkü kanser öyle bir şey ki bu tetkikler normalde dışarda olan insanlarda 5-6 ayda konulabilir. Cezaevlerinde ise 2-3 sene bahanelerle erteleniyor.”
ATK ‘onay bekliyor’
Hasta mahpusların tedavilerinin yapılmadığını ve hastalıklarının son evrelerine doğru büyük uğraşlar sonucu tahliyelerin olabildiğini ifade eden Ülker, “Teşhis konduktan sonra cerrahi girişimler için tekrar aynı süreç oluyor. Sonra da infaz erteleme gündeme geliyor. ATK şu anda bir yerlerden onay gelmedikçe infaz ertelemeye yanaşmıyor ve insanların ölmesine neden oluyor. Avukatların çok büyük mücadeleleriyle ölmeden 3-4 gün önce çıkıyorlar ve çıktıktan sonra çoğu hastanede yaşamını yitiriyor. Son yıllarda gördük ki birçok tutuklu hakim ve savcı bizlere başvuruyor. 40 kişilik koğuşta kalıyoruz, kitap yasaklarımız var diyorlar. Tabi ki onlarla da ilgileniyoruz. Şunu da düşünmüyor değiliz, dışardayken bu mahkumlar hiç aklınıza geldi mi” şeklinde konuştu.
3 kişilik koğuşta 7 kişi
Mahpusların koşullarının çok kötü olduğunu, insanların bu kadar kötü koşullarda hastalanmamasının imkansız olduğunu ifade eden Ülker, şöyle konuştu:
“Daha önce Sincan Cezaevi’nden bir tutuklu bize müracaat etti. 3 kişilik F tipi koğuşlarında kalıyor. 3 kişilik koğuşta yedi kişi kalıyorlarmış. Metrekarelerine baktım, 7 tane yatağın oraya sığması mümkün değil. Numune Hastanesi’nin koğuşunda 6 kişilik hasta yatıyordu, bir tuvalet vardı. Tuvaletin duvarı yok, bezden çevrilmiş, etrafı, üstü açık, alttan 20 santim açık. Koğuşun içinde bu nasıl olur dedik, emniyet nedeniyle böyle olması gerekiyor dediler. Banyo yok, depo olarak kullanılıyordu. Bahsettiğim başkentin mahkum koğuşunda yaşanıyor. Bizim ziyaretimizde saptadığımız görüntü. Bu nedenle tutukluların dışardakilere göre hastalanma riski çok daha fazla. Tanı ve tedavide gecikmeleri ile ölüm riski, dışarıyla mukayese edilemeyecek kadar çok fazla.”