Almanya’nın iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Dairesi’nin (Bundesamt für Verfassungschutz-BfV), kurumu altı yıl yöneten eski başkanlarından Hans-Georg Maassen’i “aşırı sağcı şüpheli” olarak takip ettiği kamuoyuna yansıdı. Bu haberle BfV’un altı yıl boyunca aşırı sağcı faşist bir başkan tarafından yönetildiği de kabul edilmiş oldu. Bu zatın, kurumdan ayrıldıktan sonra radikal sağcı olduğunun gündeme getirilmesi görüntüyü kurtarmaya yönelik bir manevra olarak görünüyor. Bu kişi, kurumun başına geçmeden önce de kurumun başındayken de sonrasında da aşırı sağcıydı ve bu biliniyordu. Muhtemeldir ki tam da bu yüzden kurumun başına getirildi. Maassen’in istihbaratın tepesine yükselmesi, faşist kliklerin devlet aygıtı içinde sistematik olarak teşvik edildiği ve korunduğunun da açık göstergesidir.
Alman ARD TV kanalında yayınlanan Kontraste programında Maassen’in BfV tarafından izlendiğinin açıklanmasından sonra, kendisi de internet sitesinden bunu doğrulayan bir açıklama yaptı. BfV, eski başkanlarının aşırı sağcı-faşist “yönelimini” onun açıklamalarına dayandırarak, onu izlemekte haklı olduklarını ve kurumun başındayken öyle olmadığını iddia ediyor.
Maassen, İsviçre’de yayın yapan Die Weltwoche dergisinde yayımlanan bir makalesinde, Başbakan Olaf Scholz (SPD) ve İçişleri Bakanı Nancy Faeser’i (SPD) “mülteci ve göç politikalarıyla Alman toplumunun çöküşünü hedeflediklerini” iddia ederek, göçmenleri “kemoterapi ile tedavi edilmesi gereken bir kansere” benzetti.
Alman istihbaratının eski başkanı CDU bünyesinde faaliyet gösteren Werteunion (Değerler Birliği) ile yeni bir parti kurmaya çalışırken, AfD (Almanya İçin Alternatif) ile de koalisyon kurmaya hazır olduğunu beyan ederek, bu faşist partinin özellikle Almanya’nın doğu eyaletlerinde iktidara gelmesine yardımcı olabileceğini açıkladı.
Werteunion yöneticileri, AfD temsilcileri ile diğer aşırı sağcı-faşistlerin 2023 kasımında Berlin Potsdam’daki bir otelde gerçekleştirilen toplantıya da katılmışlardı. Toplantıda milyonlarca göçmen kökenlinin sınır dışı edilmesinin planladığı ifşa edilmişti.
Maassen’in aşırı sağcı-faşist görüşleri, BfV’un başına getirilmeden önce de bir sır değildi. Daha önce İçişleri Bakanlığı bünyesinde “Göç Proje Grubu” başkanı olan Maassen, göçmen karşıtı politikalarıyla zaten biliniyordu.
Maassen, 2012 yılında, Nationalsozialistische Untergrund-NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü) ile Anayasayı Koruma Dairesi arasındaki yakın ilişkiyi örtbas etmek ve bu faşist çeteyi korumak için kurumun başına getirildi.
Bu faşist çete 2000-2007 yılları arasında en az dokuz göçmen ve bir kadın polisin öldürülmesinden sorumludur. NSU’nun “bilinen” 43 öldürme ve öldürmeye teşebbüs suçu var. NSU, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt adlı iki üyesinin bir karavanda yanmış halde bulunması ve çetenin başı Beate Zschäpe'nin Zwickau'daki dairesini yakması sonrası “itiraf” videolarıyla Kasım 2011'de “açığa çıkarıldı”. O tarihe kadar, polis ve BfV suçluların açığa çıkmasına adeta kalkan olmuş, failleri öldürülen göçmenlerin çevresinde aramış, ailelerini ve akrabalarını zan altında bırakarak fişlemişti.
Tam da bu olayların arkasında BfV ile NSU’nun ilişkisini karartmak için göreve getirilmişti Maassen yer alıyor. Ne tesadüftür ki, AfD adlı faşist parti bu kişinin göreve gelmesinin ardından 2013 yılında kuruldu.
AfD, Maassen ve başkanı olduğu kurumun desteğini arkasına alarak palazlandı. Maassen’in, dönemin AfD Genel Başkanı Frauke Petri, halefi Alexander Gauland ve diğer yöneticileriyle defalarca görüştüğü açığa çıkmıştı.
