Küresel ısınmanın ölümcül sonuçlarına karşı daha fazla iklim korunması çağrılarıyla başlayan Glasgow’daki Dünya İklim Zirvesi (COP26) kapitalist tekeller ve onların devletleri arasındaki rekabet savaşlarının kurbanı oldu.
1992’de 190’dan fazla ülke; Rio de Janeiro’da (Brezilya) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) imza atarak fosil yakıt tüketiminin küresel ısınmanın temel sebepleri arasında olduğunu ve bunun sınırlanması, zamanla da bundan çıkılması gerektiğini kabul etmişti. Aradan geçen yaklaşık 30 yılda fosil yakıt tüketiminin sınrlandırılması bir yana doğanın yıkımı devam etti. 2019 yılında da dünya elektriğinin yaklaşık %37’si kömür yoluyla üretildi. Bugüne kadarki zirvelerde olduğu gibi Glasgow’daki zirvede de durum değişmedi.
Küresel ısınmayı 2 derece altında tutmak ve ideal olarak da 1,5 dereceyi aşmamak için 2015 yılında Paris Anlaşması, kapitalist devletler tarafından imzalamıştı. Bir temenniden öte bağlayıcılığı olmayan bu anlaşmadan sonra da imzacı devletler, belirlenen hedeflere ters düşecek oranlarda fosil yakıtları kullanmaya ve ormanları yok etmeye devam ettiler/ediyorlar.
Kapitalist devletlerin doğaya karşı sürdürdükleri yıkıcı eylemlerinin sonucu olarak son 10 yılda gezegenin ortalama sıcaklığı, geçen 10 yılda kayıtlara geçen en yüksek sıcaklığın üstüne daha şimdiden çıkmış bulunuyor.
“Kömüre veda ittifakı”nda kimler yok?
Glasgow’daki Dünya İklim Zirvesi’nde de -bugüne kadarki zirvelere benzer biçimde- temennilerin ve ikiyüzlü kararların ötesinde bir anlam ifade etmeyen sonuçlar çıktı. Fosil yakıtlarla ilgili olarak alınan karar burjuva medya tarafından da trajikomik bir başlıkla kamuoyuna duyuruldu. “İklim Zirvesi’nde kömüre veda ittifakı kuruldu” başlığını “kömürü en çok tüketenler ittifaka katılmadı” ifadeleri tamamladı. İri puntolarla verilen haberlerin içeriğinde bu çelişkiye dair şu ifadeler yer aldı:
“İklim Zirvesi’nde iklim değişikliğinin en önemli kaynağı olan kömür kullanımına son verilmesi için ittifak oluşturuldu. Kömüre en bağımlı ABD, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi ülkeler ise ittifaka katılmadı.”
Dünya ekonomisinin önemli bir çoğunluğunda payı bulunan ABD, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi devletlerin bağlayıcılığı olmayan bir ittifaka bile taraf olmamaları, alınan tavsiye kararının kağıt üzerinde kalacağını gösteriyor. Durum böyleyken, İngiltere’nin Ticaret ve İşletmelerden Sorumlu Bakanı Kwasi Kwarteng, olmayan bir şeyi “ittifak” ve “uzlaşı” olarak pazarlayıp bunu bir “dönüm noktası” olarak lanse ederek “Kömürün sonu göründü” diye sundu. Bu, emperyalist kapitalist düzenin iklim krizi konusundaki aczinin bir ifadesi olmakla kalmadı; bunun da ötesinde, halkları aldatmaya yönelik bir sahtekarlık örneği oldu.
Gezegeni tehdit eden kapitalistlerden ve onların sözcülüğünü yapan devlet başkanları ya da hükümet temsilcilerinden, iklim krizine çözüm üretmelerini beklememek gerektiği ortadadır. Kapitalizmin derinleştirdiği açlık, yoksulluk, eşitsizlik, savaşlar, mülteci krizleri gibi yaşamsal önemdeki iklim krizinin çözümünün de tek yolu, sermaye iktidarlarını alaşağı ederek, insana ve doğaya dost, sömürüsüz, sınıfsız bir düzen kurmaktır.