Adeta kontrolden çıkmış krizlerin peş peşe sıralandığı bugünün dünyasında insanlık, dönülemez noktalara doğru hızla ilerleyen bir iklim kriziyle de karşı karşıya. Bilim insanları bu felaketi durdurmak için kapitalist hükümetleri daha ciddi önlemler almaya ikna etmeye çalışıyorlar. Aksi halde gezegen üzerindeki canlı yaşam varoluşsal tehditle yüz yüze kalacak.
Geçtiğimiz günlerde, dünyayı “daha iyi ve daha güvenli bir yer haline getirmek” iddiasıyla “İnsanlar, Dünya ve Refah” şiarı altında, Roma’daki G20 toplantısında bir araya gelen “küresel çete”nin önden duyurdukları ve büyük beklentiler yarattıkları “büyük planlar”ı ise boş çıktı. “İklim değişikliğinin yarattığı varoluşsal tehditle mücadele etmeye kararlıyız” diyenler, iklimin korunması için somut hedefler üzerinde anlaşamadılar. Karbondioksit nötrlüğü ve kömürle çalışan elektrik üretiminden aşamalı olarak çıkış için de net bir hedef tarih belirlemediler. Dolayısıyla da Glasgow’daki Dünya İklim Konferansı’na umut edilen “güçlü mesaj”ı veremediler.
Ünlü Alman iklim uzmanı Mojib Latif, G20 zirvesinden sonra karamsarlığını, “Dünyanın iklim değişikliğiyle mücadele etmeyi reddettiğini hissediyorum” sözleriyle ifade edip, “Glasgow’da olumlu bir sonuç için çok az ümidim var” derken, tümüyle haklıydı. Kimi iklim uzmanları ise, “Unutmamalıyız, bu 26. Dünya İklim Konferansı. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir birlikte oturuyorlar ve gerçekten hiçbir şey başaramadılar” gerçeğine dikkat çekiyorlar. 1992’de 190’dan fazla ülke Rio de Janeiro’da (Brezilya) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini (UNFCCC) kabul etti. Fosil yakıt tüketiminin küresel ısınmanın temel sebepleri arasında olduğu ve bunun sınırlanması, zamanla da bundan çıkılması gerektiği kabul edilmesine rağmen aradan geçen yaklaşık 30 yılda fosil yakıt tüketimi artmaya devam etti. Bugüne kadarki zirveler oyalama ve aldatmadan başka hiçbir işe yaramadı. Şimdi de “Yine güzel sözler olacak, ancak somut önlemler üzerinde hiçbir şeye karar verilmeyecek” düşüncesi, genel kabul görüyor. G20 zirvesinde doğrulanan bu gerçek, Glasgow üzerinden de doğrulanmış olacak.
G20’nin bittiği aynı gün başlayan Glasgow’daki İklim Konferansı COP26, daha fazla iklim koruması için yaşamsal çağrılarla ve küresel ısınmanın ölümcül sonuçları hakkında acil uyarılarla başladı. Devlet ve hükümet başkanları, iki hafta boyunca Glasgow’da kömür, petrol ve gazın yakılmasından kaynaklanan emisyonların en kısa sürede nasıl azaltılabileceğini ve böylece iklimin, çevrenin ve gelecek nesillerin nasıl korunabileceğini tartışıp, “çözüm” arayacaklar. Zira dünya‚ “uyur gezer şekelde felakete gidiyor”. Geçen yüzyılın başından bu yana, dünyanın ortalama sıcaklığı yaklaşık 1,1 santigrat derece arttı ve dünya son zamanlarda daha hızlı ısınıyor. 1970’den beri sıcaklığın her on yılda bir ortalama 0,18 santigrat derece arttığını mevcut IPCC raporları da destekliyor. Dünya İklim Raporu’na göre 21. yüzyılın ilk yirmi yılında (2001 ila 2020) küresel yüzey sıcaklığı, 1850 ile 1900 arasındakinden 0,99 santigrat derece daha yüksek oldu. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, hazırladığı raporda beş farklı gelecek senaryosu sunuyor. En iyimser olanı, Paris’te kararlaştırılan 1,5 derecelik ısınma sınırına uymanın başarılabileceği. En karanlık senaryo ise gezegenimiz 21. yüzyılın sonunda yaklaşık 4,7 santigrat derece ısınacak olması. Bu, uygarlığı uçurumun eşiğine getirecek.
