Almanya Federal İstatistik Ofisinin 2023 yılına dair verileri, ülke nüfusunun yüzde 20'sinden fazlasının yoksulluk veya sosyal dışlanma altında olduğunu gösteriyor. “Gelir ve Yaşam Koşullarına ilişkin Avrupa Topluluğu İstatistikleri” (EU-SILC) anketlerine dayandırılan verilere göre, toplam 17,7 milyon kişi bu durumdan etkilenmiştir. Bu ise nüfusun yüzde 21,2'sine tekabül ediyor. Bir önceki yıla kıyasla bu rakam 200 bin ya da yüzde 0.1 puan artmıştır.
Almanya'da, burjuva sosyologları tarafından çekirdek aile olarak tabir edilen iki yetişkin ve 14 yaş altı iki çocuktan oluşan dört kişilik bir ailenin asgari yaşamı için öngörülen aylık gelir 2.751 Euro'dur. Bu gelirin yüzde 60'ından daha azı ile yaşayan kişilerin “yoksul” veya “sosyal dışlanma” altında olduğu kabul ediliyor. Kendi ölçütlerine göre, net 1.310 Euro'dan daha az bir gelire sahip olan 12 milyon kişi hayatta kalmaya çalışıyor. 5,7 milyon kişinin ise bu düzeyde bir geliri de yok ve sefaletin pençesine terkedilmiş durumda.
Federal İstatistik Dairesi, bu ayıbın üzerini kapatmak için nüfusun yüzde 6,9’una denk gelen 5,7 milyon kişi için “2023 yılında önemli ölçüde maddi ve sosyal yoksunluktan etkilenmiştir” tanımını kullanıyor. Ancak minareyi çuvala sığdıramadığı için “günlük yaşamları mali kaynakların yetersizliği nedeniyle önemli ölçüde kısıtlanmıştır" demek zorunda da kalıyor.
Bu arada AB ülkelerinin yaklaşık yarısına dair yayınlanan veriler göre, Çek Cumhuriyeti yüzde 12 ile en düşük, Bulgaristan ise yüzde 30 ile en yüksek yoksulluk oranına sahip.
Artan yoksulluk suçları besliyor
Artan enflasyon, reel ücretlerin düşmesi ve toplumsal zenginlikten silahlanmaya ayrılan payın artırılmasına bağlı olarak derinleşen yoksulluktan etkilenen insanlar, temel ihtiyaçları için hırsızlığa yöneliyor. Alman polisinin “suç” istatistiklerine göre, 2023 yılında hırsızlık olaylarının sayısı hızla artmış. Çeşitli eyaletlerden gelen verileri değerlendiren Lebensmittelzeitung gazetesine göre, Hamburg ve Saksonya-Anhalt eyaletlerinde hırsızlık oranlarındaki artış oranları sırasıyla yüzde 38,5 ve 31,3. Bununla birlikte, perakende sektöründeki hırsızlıklar Brandenburg, Saksonya, Berlin, Bavyera, Hessen, Aşağı Saksonya, Kuzey Ren-Vestfalya ve Rheinland-Pfalz eyaletlerinde de önemli ölçüde artmış. Brandenburg'daki vaka sayısı Covid-19 pandemisi öncesi seviyesini aşıyor. Perakende sektörü araştırma ve eğitim kurumu EHI, bildirilmeyen vakaların sayısının yüzde 98'in üzerinde olduğunu tahmin ediyor.
Darmstadt polis merkezinin operasyon departmanı başkanı Dirk Fornoff, hırsızlık vakalarındaki artışı, öncelikle fiyatların yükselmesi nedeniyle birçok insanın yaşamak için daha az paraya sahip olmasına bağlıyor. Hessen polis raporu, “Çalınan mallar çoğunlukla (yiyecek, içecek, kozmetik, alkol ve tütün gibi) günlük ihtiyaçlar için olanlardır” diyor.
Perakende Enstitüsü'nün (EHI) güvenlik başkanı Frank Horst, “Yüksek fiyatlar hırsızlığı daha çekici hale getiriyor. Ancak yoksulluk hırsızlık için bir gerekçe değil” görüşünü savunuyor. Öte yandan, pahalı ve giderek lüks tüketim maddeleri kategorisine dönüşen temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını düşürme konusundan itinayla uzak duruyor.