Maassen’in başında bulunduğu BfV aşırı sağcı-faşist parti ve çevreleri korumaya alırken, bir dizi sol örgüt ve çevreyi kriminalize etmeye, “terör örgütü” olarak listelemeye uğraştı. Irkçılığa, emperyalizme ve militarizme karşı çıkmak, kapitalizmi eleştirmek, “aşırı sol” ve hatta “terör örgütü” diye yaftalanmaya yetiyordu. AfD’yi eleştiren her kurum “yasaklanmakla” tehdit ediliyordu.
Maassen’in iç istihbarat teşkilatının başına getirilmesinin amacı, AfD gibi göçmen düşmanı aşırı sağcı-faşist kurumların güçlenmesini sağlamaktır. Bu kurumlar kullanılarak kitlelerin sisteme karşı biriken haklı tepkileri hedefinden saptırılmak isteniyor.
Bu zat, işi 2018 yılında Chemnitz’de faşistlerin göçmenlere fiili saldırılarını alenen savunma noktasına vardırdı. Kamuoyunda büyük bir tepkiye yol açan bu yaklaşımın ardından “görevden” ayrılmak zorunda kalmıştı.
Maassen görevden alındı ama onun yol arkadaşları ve kurumun kendisi, eski başkanının çizdiği yolda ilerlemeye devam ediyor.
***
Alman sermayesi, olası bir devrimi önlemek için Hitleri iktidara taşıyarak II. Dünya Savaşı gibi bir felakete yol açtı. Nazileri başa getiren bünyenin genleriyle kodlanmış bugünün Alman sermayesi bir taraftan silahlanmaya devasa bütçeler ayırırken, diğer taraftan AfD gibi Nazi artığı partileri iktidara ortak olacak şekilde hazırlıyor.
Böylece yaratılan siyasi iklim sayesinde Almanya’nın Gayri Safi Milli Hasılası’nın yüzde ikisini silahlanmaya ayırma kararları alınabiliyor. Alman Genelkurmay Başkanı “savaşa hazırlanmalıyız” diye çağrılar yapıyor, seri silah üretimine geçmenin önemi üzerine tartışmalar yapılıyor. Savaş ekonomisine geçmenin “olmazsa olmaz” olduğu kolayca söylenebiliyor.
Kerli/ferli Profesör ünvanlı kişiler ise “aslında Hitler kötü biri değildi” deme cüreti göstermeye başladılar.
Maassen vakası fevri bir vaka değil
Devlet kurumları içindeki aşırı sağcı-faşist örgütlenmeler ile AfD gibi partilerin devlette vücut bulmaları aynı genlerin aynı vücutta kodlanmasının ifadesidir.
Kapitalist devletler eliyle milliyetçilik, ırkçılık ve faşizm semirtilerek emperyalist savaşlara kitle desteği yaratılmak isteniyor. 20. yüzyılda Hitler, Mussolini, Pinochet ve daha niceleri sermaye tarafından iktidara böyle taşınmıştı.
Bugün NATO’nun Rusya’ya karşı yürüttüğü savaş, ABD-NATO iştiraklı İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırım ve bir dizi ülkede faşist partilerin iktidara taşınması II. Dünya Savaşı öncesi siyasi iklimi çağrıştırıyor.
Böyle bir iklimde Alman sermayesi bir kez daha “tarihi rolünü” oynamak istiyor.
Almanya’nın yeniden “savaşabilir hale gelmesi için” silahlanmaya devasa paralar harcanıyor. Alenen “savaş ekonomisine geçme” naraları atılıyor.
Egemenler, “seçkinler” her yerde ve her kurumda zorba yönetim biçimlerini tercih ediyorlar. Bunu, “milletin sefası, ülkenin bekası” için gerekli olduğu yalanıyla ambalajlıyorlar.
Ancak savaşa karşı olduğu gibi, faşizme karşı da tüm dünyada mücadele büyüyor. Almanya’da AfD’ye karşı haftalardır devam eden kitlesel gösteriler, savaşa ve faşizme karşı öfke ve mücadelenin boyutu hakkında fikir veriyor. Ne var ki bu gösterilerin siyasi perspektiften yoksun olması öfkenin ve tepkinin düzen sınırları içinde kalmasına yol açıyor.
Savaşa ve faşizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadele ile birleştirilemediği ve burjuva devlet aygıtı hedefe alınamadığı sürece o handikap ne yazık ki aşılamaz. Savaş ve faşizm tehdidi ancak işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalizmi hedef alan mücadelesiyle durdurabilir.