Birleşmiş Milletler iklim şefi Patricia Espinosa, pazar günkü genel kurul toplantısından önce iklime zarar veren sera gazları salmaya devam edersek bunun “kendi yok oluşumuza yatırım yapmak” anlamına geldiğini söyledi. “Ya 1,5 derecelik hedefe ulaşmak için emisyonlarda hızlı ve büyük ölçekli bir azalmaya odaklanıyoruz. Ya da insanlığın bu gezegende kasvetli bir gelecekle karşı karşıya olduğunu kabul ediyoruz” dedi. Yakın zamanda COP26 zirvesi başkanlığına seçilen Alok Sharma ise, “Bu COP, 1,5 dereceyi mümkün olduğunca korumak için son büyük umudumuz. Bu uluslararası konferans bunu sağlamalı,” açıklamasında bulundu. Yazık ki bunun başarılmayacağı da görülecek.
G20, Roma’da ısınmayı mümkünse 1,5 derece ile sınırlamak için çalışmayı kabul etmişti. Ancak bunu nasıl başarmak istedikleri belirsizliğini koruyor. Öte yanda Paris Anlaşması’na göre, ülkelerin Glasgow Konferansı’ndan önce iyileştirilmiş iklim koruma planlarını sunmaları gerekiyordu. Ülkelerin ezici çoğunluğu bunu yapmadı. Uzmanlar, bu gidişle dünyanın 2100 yılına kadar yaklaşık 2,7 derece ısınacağını belirtiyor. Nitekim İngiltere Başbakanı Johnson, pazartesi günü yaptığı açıklamada “Kıyamet saatinde gece yarısına bir dakika kaldı” demekte ve “kıyamet günü makinesini” durdurmanın olasılığına işaret etmektedir. Oysa G20 ülkelerinden biri olarak İngiltere’nin de “kıyamet günü”nde özel bir sorumluluğu var. Zira bu ülkeler zararlı sera gazlarının yüzde 80’inden sorumludurlar. Özetle, 29 yıl süresince yapılan uluslararası toplantılarda kapitalist hükümetler hep başarısız oldular ve boş vaatlerde bulunarak, bilinçlice dünyayı felakete sürüklemeye devam ettiler. Glasgow’daki konferans da bundan farklı olmayacaktır.
“Kelimenin tam anlamıyla uçurumun kenarındayız”
2021’e aşırı sıcaklık, kuraklık, orman yangınları, sel, şiddetli yağmur ve fırtınalar damgasını vurdu. Birçok insan her şeyini kaybetti, birçok insan da hayatını... Bu olaylar, iklim araştırmacılarının on yıllardan beridir geleceğini duyurduğu felaketlerin bir kez daha doğrulanması oldu. Aşırı hava koşulları insanlığın yeni normali haline gelmiş durumda ve tehdit giderek büyüyüp yaklaşmakta. Gezegenin her köşesine yıkım, ölüm ve korku yayan bu yılın korkunç sel ve yangınları, IPCC’nin otuz yılı aşkın bir süredir uyardığı felaketlerdi. Fakat kapitalist hükümetler hemen hemen hiçbir şey yapmadıllar. Raporda yer alan bilgilere göre Glasgow’daki COP26 iklim konferansında kapitalist hükümetler, iklim bilimcilerin iklimi istikrara kavuşturmak için saptadıkları emisyon azaltma, sıcaklığı 1,5 derecede tutma gibi hedeflerini tuttursalar bile, insanlığın yine de korkunç felaketlerle karşı karşıya kalacağı belirtiliyor.
Bunların bazıları şöyle sıralanıyor: Paris’te belirlenen 1,5 derece ısınma hedefi aşılacaktır. Küresel ortalama yüzey sıcaklığı muhtemelen 2041 ve 2060 yılları arasında (sanayi öncesi döneme kıyasla) 1,6 derece artacak. Karadaki sıcaklığın deniz yüzeyinden daha hızlı (1,4 ila 1,7 kat daha hızlı) artacağı kesin kabul ediliyor. Kuzey Kutbu’nun küresel ortalamadan daha hızlı (büyük olasılıkla iki katından daha hızlı) ısınmaya devam edeceği de neredeyse kesin. Karada, daha önce on yılda bir meydana gelen ısı dalgaları on yılda dört kez, daha önce yalnızca elli yılda bir meydana gelen ısı dalgaları aynı dönemde neredeyse dokuz kez meydana gelecek. Kuraklıklar da 1850-1900 dönemine kıyasla Asya hariç tüm kıtalardaki bazı bölgelerde daha da şiddetlenecek. 21. yüzyılın geri kalanında okyanus ısınmasının 1971 ile 2018 arasındakinden iki ila dört kat daha güçlü olması bekleniyor. Dağlardaki ve Grönland’daki buzulların on yıllarca erimeye devam edeceği neredeyse kesin ve Antarktika’nın da erimeye devam etmesi muhtemel. Ayrıca, 21. yüzyılda deniz seviyesinin 1995-2014 dönemine göre 0,28 ila 0,55 metre yükseleceğinin de neredeyse kesin olduğu söyleniyor.