Kuzey Ren-Vestfalya eyaleti İçişleri Bakanı Herbert Reul (CDU) ise, artışın "çılgınca bir miktar" olduğunu söylüyor. Kutsal özel mülkiyet savunuculuğunu yapan Saksonya Ticaret Birliği İcra Kurulu Başkanı René Glaser, tipik kapitalist mantık üzerinden polis ve yargı eliyle çözüm öneriyor:
“Mülkiyet suçları önemsiz olarak görülmemelidir. Hırsızlık olayında, savcılıklar ve mahkemeler yalnızca istisnai durumlarda yargılamayı durdurma olasılığına başvurmalı ve bunun yerine cezai suçları tutarlı bir şekilde kovuşturmalı ve cezalandırmalıdır.”
"Emeklilik mi silahlanma mı?"
Eski ve değişmez bir kuraldır; mayın tarlasına eşekler önden sürülür. Alman emperyalizminin artan silahlanma harcamalarıyla düşen ücretler, derinleşen yoksulluk ve artan “suçlar” arasında dolaysız bir bağlantı var. Bunu karartma telaşına düşen sermaye medyası, yoksulluk ve artan suçlara dair veriler açıklandığında sayfalarını silahlanmaya ayrılan bütçenin “azlığından” yakınan makalelerle doldurdu. “Güvenlik için silahlanma ve militarizme bütçeden daha büyük payın ayrılması gerektiğini” savunan yüksek maaşlı savaş çığırtkanı “gazeteci” kılıklı kişiler işi “silahlanma mı insan yaşamı mı” ikilemi üzerinden tartışacak boyuta vardırdılar.
1 Nisan günü sağ muhafazakar Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) "Emeklilik mi silahlanma mı?" başlığı altında yayınladığı yazıda arsızca “Almanlar için hangisi daha önemli” diye sorma cüretini gösterdi.
Mayın tarlasına önden sürülen Manfred Schäfers ise, sosyal alan ve emeklilik için ayrılan payın savunma/savaş bütçesine ayrılandan daha yüksek olmasından yakındı:
“…Federal bütçeden (sigorta/emeklilik için) yapılan toplam harcamalar yüzde 26.7'ye tekabül etmektedir. Buna karşılık savunma bütçesi sadece yüzde 10,9'luk bir paya sahip. Bugün bile federal bütçeden yaşlılık dönemindeki insanlara yapılan harcama, askeri alımlara yapılan harcamadan yaklaşık altı kat daha fazla. Bu da Almanların gerçekten neye değer verdiğini özetle gösteriyor...”
Bu militarizm çığırtkanı ve onun gibilerinin sözünü ettiği emeklilere ayrılan para, çalıştıkları onlarca yıl boyunca ödedikleri primlerden oluşuyor. Kaldı ki, emekliler çalışırken sigorta veya fonlara yaptıkları düzenli ödemelerin reel olarak sadece küçük bir bölümünü geri alabiliyorlar. Ağır stresli çalışma koşulları, sağlıksız barınma ve beslenme sorunlarından dolayı çalışanların önemli bir bölümü emekli olmadan ya da emekli olduktan kısa süre sonra yaşamanı yitiriyor.
''Bundeswehr ya da kreşler”
Efendileri adına kılıç sallayan bir diğer mayın temizleyicisi Stephan Stuchlik, 7 Nisan'da Alman devlet televizyonuna bağlı Tagesthemen'de yapdığı yorumda şu ifadeleri kullandı:
“Gerçek şu ki: 100 milyar Euro'luk özel fon Federal Ordu'yu savaşa uygun hale getirmek için yeterli değil... Savunma kabiliyetine sahip bir Bundeswehr'in (Alman Ordusu) bizim için ne kadar değerli olduğunu, örneğin kreşler, sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetlerle kıyaslandığında, acilen konuşmamız gerekiyor…”
Silahlanma ve militarizmin bu ve benzer pazarlamacıları, emeklilik maaşları, kreşler, sağlık hizmetleri, sosyal hizmetler vb. alanlara yapılan harcamalardan kesintiler yapılarak silahlanma ve savaşa hazırlık için daha büyük kaynaklar yaratılması gerektiğini propaganda ediyor. Oysa, ''…18. Ve 19. yüzyıllardaki milli savaşlar kapitalizmin başlangıcını gösterirse, emperyalist savaş da kapitalizmin sonunu gösterir. Emperyalizm, kapitalizmin yapabileceği her şeyi yapıp gerilemeye başladığı bir dönemdir.'' (Lenin, Emperyalizm ve savaş üzerine sf. 66)
İnsan yaşamı yerine silahlanma ve savaş harcamalarına öncelik verilmesi yönünde propaganda yapanlara katılan Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü (IfW Kiel) Başkanı Moritz Schularick, devlet televizyonu yorumcusu Stephan Stuchlik'in, “Önümüzdeki bir sonraki dayatma ise Federal Ordu için 20.000 askerin daha nasıl temin edileceği” yönündeki kaygısını, Hitler faşizmi döneminin uygulamalarına dolaylı atıflar yaparak gideriyor.