Emisyonları azaltmak sermayedarların çıkarlarına terstir
IPCC’nin raporuna göre, 2050 yılına kadar net sıfır CO2 emisyonu elde etmek, 2030’dan önce küresel emisyonlarda %59’luk bir azalmayı gerektirecektir. Sera gazı emisyonlarının %80’i fosil yakıtların kullanımından kaynaklanmaktadır ve bu kaynaklar, hala insanlığın enerji ihtiyacının %84’ünü karşılamaktadır. İnşası yavaşlamayan fosil altyapılar (madenler, boru hatları, rafineriler, gaz terminalleri, enerji santralleri vb.), yaklaşık 40 yıldır sermayenin büyük yatırımlar yaptığı devasa ölçekli tesislerdir. Kapitalistlerin bu yatırımlardan vazgeçmesi, kömür, petrol ve doğalgaz rezervlerini toprakta bırakmaları mümkün görünmüyor. Son 26 yılın küresel emisyonların yüzde 71’inden 100 fosil yakıt şirketinin sorumlu olduğu biliniyor. Buna, dünya bankalarının Paris Anlaşması’ndan bu yana 1,9 trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yaptığı da eklendiğinde, kapitalistlerin zirvelerde sadece emekçileri aldatmak için bir araya gelip, gevezelik yaptıkları anlaşılmaktadır. En fazla salım yapan ülkeler listesinin 15’inci sırasında yer alan Türkiye de kömür üretimini artırmaya, kömürlü termik santrallere yatırımı desteklemeye devam etmektedir.
Karbon salımının başlıca sorumlusu emperyalist kapitalist sistem ve çok uluslu kapitalist tekellerdir. Yılda dört milyar altı yüz milyon galon petrol kullanmakla büyük bir karbon salımına neden olan ABD’dir. Genel planda da her gün 100 milyon varil petrolün tüketilmekte olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla fosil yakıtlarla servetlerine servet katanların çıkarları emisyonları azaltmak, giderek sıfırlamakla bağdaşmaz. Bu durumda söz konusu önlemlerin kapitalistlerce alınması da beklenemez. Gerekli önlemlerin alınmaması durumunda ise, küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 3 dereceyi aşacağı bilim insanlarınca döne döne uyarılara konu ediliyor. Sıcaklığın bu derece yükseleceği düşüncesi ise uygarlığın geleceğini sorgulamaya yol açmış bulunmaktadır.
Kapitalist sistem sorunun sadece kaynağı değil, aşılmasının da engelidir
Kapitalizm, doğası gereği yıkıcı bir sistemdir ve dolayısıyla da hemen her şeyi yıkarak ilerlemektedir. Yüzyılardan beridir emeği ve doğayı hiçbir kural ve ölçü tanımadan hoyratça sömürüp yağmalayan kapitalizm, büyük yıkımlar yaratmış bulunuyor. Son on yıllar içinde ise bunu en dehşetli ve tehdit edici boyutlara vardırdı. Gelinen aşamada bunun belli sınırlara dayandığı ise bilim insanlarınca kanıtlanmaktadır. Bu sınırların zorlanması-aşılması durumunda, doğanın milyonlarca yıl içinde oturmuş dengesi geri dönülemez biçimde bozulacağı gibi, bir bütün olarak canlı yaşam da yok olma akıbetiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu tehdit ve tehlike, artık çok açık bir olgudur. Çevre kirliliği, ozon tabakası, sera etkisi, küresel ısınma, beraberinde artan aşırı hava olayları ve felakete dönüşen sonuçları, yenilenemez kaynakların hızlı tükenişi, biyo-çeşitlilikte fakirleşme, bitki ve hayvan türlerinin kayboluşu, denizlerdeki büyük kirlenme vb. bunun göstergeleridir.
Kapitalizm bir sistem olarak artık sadece insanlık için değil, gezegenimizin doğal dengesi ve dolayısıyla tüm canlılar dünyası için de bir tehdit haline gelmiştir. İşsizlik, eşitsizlik, açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar, mülteci krizi, çevre sorunları, iklim değişikliği ve daha birçok kötülüğün temelinde kapitalist sistem bulunmaktadır. Kapitalist tekeller gıdayı, suyu, havayı kirletmekte, yenilenemez kaynakları tüketmekte, her şeyi metalaştırarak sermayelerini büyütmek için çırpınmaktadırlar. Dünyayı, insanlığın geleceğini elinde tutan küresel bir “çete” yönetmektedir. Onları servetlerini büyütmekten başka hiçbir şey, hele de insanlığın ve doğanın geleceği hiç ilgilendirmemektedir. İnsan ve doğa, onlar için sermaye ürettikçe anlamlıdır. Bu insanlık dışı durum, kapitalizm aşılmadığı sürece devam edecektir.