"Refah için yeniden silahlanmalıyız"
Der Spiegel'e de açıklama yapan Moritz Schularick, “Refah için yeniden silahlanmalıyız. Orta vadede, 'silahlar ve tereyağı' arasında zorlu bütçe kararları vermekten kaçış yok” diyor ve “Bunun için daha ne kadar para harcamamız gerekir?" sorusuna şu yanıtı veriyor:
“On yılın sonuna kadar kabaca her yıl bir ek özel fon artışına denk gelen 150 milyar Euro.”
Bu kadar büyük bir meblağın nasıl oluşturulabileceğine kafa yoran savaş kundakçısı Schularick, sosyal harcamalardan yapılacak kesintilerin toplumsal ve siyasal sorunlara yol açacağını bilecek kadar deneyimlidir. Dolayısıyla “sosyal çalkantılara neden olmayacak” yolu şöyle izah ediyor:
“Doğru yol, önümüzdeki yıllarda ülkemizin ve Avrupa'nın güvenliğine yatırım yapmak ve bunu kredilerle finanse etmek. Almanya özellikle Fransa'nın ortak Avrupa savunma yatırımları girişimini desteklemelidir.”
Bunun için isim anmadan Hitler faşizminin uygulamalarını tarihsel referans olarak alan Schularick, Hitler döneminin Reichsbank (Alman Merkez Bankası) Başkanı Hjalmar Schacht'ın mucidi olduğu, dört büyük silah şirketinin (Siemens, Gutehoffnungshütte, Rheinmetall, Krupp) kağıt üzerinde oluşturduğu "Metallurgische Forschungsgesellschaft"ı (Mefo) örnek gösteriyor. Hitler rejimi Mefo aracılığıyla, 1938 yılında hayal bile edilemeyecek devasa bir meblağ olan 12 milyar Reichsmark değerinde kambiyo senedini piyasaya sürmüştü.
"Refah için yeniden silahlanma" öneren Schularick, Nazilerin yeniden silahlanma yoluyla tam istihdam sağlayarak beş yıl süren sahte bir patlamayı finanse etmeleri gibi, ekonomiyi silahlanmaya göre yeniden yapılandırarak bir çözüm bulunacağını söylüyor. O silahlanmanın sonucunda 1945 yılında nasıl bir Almanya manzarası yaratıldığından söz etmeyen Schularick’in gözlerini militarist histeri bürüdüğü için, önerdiği şeyin yaratabileceği felaketlerden habersizmiş gibi konuşuyor.
Emperyalist barbarlığı engelleyecek tek güç örgütlü, enternasyonal direniştir
Kapitalist-emperyalist dünyada birkaç yıl öncesine kadar “olamaz” denilen şeyler hükümet politikalarının “normalleri” haline getirildi. Adeta bir “savaş taburu” gibi çalışan medya ve “araştırma” kurumları da bu yeni dönemin ruhuna göre yeniden dizayn edildi. Zorunlu askerlik, üretimin militarizme göre düzenlenmesi, olağanüstü hal, grev yasaklama tartışmaları, toplumları militarizm ve savaşa razı etme kampanyaları, kapitalist-emperyalist dünyanın düne kadar “demokrasi şampiyonu” olan ülkelerinin günlük politik dilinin “normalleri” oldu. Uluslararası normlar, hukuk, diplomasi gibi kurallar anlamını yitiriyor. Sistem güç ve imkanlarını “yeniden paylaşım savaşına hazırlık” bağlamında düzenliyor.
Kapitalist-emperyalist sistemin insanlığı barbarlığın karanlığına yuvarlamasını engelleyebilecek tek güç işçi sınıfı ve emekçi halkların örgütlü, militan, enternasyonal direnişidir.
“Bir dünya savaşının devamı olabilecek bir proletarya devrimi önünde yönetici sınıfların duyduğu korku, barışın esaslı bir güvencesidir.” (Lenin, Emperyalizm sf. 158)
“… Savaş patlarsa, onu kısa zamanda durdurmak için aracılık etmek ve en geniş halk tabakalarını ayaklandırmak ve kapitalist egemenliğin düşüşünü hızlandırmak için, savaş tarafından yaratılan ekonomik ve siyasal bunalımdan var güçleriyle yararlanmak komünist ve devrimci partilerin temel görevidir.” (age, sf. 157)
(junge Welt ve wsws.org sitelerinden yararlanılmıştır.)